El-Mümît,
Allah-ü Zülcelâl’in esma-i ilâhîsinden biridir. El-Mümît,
canlı bir mahlûkun ölümünü yaratan anlamına gelir ki, bu
konuyla ilgili haberleri Yüce Allah Kur’an-ı Âzimü’ş-şan’da
bildirmiştir.
“O
(öyle-yüce Allah ki) hanginizin daha güzel davranacağını
sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak
galiptir, çok bağışlayıcıdır.” 1
“Her
canlı ölümü tadacaktır.” 2
“Her
canlı ölümü tadacaktır. Bir deneme olarak sizi hayırla da şerle
de imtihan ederiz ve sizi ancak bize döndürürüz.” 3
Bu
ve benzeri pek çok ayetlerden anlaşılıyor ki, her canlının
akıbeti ölümdür. Hayatı veren, yaratıp yaşatan Yüce Allah,
yine o hayata son verecek ve ölüm zuhur edecektir. Şüphesiz Hayy
ism-i şerifleri ile hayatı bahşettiği gibi, El-Mümît ism-i
şerifi ile de ölümü yaratacaktır, insanlar, hayvanlar, bitkiler
âleminde olduğu gibi, en küçük mikroptan, hücreden küre-i
arz’a, ay, güneş, yıldızlara kadar cümle varlıkların hayatı
bu ismin tecellisi ile son bulacaktır. Yine Kur’an’ın
ifadesidir ki, dört büyük melekten biri olan Azrail, bu görevle
görevlenmiş olup her canlının ruhunu takdir edilen zamanda
alıyor, üzerine düşen görevi yerine getirmek için Allah’ın
emri ile bu olayda rol oynuyor. Ve bir sebep olarak, bir vasıta
olarak görünen melek de bir mahlûktur, aslında canı alan
Allah’tır. Bunu şöyle anlayabiliriz: Padişah birilerine
emaneten bir şeyler vermiş ve bu emaneti geri alma tarihini tesbit
etmiştir. O tarih gelince de yakınında olan bir vezirini
görevlendirip o emanetleri o kişilerden geri almasını emretmiş,
o vezir de hükümdarın emriyle emanetleri almıştır. Burada hüküm
hükümdarındır, o emanetler ona aittir. Veren o olduğu gibi alan
da yine odur. Fakat sebepleri halk eden Cenab-ı Hakk, murad-ı
ilâhîdir ki, yüce kudretini o sebeplerin arkasına gizlemiştir
adeta. Müsebbib’ül esbab olan Allah, kullarını imtihan etmek
için ve pek çok hikmetlere binaen, dünya ve ukba adına her
meselede sebepler yaratmıştır. İşte konumuz olan ölüm konusu
da sebeplere bağlıdır. Canı alan Azrail (a.s) bir sebeptir, onun
arkasında asıl olan Allah’ın Mümît ism-i şeriflerinin
tecellisidir.
Her
canlının takdir edilen anı gelince Hayy ismi, yerini Mümît ism-i
şerifine terk edecek ve böylece hayatın yerini memat alacaktır.
Bunlar kısaca olayın zahir yönüdür.
Bâtın
yönünden ele alacak olursak, bir hadis-i şerif buna ışık tutar:
“Rabbini
zikredenle etmeyenin hali diri ile ölünün hali gibidir.”5
Yani Rabbini zikreden diri, zikretmeyen ise ölü gibidir. Diri
olduğu halde ölü kabilinde olduğuna işaret eder. Bir insan ki
Yaratanını bilmiyor ve maneviyatan uzak, bu kişinin kalbine “kalb”
demekten ziyade diğer mahlûkatta da bulunan et parçası olan
“yürek” sözüyle isimlendirmek daha uygun olur. Diri olan o
yüreğin içinde olan kalb ve kalbin içinde bulunan gönüldür ki,
işte insanın bu yönü ruhanîdir, melekîdir, manevîdir. Tıpkı
ruh gibi, akıl gibi görünmez fakat bilinir. Birçok ayet-i
kerimede ise şöyle buyrulmuş: “Allah Teâlâ onların kalplerini
ve kulaklarını mühürlemiştir, onların gözleri üzerinde de bir
perde vardır. Onlar için büyük bir azap da vardır.” 6
Bu
ayetler de yine Hak ve hakikatten uzak asilerin durumunu izhar edip,
onların manevî ölüler, körler, sağırlar olduğuna dikkati
çeker.
Bilindiği
üzere insanın ömür sermayesi dediğimiz nefesler ind-i ilâhîde
mahduddur. Her bir nefes mahlûktur, her nefesin zahiren bir hayatı
bir de mematı vardır. Nefes diri olarak alınır ve o alınan nefes
geri verilir ki, o nefes verilince o artık ölmüştür. Zahiren ve
böylece takdir edilen ömür tamam oluncaya kadar bu sermaye, son
nefesi almayla üzere son bulur. Artık sermaye dediğimiz takdir
edilen nefesler bitmiştir ki, bu sefer tüm vücut ülkesi ölüme
namzettir ve El-Mümît ism-i ilâhîsi bu sefer sırf nefeslere
değil, cisme tecelli edecektir.
“Dünya
ahıretin tarlasıdır” anlayışını âlimlerimiz şöyle
açıklıyorlar: Müminler, bu dünyada hayır veya şer, ne ekerse
ukba âleminde onu biçer, yani karşısında bulur. İşte o
ekilecek olan tohumun nefesler olması ve o nefeslerin de canlı,
sağlam tohumlar olmasıyla ancak hâsılat elde edilir değilse,
tohumlar ölü kabilindense hâsılat beklemek muhaldir.
Bir
misal verecek olursak, bir ağaç düşünelim. Bu ağacın pek çok
meyvelerinden kimi çürük, kimi lekeli, kısmen bozuk, kimi de sapa
sağlam. İşte insanın alıp verdiği nefesler ölüp giderken ya
çürümüş, kokuşmuş vaziyette ayrılıyor, ya kısm-ı azamı
çürük, fakat birinciye nazaran biraz daha ehven, ya da sapasağlam,
gelecekte tonlarla meyve vermeye namzet bir keyfiyetle gidiyor.
İnsanın her bir nefesi Hayy ism-i şerifi ile hayat bulurken, çok
az zaman zarfı içinde Mümît ism-i şerifi ile son bulur ve biz
hiç farkında olmadan bu iki isim üzerimizde sürekli tecelli eder
durur. Ölü, diri, hasta, zâkir kalblerden neş’et eden ameller
ve bu zaman zarfında alınıp verilen nefesler Rabb’ın huzurunda
eksiksiz ortaya konacaktır. İnsanın cismi gibi onlar da burada ölü
kabilinden olmalarına rağmen, öbür âlemde güzel-çirkin,
sağlam-çürük, ölü-diri olarak neşredileceklerdir ki Allah
(c.c) peşinen verdiği istidadları, yetenekleri köreltip
öldürenlere manevî katil damgası vurarak onları hak ettikleri
cezaya çarptıracaktır. Bu kişiler Kur’an’da şöyle tasvir
edilmektedir:
“Ve
seslendiler ki: Ey Mâlik! Rabbine dua et, bizim üzerimize –ölüm
ile- hükmetsin. –Mâlik de- dedi ki: Şüphe yok, siz
kalıcılarsınız.” 7
Demek
oluyor ki, Hayy ism-i şerifi ile hayat bulan her şeyin, Mümît
ism-i şerifi ile hayatlarına son veriliyor. Fakat yine insan ve
insanlara ait cümle ahvâl tekrar hayat bulup sahibine arz edilecek,
ya cennet, saadet ve şeref olarak ya da tard, ikab, cehennem olarak.
Ayet-i kerîmede şöyle buyruluyor:
“فَمَنْ
يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا
يَرَهُۜ وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ
ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ”
“Artık
her kim zerre miktarında bir hayır işlemişse onu görecektir. Ve
her kim bir zerre miktarı bir şer işler ise onu görecektir.” 8
“Her
ümmetin mukadder bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an
geriye atabilirler ne de bir an ileriye alabilirler.” 9
(Allah’ın takdir ettiği vakitte yok olup giderler)
Kıyametin
vukuunu haber veren ayetler Kur’an-ı Kerîm’de Kıyame
Suresi’nde şöyle geçer:
“1)Kıyamet
gününe yemin ederim ki,
2)Kendini
kınayan (kendini bilen, nedamet çeken) nefse yemin ederim ki,
3)İnsan
kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı sanır, öyle
mi?
4)Evet,
biz onun parmak uçlarına kadar aynen eski haline getirmeye gücümüz
yeter.
5)Fakat
insan ileriye doğru, boyuna kötülük etmek ister de,
6)Kıyamet
günü ne zamanmış diye sorar,
7–8–9)Gelgelelim,
göz kamaştığı, ay tutulduğu, güneş ile ay bir araya
getirildiği zaman,
10)İşte
o gün insan kaçacak yer neresi, diyecektir.
11)Hayır,
hayır, kaçıp sığınacak yer yoktur.
12)O
gün varıp durulacak yer sadece Rabbinin huzurudur.
13)O
gün insana ileri götürdüğü, geri bıraktığı her şey
bildirilir.
14)Artık
insan kendi kendinin şahididir.
22)Yüzler
vardır ki, o gün pırıl pırıl, ışıl ışıl parlayacaktır.
23)(Onlar)
Rablerine bakacak, onu göreceklerdir.
24)Yüzler
de vardır ki, o gün buruşacaktır.
25)Kendilerinin
bel kemiklerini kıran bir felakete uğratılacağını
sezeceklerdir.
26)Artık
gözünüzü açın, ne zaman ki can köprücük kemiğine dayanır,
27)Tedavi
edecek kimdir, denir.
28)Can
çekişen bunun gerçek bir ayrılış olduğunu anlar.
29)Ve
bacak bacağa dolaşır,
30)İşte
o gün sevk edilecek yer sadece Rabbinin huzurudur.
31)İşte,
peygamberin getirdiğini doğru kabul etmemiş, namaz da kılmamış,
32)Aksine
yalan saymış, yüz çevirmişti.
33)Sonra
da çalım satarak kendi ehli tarafına gitmişti.
34)Lâyık
o azap sana, lâyık!
36)İnsan
kendinin başıboş bırakılacağını mı zanneder?
37)O
döl yatağına akıtılan meninin içinden bir nutfe (sprema) değil
miydi?
38)Sonra
kan pıhtısı olmuş, derken Allah onu insan biçiminde yaratıp
şekillendirmişti.
39)Ondan
da iki eşi yani erkek ve dişiyi var etmişti.
40)Peki,
bunları yapan Allah’ın ölüleri tekrar diriltmeye gücü yetmez
mi?
Bu
ayetler hem ölümü hem de tekrar hayat bahşedileceğini gösterir
ki, dünya küresi ve ay, yıldızlar, güneş gibi gezegenlerin
ölümleri kıyametin kesin vukuunun haberini verir.
Madde
ve mânâ adına ölümle yok olan bütün nesneler yine Allah
Zülcelâl’in dilemesi, takdiri ile başka bir âlemde o âleme has
bir keyfiyetle zuhur edecektir, yani tekrar hayat bulacaktır.
Kula
yaraşan o ki, nefsinin emaresini öldürmeye sa’y ede. Ölmeye
layık ve hiç dirilmemesi talep edilen tek veya en elzem şey
nefistir, yani nefsanî arzular, tabiatlar, karakter haline gelmiş
mezmum sıfatlar, cümle nefsanî kinler, nefretler, dünya
muhabbeti, cehalet, miskinlik, haset, tûl-i emel, merhametsizlik
vs.’dir. Cümle kötülüklerin yuvası olan bu nefsi öyle bir
öldürelim ki, ne dünyada ne ukbâda tekrar dirilme şansı
olmasın, nasıl ki ukbâda maddeye mânâya ait her şey hayat
bulacak, o nefse ait kötü huylar hiçbir zaman dirilmemek üzere
yerlerini melekî vasıflara bıraksın. Ve inşallah daha evvelki
işlediğimiz günahları Mevlâ, Gaffar, Afüv ism-i şerifleri ile
affeder de ebedî ölümle o yüz kızartıcı halimizi öldürüp
ebedlere gömer.
Mümît
ism-i şerifine öyle dostlar olalım ki, o bizden memnun, biz de
ondan memnun bir vaziyetle ömrümüzü tamamlayalım. Ukbâ âleminde
cümle ahvalimiz, cesedimiz ruhumuzla beraber Hayy ism-i ilâhîsiyle
hayat bulurken ve artık Mümît ism-i şerifi vazifeyi tekrar
Hayy-Kayyum ism-i şeriflerine devrederken bütün canlılığıyla
hayat bulan beden ve ahvalimiz, aleyhimize değil lehimize şehadet
etsin, o atılan tohumlar cehennem ateşleri, zakkumlar, yılan,
akrep ve zebaniler değil, melekler, huriler, cennet ve cemalullaha
kavuşma ve livaul-hamd sancağı altında Efendimiz (s.a.v) ve
dostlarla buluşma olarak tezahür etsin. Âmin.
1
Mülk:2
2
Âl-i
İmran:185
3
Enbiya:35
4
Müminun:15
5
Buhari,
Deavât, 66
6
Nahl:108,
Bakara:7, Casiye:23
7
Furkan:14
8
Zilzal:7–8
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder