Allah’ın
esma-ül hüsnâsından1
olan bir ism-i şerifi de Ez-Zâkir ismidir. Zâkir; anmak,
hatırlamak, yâd etmek mânâsına gelen zikir masdarından ism-i
faildir. Yani zikreden, anan, hatırlayan mânâlarına gelir.
Allah’ü
Zülcelâl kullarını andığını ve yâd ettiğini yine kendisi
Kur’an-ı Kerîm’de bildiriyor:
“Öyle
ise siz ben (ibadetle) anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin
sakın bana nankörlük etmeyin.” 2
Bir
kudsî hadiste de (Ebû Hureyre (r.a)’den) Allah Teâlâ buyuruyor
ki: “Ben kuluma, benim hakkımdaki zannına göre muamele ederim. O
beni zikrettiğinde ben onunla beraberim. O beni, kendi içinde
zikrederse, ben de onu bu suretle anarım. Eğer beni bir topluluk
içinde zikrederse, ben de onu o topluluktan daha hayırlı bir
topluluk (melekler) içinde anarım. O kulum bana bir karış
yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım. Kulum bana bir arşın
yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek
gelirse ben ona koşarak gelirim.” 3
Mezkûr
ayet ve hadis-i kudsî ışığında Rabb’ül âlemin’in
kullarını andığı, yâd ettiği anlaşılmış oluyor.
Zikirle
ilgili özellikle de zikretmeyi emir buyuran pek çok ayet, hadis-i
kudsî ve hadis-i şerifler mevcuttur.
“Rabbinin
adını an ve her şeyi kalbinden çıkarıp sadece O’na yönel.”
4
“Sabah
akşam Rabbinin ismini yâd et. Gecenin bir kısmında O’na secde
et; gecenin uzun bir bölümünde de O’nu tesbih et.” 5
“İman
edenlerin Allah’ı anma ve O’ndan inen Kur’an sebebiyle
kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi?” 6
ZİKİR
NEDİR? KAÇA AYRILIR?
Zikir
başta da belirtildiği gibi anmak, hatırlamak, bahsetmek, yâd
etmek anlamlarına gelir. Bu kelime maddî ve manevî iki durumda da
kullanılır. Maddî olarak; herhangi bir şahıstan bahsetmek, onu
yâd etmek de zikir anlamındadır.
Bizim
asıl meselemiz, Zâkir olan Rabbimizi bu yönüyle de tanımak, bu
ismin tecellisine mazhar olmanın yollarını araştırmak ve bu
yolda gayret sarfetmektir.
Zikir
de, şükür gibi üçe ayrılır:
1)
Kâl zikri (dil ile)
2)
Hâl zikri (kalp ile)
3)
Beden zikri.
Şöyle
ki;
1)
Kâl zikri; dil ile yapılan zikirdir. Bunun çeşitleri çoktur.
Başlıcaları: Kur’an okumak, kelime-i tevhîd, esma-ül hüsnâdan
herhangi bir isim ile yapılan zikir, istiğfar, salâvat-ı şerife,
dua, ilm-i ilâhî gibi daha pek çok çeşitleri vardır ki; hepsi
de zikir dairesi içine girer.
2)
Hâl zikri; kalp ile yapılan zikirdir ki; başta latife-i Rabbaniye
olmak üzere vicdanın bütün rükünleriyle Allah’ı yâd
etmektir. Yani, O’nun varlığına, azamet-i sübhaniyyesine ait
delillerin mülâhazasıyla oturup kalkmak, kâinat kitabında
sürekli bize parlayıp duran çeşitli sebeplerle bize bir şeyler
fısıldayan, her yerde ve her an, sürekli, hayatımızın içinde
lütuflar, müjdeler ilham eden sırlı isim ve sıfatlarını
düşünüp Mevlâ ile irtibatımızı, rabıtamızı
kuvvetlendirmek. Rabbimizin bu isim ve sıfatları ile bizden ne
istediğini, neler beklediğini, bu isim ve sıfatların
tecelliyatına mazhariyetin nasıl olacağını tefekkür etmek kalbî
zikir olduğu gibi, O’nun cihan çapındaki rububiyetinin ahkâmını,
bu ahkâm karşısında sorumluluklarımızı, vicdanımızda
mesuliyet duygusunu hissederek canlandırmak da kalbî zikirdir.
“Eğer
biz bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah
korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu
misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.” 7
Bu ve benzeri ayetler, tefekküre, tefekkür kanalı ile kalbî zikre
teşvik ediyor. Evet, Rabbimizin bildirdiği hükümler karşısındaki
sorumluluklarımızı, emirleri, nehiyleri, vaadleri, mükâfat ve
mücâzatları tefekkür etmek. Dağların yüklenmeye çekindiği bu
emanetin şuurunda olmak ve böylece insanın kendi dünyasında
hayalen dolaşıp, iç dünyası ile sıkı sıkıya bir muhasebe
yapıp durumunu kalben nazardan geçirmek, nefsiyle hesaplaşmak,
“Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz” fetvasınca
insanın kendi iç dünyasıyla hesaplaşması da kalbî zikirdir.
Tefekkür
(düşünce) kanalıyla Allah’ı anma; insanın Allah ile arasında
rabıta kurmasına sebep olacak, Allah ile ilgili her şeyin
düşünülmesi kalbî zikir olduğu gibi, mürîdin başta kalp
olmak üzere bütün letâifiyle (dil ile söylemeden) Allah’ın
anması, zikretmesi (gizli zikir) de kalp zikridir. Bu zikir kalpte
başlar, sırasıyla ruh, sır, hafî, ahfâ, nefis ve sultan-ı
zikir adı verilen bütün bedeni ile zâkir zikreder ki, bu zikir
esnasında dil kıpırdamaz. Bu da zikrin ayrı bir boyutudur.
3)
Beden zikri; emir ve yasakları ciddî bir duyarlılık içerisinde
hayata taşıyıp yaşamak, her emir ve her yasakla kendisine yapılan
teklifleri vicdanında hissetmek ve iştiyakla cana minnet bilmek.
Emirlerin ifasına koşmak ve derin bir mesuliyet şuuru ile
yasaklardan kaçınmak da bedenî zikirdir ki; lisanla yapılan
zikrin derinliği de büyük ölçüde bu kalbî ve bedenî zikrin
ciddiyeti, derinliği nisbetindedir. Bu güçte bir zikir, ölümsüz
bir ses haline gelmektedir. Böyle bir kul şu ayetteki müjdeye nail
olur:
“Temizlenen,
Rabbinin adını anıp O’na kulluk eden, (namaz kılan) kimse
şüphesiz kurtuluşa ermiştir.” 8
Evet,
zikreden ve zikirde ısrar eden zâkir Cenab-ı Hakk’la mukavele
yapmışçasına hıfz-u himaye ve inayet seralarına alınmış
olur. Böyle zâkir, kalbinin bir nabız gibi Allah Allah diye
attığını hisseder, bazıları da bunun sesini duyar, biiznillah.
Yukarıda
zikredilen Bakara Sûresi 152. ayetindeki “Anın beni, anayım
sizi” ferman-ı sübhaniyesine büyükler şöyle mânâ
vermişlerdir: Siz, Allah’ı zikr-u, fikr-u, ibadetle yâd
edeceksiniz, O da, sizi teşrif ve keremi ile anacak. Siz, dua ve
münâcatla O’na mırıldanıp yalvaracaksınız, O da icabetle
size lütuflar yağdıracak. Siz dünyevî işlerinizin arasında
O’nu unutmayacaksınız, O da dünya ve ukbâ gailelerini bertaraf
ederek sizi ihsanla şereflendirecek.
İhsan:
Bir yönüyle ahsenehu’dur ki, “lütufların en güzeli ile
ihsanda bulundu” demektir.
Kula
bakan yönü ile ihsan şuuru ise; Allah’ı görüyormuşçasına
kulun Allah’a ibadet etmesidir. “Sen O’nu görmesen de O seni
görüyor” hakikatince yapılan her şeyi arızasız Cenab-ı
Sahib-i Ezel’in nazarına arz edebilecek şekilde eda edilmesidir.
Evet,
dünya işleri ve gaileleri içinde Rabbinin rızasını ön plana
alarak rıza yörüngeli, ukbâ yörüngeli yaşama çabasında olan
kullara Allah (c.c) her çeşit ihsanları ile serfiraz edecektir.
Siz yalnız kaldığınız zamanlarda O’nunla dolup taşacaksınız,
O da yalnızlığa itildiğiniz yerde bilhassa berzahda (kabir) size
enis-u celis olacak. Siz rahat olduğunuz zamanlarda O’nu dilden,
gönülden düşürmeyeceksiniz, O da rahatınızı kaçıran
hadiseler karşısında rahmet, şefkat esintileri gönderecek. Siz
bunca nimetleri karşısında şükredici olacaksınız, O da
nimetini arttırarak sizi anacak. Siz O’nun uğrunda cihad edip
O’nu cihana duyurma sevdasıyla yanıp tutuşacaksınız, O da sizi
dünya ve ukbâ zilletlerinden koruyarak kurtaracak. Siz O’nun
yolunda ihlâslı olacaksınız, O da sizi gözlerin görmediği,
kulakların duymadığı, insan tasavvurunu aşan hususî iltifat ve
payelerle lütûflandıracak, şereflendirecek. Siz yeri gelince
O’nun rizası için hasmınızı affedeceksiniz, O da size afv-ü
mağfiretle karşılık verecek. Daha pek çok örnek verilebilir.
Mevlâ’nın, rızası için yapılan her amelin, her fedakârlığın,
O’nu hatırlamanın, anmanın, tefekkürün kısacası zikr-u,
fikr-u şükrün her çeşidinin karşılığını kendine has
keyfiyeti ile vereceğinin aşikâr olduğunu öğrenmiş olduk
elhamdülillah.
Zikir
bütün ibadetlerin özüdür ve bu özün özü de Kur’an-ı
Kerîm’dir, Resulullah’tan sadır olan nurlu beyanlardır. Zikrin
ehemmiyeti ve faziletine ait pek çok ayet ve hadis mevcuttur. Bunun
aksini yapan, zikretmeyenlerin halini de yine Kur’an-ı Kerîm’den
öğreniyoruz:
“Kim
de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir
hayatı olacak ve biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.
O: “Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin? Oysa ben, hakikaten
görür idim!” der. (Allah) buyurur ki: İşte böyle. Çünkü
sana ayetlerimiz geldi ama sen onları unuttun. Bu gün de aynı
şekilde sen unutuluyorsun.” 9
Mevlâ, “sana ayetlerimiz geldi de sen onları görmedin”
demekle, gören gözünü Kur’an’la tanıştırmadın, sana
ayetlerimizle emirler ve nehiyler bildirdim ama sen gören gözlerini
görmez, kör hükmünde eyledin diyerek hak ettiği cezanın
sebebini ilan ediyor. Ceza da suçun misli ile unutmaya karşılık
unutulma olarak ilan ediliyor. Tabi Zâkir olan Allah bunun zıddı
olan unutmaktan münezzehtir. Müfessirler bu unutmayı mecaz olarak
yani “sanki unutmuş gibi davranmak” olarak açıklamışlardır.
“Allah’ı
unutan ve bu yüzden de Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu
kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir.” 10
“…Kim
Rabbinin zikrinden yüz çevirirse (Rabbin) onu gitgide artan çetin
bir azaba uğratır.” 11
Zikir,
zâkir mevzusu ciltler dolusu kitap olsa yine bitmez bir ummandır.
Özet olarak şöyle diyebiliriz: Seven, sevdiğini hiç unutmaz.
Kalbinde, aklında, dilinde hep yaşatır, amelleri ile de hep sevgi,
saygı sergiler. Rabbinin sonsuz, sayısız nimetleri karşısında
O’nu şükürle yâd ederken kalbi minnet dolu, sevgi dolu bir
halle Rabbini zikreder. Ve:
“…Kalpler
ancak Allah’ın zikriyle tatmin olur, huzur bulur.”13
ayetini bütün benliğinde hisseder. Her mevzuda olduğu gibi bu
mevzuda da Mevlâ tevfikini yar etsin. Basiret erbabı eyleyip
meselenin özünü kavramayı ve bütün zerrelerimizle zikretme
lütfûnu bize nasip eylesin. Zâkir isminin tecellilerine bizi
mazhar eylesin. Âmin.
1
esma-ül
hüsnâ olarak sayılagelen 99 isimden biri değildir
2
Bakara:152
3
Buhari,
Kitabüttevhid, 2183 no’lu hadis, Müslim
4
Müzemmil:8
5
İnsan:25–26
6
Hadid:16
7
Haşr:21
8
A’lâ:14–15
9
Tâhâ:124–126
10
Haşr:19
11
Cin:17
12
Buharî,
Da'avat 66
13
Ra’d:28
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder