El-Mucîb;
Allah’u Zülcelâl’in esma-ül hüsnasından bir ism-i şerifidir.
İcabet eden, dileyen duaya cevap veren, sebep kabul eden, geçerli
mazeretleri kabul eden, bütün canlıların hâlî, kâlî, fiilî
münâcâtlarına karşılık veren anlamlarına gelir.
Mucîb
ism-i şerifine bütün canlıların bilhassa insanların azamî
ihtiyacı vardır. Her an, her nefes alış verişimizde bilinçli
veya bilinçsiz Rabb’ül âlemin’e münâcât ediyoruz. Mevlâ da
Mucîb ism-i şerifi ile icabet ediyor; değilse ne bir nefes
alabiliriz ne de aldığımız nefesi verebiliriz. Buna kıyasla
Mucîb ism-i şerifi ile bütün bedeni ihtiyaçlarımızı
karşılayan, halk edip lutfeden Mevlâ sebep kabul edendir. Meselâ
insanı yaratan Allah (c.c), erkekle kadının izdivacını sebep
ediyor ve böylece sebep kabul etmiş oluyor. Şüphesiz Allah
dilerse sebepsiz de yaratmaya kâdirdir (Âdem (a.s) ile İsa (a.s)’ı
yarattığı gibi). Tohumu toprağa ekiyorsun, bir nevî dua, münâcât
(fiilî dua) hükmünde bu yapılan iş, tohum, tarla, ekim işlemi
vs. sebep. Sebepleri yaratan da yine Yüce Mevlâ. Âdetullah,
murad-ı ilâhî gereği kul maddî manevî sebeplere yapışarak
gereken münâcâtını yapacak, Mevlâ da dilediği gibi icabet
edecektir. İnsa cüz’î iradesini kullanıp üzerine düşen
kulluk vazifesini ifa etmek kaydıyla gereken münâcâtını
yapacak, Yüce Mevlâ da küllî iradesiyle karşılık verecek.
Rahman olan Yüce Allah bu dünyada karşılıksız olarak da –kulluk
vazifesini yapmadan da- ihtiyaçlara icabet ediyor, bunca kâfir,
zâlim, nankör insanların da ihtiyaçlarını lutfediyor. Fakat bu
durum ancak dünyada geçerli; ukba için “Hâlbuki kâfirlerin
yalvarmaları boşunadır”1
buyurarak onların münâcâtlarının geçersiz ve karşılıksız
kalacağını yine Mevlâ, Kur’an-ı Kerîm’inde haber veriyor.
Başta
peygamberler olmak üzere bütün insanlara şamil olan münâcât
etme, emrini ve bilgisini, ilhamını ihsan eden Mucîb olan Yüce
Allah’tır (c.c). Kur’an-ı Kerîm, Mucîb ismini haber veren
mesajlarla doludur. Cümle varlıkların hâlî, kâlî, fiilî
münâcâtlarının tek melcei O’dur. Cümle varlık, hassaten
insan El-Mucîb ism-i şerifine hava kadar, su kadar daimî bir
surette muhtaçtır. Âdem (a.s) ile başlayan münâcâtların
Kur’an’da bize bildirilmesiyle O’na nasıl münâcât
edeceğimiz öğretiliyor. İşte birkaç örnek:
“Onlardan
bir kısmı da: Rabbimiz bize dünyada iyilik ver, ahirette de iyilik
ver. Bizi cehennem azabından koru!” 2
“Rabbimiz!
Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz!
Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme.
Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme! Bizi
affet! Bize acı! Sen bizim Mevlâ’mızsın. Kâfirler topluluğuna
karşı bize yardım et!” 3
“Ey
Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, “Rabbinize inanın!” diye imana
çağıran bir davetçiyi (Peygamber’i, Kur’an’ı) işittik,
hemen itaat ettik. Artık bizim günahlarımızı bağışla,
kötülüklerimizi ört, ruhumuzu iyilerle beraber al, ey Rabbimiz!”
4
Evet,
Mucîb ism-i şerifi hayatımızın her yönü ile irtibatlıdır.
Mevlâ, kâinattaki bütün canlılara Mucîb ismi ile sürekli
tecelli ediyor, bilhassa da insana. Çünkü en çok ihtiyaç sahibi
olan, insandır. Allah Teâlâ, bir ayet-i kerimede6,
göklerde ve yerde ne varsa insanların emrine verdiğini beyan
ediyor. Demek ki, insan, cismi küçük fakat ihtiyaçları büyük
bir varlık. Üstelik bu ihtiyaçlar sırf dünya hayatı ile de
sınırlı olmadığına göre ihtiyaçları, arzuları, emelleri
ebedlere kadar uzayıp gidiyor. İnsanın ukba hayatında dünyadan
daha çok ihtiyaçları olacağı da muhakkak. Şurası unutulmamalı:
“Hayır ve şer Allah’tan” diyerek hayrı ve şerri Rabb’ül
âlemin halkettiğine göre hayır peşinde olup hâlen, kâlen,
fiilen hayır talep edene de istediği şeyleri vermekle icabet
edeceğinin gerçeği ortaya çıkıyor.
Allah’la
kul arasındaki irtibatta Mucîb isminin diğer bir yönü ise:
Dua
bir davettir, çağırmadır. Kullar Allah’ı yardıma çağırıp,
davet ederler. Mevlâ da kendine iman eden kullarını icabet etmek
için adeta kendine davet eder.
Günde
beş vakit namaza dolayısıyla miraca
davet eder.
İmkânı
olanı hiç olmazsa ömründe bir kez hacca
yani beytine davet eder.
Senede
bir ay oruca
davet eder.
Malının
kırkta birini vermekle zekât
(temizlenmeye) davet eder.
“Allah
kullarını esenlik yurduna (cennete) çağırıyor.” 7
Cennete, rızasına, cemali ile şereflendirmeye vesile olması için
Kur’an’a uymaya, Hakk’ı tutup batılı terk etmeye, kötü,
mezmum sıfatlardan sıyrılıp sıfatullah ile sıfat-ı Resulullah
ile sıfatlanmaya, esma-i ilâhînin tecellîsine mazhariyete davet
eder.
Dünyaya
değer vermeyip ukba saadeti için sa’y etmeye, dünyalıkları bir
amaç değil araç olarak kullanıp ukba ticareti yapmaya davet eder.
Nefsin esaretinden kurtulup hakiki hürriyete, buhulden cömertliğe,
kibirden tevazua, isyandan itaate, cehaletten kurtulup bilgi sahibi
olmaya, süfliyattan ulviyata, cehenneme girmeye sebebiyet verecek
şeylerden cennetlere vasıl edecek yollara, amellere davet eder.
Velhasıl esfel-i sâfilinden âlâ-yı illiyyine davet eder. Bu
sadaya, bu ulvî davetlere icabet edenlere müjdeler olsun.
Mümine
yaraşan odur ki; Mucîb olan Rabbinin “Rabbinize yalvara yakara ve
gizlice dua edin. Bilesiniz ki O, haddi aşanları sevmez.” 8
buyruğuna icabet edip, “De ki: (kulluk ve) yalvarmanız olmasa,
Rabbim size ne diye değer versin?...” 9
ayetinin hükmünce kıymetinin Allah’a yalvarmakla artacağının
bilincinde olarak Hz. Peygamber’in (s.a.v) “Dua ibadetin özüdür”10
buyruğunca, bir nevi ibadet olan dua ve münâcâtları ile
kulluğunu ilan eder. Allah’ın dilemesinden gayri hiçbir şeye
kavuşamayacağının şuuru ile maddî manevî her türlü
ihtiyaçlara Mucîb ism-i şerifi ile cevap verdiğinin, yapılan
dualara karşılık verip tevbeleri de kabul edeceğinin müjdesini
veriyor.
Bilindiği
gibi Âdem (a.s), hata etmiş ve yaptığı hatadan pişman olarak
affolunması için hemen münâcâtta bulunmuş, Mevlâ da münâcâtına
icabet edip bağışlamıştır. Maddî-manevî, dünyevî-uhrevî
ihtiyaçlar içinde bulunan insan, bilhassa mü’min, sürekli
münâcât etme durumundadır. Uyanık ruhlar bunun bilincindedir.
Fakat gâfil ve âsiler her mevzuda olduğu gibi bu mevzuda da çok
önemli davranıştan bîhaberdirler. Kul yaptığı her salih
amelde, her güzel niyette, ibadet-ü tatta kabulü için münâcât
ettiği gibi her hata ve kusuru için, ihmal ettiği kulluk
vazifeleri, vaktinde kılmadığı namazı, isyan ve tuğyanları
için de Rabbine yalvarıp yakararak dua ve niyazlarla münâcât
eder, şahsının, ehlinin ve cümle müminleri, vatan ve milletinin
her türlü şerlerden korunması ve selâmeti için, maddî ve
manevî huzur ve sükûnun zuhuru için, imanın muhafazası
akıbetinin hayrı, sırattan selâmetle geçmek, Mevlâ’nın rıza
ve rıdvanına kavuşabilmek için, velhasıl sayılara, hesaplara
sığmayan dünyevî, uhrevî, maddî, manevî, nefsî, ruhî her
türlü ihtiyaçları, istekleri, temennileri Allah’a (c.c) arz
eder, kabulünü O’ndan talep eder, dua dua yalvarır, Yüce Mevlâ
da dilediği gibi icabet eder, lutfeder, ihsan eder.
Dua
ediyoruz duamız kabul olmuyor, diyenlere denilir ki; duanın kabul
olması başka, duaya icabet başkadır. Evet, her dua istenildiği
üzere kabul olunmayabilir. Fakat her duaya Mevlâ icabet eder, yani
o edilen duaya muhakkak karşılık verir.
Başta;
dua bir ibadettir, onda ecir vardır.
İkinci
olarak; belki dua kabul olunmuş, fakat zuhur etmesinin zamanı
gelmemiştir. Zamanı gelince istenilen şey zuhur eder.
Üçüncüsü;
Mevlâ bizim istediğimiz şekilde değil, belki daha güzel ve
faidelisini ihsan eder.
Dördüncüsü;
hiçbir şekilde vermez, karşılığını ahirete bırakır.
Hikmet-i
ilâhînin nasıl tecelli edeceği bilinmez. Fakat şu muhakkaktır
ki; her duaya, münâcâta icabet vardır, ne denli olduğunu Mevlâ
bilir.
Bir
husus daha var ki; insan cehaletinden dolayı gâfilâne, yersiz
münâcâtlarda bulunur. Mevlâ, lutf-u keremi ile karşılık
vermeyip iptal eder. Beddualar gibi, haram ve zararlı olup yararlı
olmayan şeylere sahip olmak için yapılan münâcâtlar gibi
duaları iptal eder. Nasıl ki çocuk zararlı bir şey istediğinde
ana baba zararının yararından çok olduğunu bildiği sürece onun
bu arzusunu yerine getirmez ve başka yararlı bir şey verirler,
aynen bunun gibi Mevlâ da kuluna zaman zaman istediğinin zıddını
verir. Kul bunun yararlı olduğunu bilmediği için dua kabul olmadı
diye tasalanır. Halbuki bu, onun istediği şeyden daha yararlıdır.
Doktora giden bir hasta kendi bildiği bir ilacı reçeteye yazmasını
istese o doktor da o ilacı yazmayıp daha faydalı başka ilaç
yazsa, bunu hasta için daha uygun olduğundan dolayı yapmıştır.
İşte Mevlâ da kulları için hep hayır murad eder ve
münâcâtlarına haklarında hayırlı olanla icabet eder. Kul hep
sıhhatli olmayı ister, Mevlâ bazen hastalıklar verir. Bu, onun
için daha hayırlıdır. Hastalıklar vasıta olur, kul münâcâtını
arttırır ve Rabbinin icabetine dolayısı ile de kurbiyete vesile
olur. Çünkü münâcât kulu Rabbine bağlayan bir bağ, bir
rabıtadır.
Mevlâ’nın
bazı dostları vardır ki, pek çok esma-i ilâhiyeye mazhar
oldukları gibi bu ism-i şerife de mazhardırlar, dualarına Mevlâ
daha çok icabet eder. Bu da kulun maneviyatının kuvvetine ruhunun
saffetine, niyetinin berraklığına göredir. Böyle aziz zatların
duası makbul olduğu için bunlardan dua etmeleri talep edilir.
Kula
düşen diğer bir husus da nasıl ki Mevlâ münâcâtlara cevap
veriyorsa kul da kendisine münâcât edildiğinde en uygunu ile
karşılık vermeli, imkânları nisbetinde, gücü yettiğince
talepleri geri çevirmeyip en güzeli ile icabet etmelidir. İnsanın
bütün ömrü hâlî, kâlî, fiilî dua ile sınırlıdır. Şuurlu
mümin bu hususu iyi değerlendirip Rabbiyle rabıtasını
münâcâtlarıyla kuvvetlendirmeye sa’y eder. Peygamberlerin
sünnetleri, duaları Kur’an’ın tezahürüdür.
Ya
mucibet da’avaât velhamdülillahi Rabbil âlemin.
1
Mü’min:50
2
Bakara:201
3
Bakara:286
4
Âl-i
İmran:183
5
Şuarâ:83
6
Casiye:13
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder