El-Vekîl,
Rabb’ül Âlemin’in esmâ-i hüsnâsından olmakla birlikte, bir
sıfat-ı azimesidir de. Allah-ü zül celâl, Kur’an-ı Kerîm’de
isimleri ile bize kendisini tanıtıyor. Yüce isimlerinden biri olan
el-Vekîl ismiyle de biz kullarına tevekkül edilecek tek varlığın
yalnız Yüce Zat-ı Şerifleri olduğuna dair mesajlar veriyor:
“Eğer
imanınız varsa, Allah’a tevekkül ediniz.” 1
“Kararını
verdiğin zaman da artık Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah,
kendisine dayanıp güvenenleri sever.” 2
“De
ki: Allah'ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez.
O bizim Mevlâmızdır. Onun için müminler yalnız Allah'a dayanıp
güvensinler.” 3
Mümin,
imanının kuvveti nisbetinde Rabb’ine tevekkül eder, teslim olur.
Tevekkülün
tarifi:
1)
Allah’a güven ve itimad ile başlayıp, sebeplere takılıp
kalmamak ve beşeri güç ve kuvvetten teberri edip neticede her
şeyi, kudreti sonsuza havale edip vicdanen tam bir itimada ulaşmak.
2)
Kalbin Allah’a tam itimadı; hatta başka güç kaynaklarından
rahatsızlık duyması. Bu ölçüde bir güven olmazsa tevekkülden
söz edilemez. Kalp kapıları ağyara açık kaldığı sürece de
hakiki tevekküle ulaşılamaz.
3)
Sebeplere riayet edip sonra da kudret-i sonsuzun üzerimizdeki
tasarrufunu beklemektir ki, Hak dostlarının ifadeleriyle “gassalın
elinde meyyit” gibi olma halidir.
4)
Tevekkülün bir adım ötesi teslimdir. Onun da ötesi, her şeyi
tamamen Allah’a (c.c) havale edip, yine her şeyi ondan bekleme
makamı olan tefvizdir. Tevekkül bir başlangıç, teslim onun
neticesi, tefviz de semeresidir denilmiştir.
5)
Tevekkül,
dünyevi olsun uhrevi olsun ferdin kendi maslahatlarına Rabbini
vekil etmesidir ki, bu vekâletin ardındaki asaleti, vicdani bir
şuurla itirafın adıdır.
6)
Tevekkül, Cenab-ı Hak ve O’nun nezdindekilere bel bağlayıp
itimad etme ve O’ndan başkasına kalbin kapılarını tamamen
kapatma demektir.
Evet,
bu mevzu ile ilgili Kur’an-ı Kerîm’de pek çok ayetler,
kıssalar vardır ve Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in hayat
düsturları ve nurlu beyanları her konuda olduğu gibi, bu konuda
da önder olmaya kafidir.
Tevekkül
her ne kadar rehber gaye ise de sebeplere riayet de Peygamber
sünnetidir ve takdir-i Hüdadır. Yüce Mevlâ öyle takdir etmiş
ve her şeyi sebeplere bağlamış, hemen hemen sebepsiz hiçbir şey
teşekkül etmemektedir. Mevlâ dilerse sebebe ihtiyaç bırakmadan
da dilediğini dilediği gibi var etmeye kâdirdir. Şüphesiz bunun
da örneği çoktur; meselâ Halık Teâlâ’nın Adem (a.s)’ı
ana ve babasız, İsa (a.s)’ı babasız, Havva annemizi anasız
yarattığı ve kurudan yaş, yaştan kuru çıkardığı gibi. Bu
gibi istisnaların dışında genelde dünya ve ukbamıza ait kazanç
ve kayıplarımızın, hayatta kalabilmemiz için gereken
ihtiyaçların, nefsin ve ruhun gıdalarının, kâinatın ve bu
kâinatta teşekkül eden her şeyin sebeplere bağlı olduğu bir
gerçektir. Bu sebepleri yaratan da yine Yüce Allah (c.c)’tır.
Kula düşen dünyevi, uhrevi meselelerde üzerine düşen vazifesini
yaparken, muhakkak sebeplere tevessül etmektir ve bu, tevekküle
mani değildir. Meselâ çiftçi tarlayı ekime hazırlayacak, tohumu
ekecek, bakımını yapacak ve Rabbine tevekkül edecektir. Mevlâ
dilerse o tohumu bitirir, bol bol hâsılat verir, dilerse toprak
altında çürüyüp kaybolur veya çeşitli sebeplerle bozguna
uğrar.
Allah
Rasûlü'nün devesini
salıverip "Allah'a ısmarladım;” diyene: "Önce
bağla sonra Allah'a ısmarla
(tevekkül
et)!” 6
buyurması, kula düşenin önce tedbir alıp, sonra Allah’ın
takdirine razı olması gerektiğini gösteriyor. Efendimiz (s.a.v),
Sevr Mağarası’nda düşmanın ayak seslerinin duyulduğu,
gölgelerinin mağaraya düştüğü o hengâmda, fevkalade güven ve
emniyet içinde refîki Ebu Bekir (r.a)’e hitaben “...Üzülme,
çünkü Allah bizimle beraberdir.” 7
diyerek tevekkülü ne güzel talim ediyor.
Hz.
İbrahim (a.s) ateşe atılırken “O, ne güzel vekildir” diyerek
tevekkülünü izhar ediyor. İbrahim (a.s), ateşe atılırken
ateşin yakmayacağına dair hiçbir işaret almamıştı. O, öyle
bir tevekkül anlayışı içindeydi ki, dostunun uğruna ateşlerde
yanmayı cana sefa biliyordu adeta. Tam bir tevekkül ve teslimiyet
içerisinde güle güle ateşe giderken, Cebrail (a.s)’in yardım
teklifini bile kabul etmiyor ve Rabbiyle arasına kimsenin girmesine
razı olmuyordu, bu Cebrail de olsa.
Dostluk
ünvanıyla şereflenen peygamber, oğlu İsmail’i Rabbinin bir
işaretiyle kurban ederken, İsmail (a.s)’in kurtulacağına dair
de bir işaret almış değildi. Yine tam bir tevekkül ve teslimiyet
içerisinde kulluğunu, Rabbine karşı güvenini, tevekkülünü
izhar ediyordu.
Hanımı
Hâcer ve yavrusu İsmail’i ıssız bir çölde bırakıp giderken
de, Rabbine karşı tevekkülü tamdı. Ya o Hâcer Validemiz...
Tevekkülün, güvenin ve teslimiyetin sembolü; bütün kadınlara
en güzel örnek; ibret dolu hayatı, sabrı, dostluğu; sevmenin ve
sevilmenin yollarını arayanlara en güzel örnek ve en güzel
rehberdir. Tevekkül ve teslimiyet timsali anamız bizlere hal dersi,
kal dersi ve fiiliyat dersini takdim etmiştir. Rabbimiz ders
alanlardan eylesin. Âmin.
Tevekkül
ehlinin aynı zamanda sabır, teslim, rıza sıfatlarıyla muttasıf
olması gerekir ki, bunlar birbiriyle orantılıdır; biri olmazsa
bir diğeri de olmaz ve istenilen hal zuhur etmez. Tevekkülü zayıf
olanın teslimiyeti de zayıftır ve dolayısıyla sabrı da zayıf
olup, rıza makamına ulaşması pek zordur.
Tevekkül
ehli hem dünyada rahat eder, hem de Rabbinin rızasına mazhar olup
manen selamette olur. Hikmet ehlinin ibretli bir sözü vardır:
“Takdir tedbire gülermiş”. Yani takdir ne ise o olur, öyleyse
tevekkül edip rahat etmek en doğrusu; fakat tedbirin tevekküle
asla mani olmadığını tekrar hatırlayalım. Kula düşen, gereken
tedbiri alıp tevekkül etmektir.
Tevekkül
ehli olmak için hadiselere Mevlâ’nın Hakîm ismi şerifi ile
bakmak lazımdır ki; bir mana veremediğimiz, anlayamadığımız
hadiselerde, öyle olmasında da bir hikmet olduğunu düşünüp
tevekkül ve teslimiyetimiz kuvvetlensin.
Tevekkül,
itimad etme, güvenme, dayanma, kulun kendine düşen vazifeyi
yaptıktan sonra neticeyi Allah’a havale etmesi, gerisine
karışmaması manalarına gelir. Şu bir gerçektir ki; Mevlâ
kuluna daima hayır murad eder, kulu için hep hayır takdir eder.
Bir ayet-i kerimede mealen şöyle buyurur:
Diğer
bir ayette ise:
Öyleyse
insanın Allah’tan başka tevekkül edeceği, güveneceği kim
olabilir ki? Cümle yaratığın vekili Mevlâ’dır, peygamberler
bile vekil olamazlar. Allah’ın izni olmaksızın onlar ve
mukarrebîn melekler hiç bir şey yapamazlar. Bir Hakk dostu şöyle
der: “Ben her işimi Sevgili’ye bıraktım. O artık beni ister
ihya eder, isterse itlaf. 10
Tevekkülsüzlük
insanı daima tedirgin, vesveseli, huzursuz edip; onun güven ve
itimadını zafa düşüren bir kalb marazıdır ve Rabb’ül
Âlemin’e karşı güvensizliktir. En azından büyük bir
saygısızlık ve adabsızlıktır, asla mümine yakışmayan kötü
bir vasıftır.
İnsanın
bir yakını, dostu veya evladı kendisine güvenip itimad etmese bu,
o kişiyi ne kadar gücendirir. Bir de o kişi Hakk dostu saygı
değer biri ise, vicdanlara soralım, bunu kabul edebilecek mi? Hele
tevekkül edemeyiş, güven ve itimadın zaafa uğraması, Yüce
Mevlâ’ya karşı ise bunun nasıl bir bedbahtlık ve seviyesizlik
olduğunu her vicdan sahibi takdir eder.
Velhasıl,
tevekkül eden, teslim olan, sabırla rıza kapısını aralayan
kişi, Rabbın rızasına mazhar olur, iki cihanda da huzurlu olur.
Bir Allah dostu bu mevzuda şöyle der:
“Gelir
elbet zuhura ne ise hükmü kader,
Hakk’a
tevfiz-i umur et, ne elem çek, ne keder.”
Erzurumlu
İbrahim Hakkı Hz.’nin meşhur kasidesini hatırlayalım:
“Hakk
şerleri hayreyler
Zannetme
ki gayreyler
Arif
anı seyreyler
Mevlâ
görelim neyler
Neylerse
güzel eyler
Sen
Hakk’a tevekkül kıl
Tevfiz
et ve rahat bul
Sabreyle
ve razı ol
Mevlâ
görelim neyler
Neylerse
güzel eyler”
Rabbimiz
tevekkülümüzü kuvvetlendirsin. Âmin.
Hayatımızın
içinden birkaç örnek verecek olursak; meselâ bir hastalık
esnasında, kula düşen tedbir alındığı ve gereken sebeplere
başvurulduğu durumda, o kişi veya yakınlarında iyileşmemesine
dair huzursuzluklar, vesveseler mevcutsa bu tevekkülsüzlüktür.
Bütün tedbirler alınıp gereken sebeplere tevessül edilmiş de
olsa neticenin zuhuru parlak olmayabilir. Hasta muhakkak iyi olacak
diye bir garanti mevzu bahis olamaz. Durum nasıl cereyan ederse
etsin, kula düşen, tevekkül, teslim, sabır ve rıza ile
hadiseleri karşılamaktır.
İnsan
kendisini tevekkülle olaylara bakmaya alıştırmalı ki, rahat
etsin ve kuldan beklenilen teslimiyet zuhur etsin. Örnekleri
çoğaltabiliriz; diyelim ki çocuklarını uzun bir yolculuğa
uğurluyorsun. Sana düşeni yap, Rabbine havale et, kaza geçirme
vesveselerini bir tarafa at, yersiz düşüncelerle huzursuz olup
boşuna kederlenme ki; bunlar tevekkülsüzlüğün işaretidir.
Kadere
razı olanın tevekkülü kuvvetlidir. Dönüp kendimize baktığımız
zaman, her konuda olduğu gibi çok ciddiyet isteyen bu konuda da ne
kadar zayıf ve manen hasta olduğumuzu görürüz. Çok cüz’î
şeyler karşısında bile bir sürü vesvese, endişe, su-i zanlar,
karamsarlıklar, bedbinlikler11,
stresler, korkaklıklar vs. Hep Yüce Mevlâ’nın el-Vekîl ismi
şerifine karşı lakayd kalışımızdan, bu ismi şerife olan
imanımızın zafiyetindendir.
Az
bir tahlille muazzam hastalığımız nasıl da meydana çıkıyor.
“Rabbimiz bize yeter” deyip koskoca çölde yavrusuyla yapayalnız
kalan, tevekkül ve teslimiyette doruk noktasına ulaşan Hâcer
Validemize kıyasla durumumuzu şöyle bir mütâlâa edelim.
Evimizin içinde ışıklar sönünce, gölgemizden dahi korkup
titrediğimizi hatırlayıp, her konuda olduğu gibi, bu konuda da
şöyle bir vicdanımıza dönelim, halimizi gözden geçirip
Rabbimize karşı tevekkül, teslimiyet ve rabıtamızın ne nisbette
olduğunu mütâlâa edelim.
Evet,
tevekkül erbabı Rabbine güvenmiş, dayanmış, üzerine düşen
vazifesini biiznillah yapıp kadere teslim olmuş, öyle bir itikat
etmiş ki, nefsine ağır gelen, gayet ızdırap verici, elem ve
kederlerle dolu hadiselerde dahi hikmeti sezip, hakkında hayırlı
olduğuna inanmış ve bu itikattan tevekkül, teslimiyet, sabır ve
rıza zuhur etmiştir. Rabbimiz bizleri tevekkül ehli eylesin. Âmin.
1
Maide:23
2
Âl-i
İmran:159
3
Tevbe:51
4
Şuara:217
5
Nahl:42
6
Tirmizi,
Kıyame, 60
7
Tevbe:40
8
Bakara:185
9
Nisa:79
10
Ziyan
etmek. Telef etmek. Bozmak. Öldürmek
11
ümitsiz,
kötümser
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder