El-Kahhâr,
Mevlâ’nın esma-ül hüsnasından; her şeye her istediğini
yapacak surette galip ve hâkim, cezayı hak edenleri hak ettikleri
cezaya çarptırıp, kahredeceğini bildirin bir ism-i şerifidir.
Allah’ın
Rahman, Rahîm, Kerîm, Gafûr, Tevvâb, Afüv gibi isimlerinin
yanında Kahhar, Müntekim, Müzill (zelil edici) gibi ism-i
şerifleri de haktır. Kâinat kitabında cereyan eden hadiseler bir
tarafta cemâlî isimlerini olan Rahman, Rahîm, Bedi’, Aliyy gibi
isimlerinin tecellilerini gözler önüne sererken diğer taraftan da
celâlî isimleri olan Kahhar, Müntekim, Müzill gibi isimlerinin
zuhuratını gözler önüne sermektedir. Kur’an-ı Kerîm’i
bütün isimler bütün bu isimler ve sıfatlarla mücehhez kılan
Cenab-ı Hakk, bu isimlerin her birinin tecellisine mazhariyetin
nasıl ve neler olduğunu da Habîr ism-i şerifi ile insanoğluna
mesajlarını sunarak haber vermiştir.
Evet,
Er-Rahman olan Mevlâ çok merhametli olup cümle canlıların maddî
manevî tüm ihtiyaçlarını karşıladığı gibi; yine O Yüce
Mevlâ insanların ve cinlerin küfür ve isyanda ısrar eden, şer’î
hududları çiğneyen imansız, münâfık, mürted, fâsık,
cürümkâr, saygısız, edepsiz ve nankörleri de El-Kahhar ism-i
şerifi ile kahredeceğini Yüce Kuran’ında bildiriyor.
Kuran’a
baktığımızda, vicdanen kulak verilirse; görüp, işitip de
duygulanmamak imkânı var mı? Kuran’ın bir bölümü;
imansızlara, fâsıklara ve hayatını Kuran’ın düsturlarına
uygun yaşamayıp adeta güneşin karşısında gözünü kapayarak
kendini karanlıklara gömen kimsenin zulmette (karanlıkta) kalması
gibi; Kuran’ın ışığına, nuruna gözünü ve gönlünü
kapayarak zulmette kalanların akıbetlerini haber veriyor.
Böylece
insan, celâlin tecellisine nelerin sebep olduğunu haber veren
Mevlâ’nın bu haberlerini dikkate almaz ve batılda ısrar ederse
Kahhar ism-i şerifinin tecellisini üzerine çekmiş ve kendine
zulmetmiş olur. Şüphesiz ki insan küfrü veya isyanından dolayı
cezayı, kahrı kendisi talep etmiş ve dolayısıyla talep ettiği
cezaya kavuşturulmuş oluyor. Meselâ, zinanın hükm-ü ilâhîde
yasak olduğunu bildiren Mevlâ peşinen cezasını da hükme
bağlamış ve bu cezaya daha dünyada iken çarptırılacağını ve
eğer çarptırılmazsa ve tevbe etmezse, ukbâda ağır cezalara
müstahak olunacağını bildirmiştir ki; bu durumda kul kahr-ı
perişan olmaya kendisi sebebiyet vermiş ve adeta Mevlâ’nın
Kahhar kapısının tokmağını ısrarla çalmış, o kapıdan içeri
kendi arzusu ile girmiş demektir. Evet, kahreden Mevlâ’dır;
fakat talep edip yollarına düşen, sebeplere yapışıp hak eden ve
böylece Kahhar ism-i şerifinin tecellisine müstahak olan da kulun
kendisidir. Bütün haramları böylece telakki edebiliriz.
İnsanlara
Allah’ın bütün isimleri her kul için ayrı ayrı, az veya çok
tecelli eder. Bu hususta kula çok ciddi sorumluluklar, görevler
düşüyor. Bilindiği üzere Allah her şeyi sebeplere bağlamıştır.
İnsanın alâ-yı illiyyîne çıkmasını da, esfel-i safilîne
düşmesini de; aziz olmasını da, zelil olmasını da; değerli,
şerefli olmasını da, değersiz, hakir, şerefsiz olmasını da
sebeplere bağlayan Yüce Allah engin rahmetine sebebiyet verecek
şeylerin neler olduğunu belirttiği gibi kahrına sebebiyet verecek
şeylerin de neler olduğunu açıkça beyan etmiştir. Böylece
insana seçim hakkı tanıyıp “dilediğini seç ve dilediğin gibi
yaşa, sonunda bana döneceksin ve amellerinin karşılığını
eksiksiz göreceksin” buyuruyor. Bu çağrıya kulak vermeyen
insanların, tuğyan içerisinde hayatını tüketenlerin akıbetini
haber veren Mevlâ aynı zamanda daha dünyada iken bu tür
kavimlerin başına gelen elîm azaplarla kahrı perişan olduklarını
haber vererek ibret almaya davet ediyor. Nuh kavmini, Semud kavmini,
Musa (a.s) karşısında Firavun’un ve kavminin uğradıkları
çeşit çeşit felaketleri ve akıbetlerini ibret dolu tablolar
halinde haber verir ki, kullar isyan etmesinler, akıllarını
başlarına alıp istikamete gelsinler. Kuran’ın verdiği
haberlerden öğrendiğimiz, yeryüzünde kalıntılarını
gördüğümüz, geçmiş kavimlerin helâkı ile ilgili konularda
ise yine Rabbimizin celâli ile beraber müminler için cemâlini ve
bediî isimlerini iç içe görmemek mümkün değildir. Kuran’daki
kıssalar ne kadar ibret dolu ve ibret alanlar için celâlin içinde
cemâli saklı. Çünkü o hadiseler uyanık müminleri pek çok
güzelliklere sevk eder ve bu sayede Rabb’in cemâlinden,
kereminde, rahmetinden bol bol hisseyâb olmasına sebep olabilir.
İşte ayetler:
“Biz
hangi ülkeye bir peygamber gönderdiysek, ora halkını (peygambere
karşı başkaldırdıklarından ötürü bize) yalvarıp yakarsınlar
diye mutlaka yoksulluk ve darlıkla sıkmışızdır.”
“Sonra
kötülüğü (darlığı) değiştirip yerine iyilik (bolluk)
getirdik. Nihayet çoğaldılar ve “Atalarımız da böyle sıkıntı
ve sevinç yaşamışlardı” dediler. Biz de onları kendileri
farkına varmadan ansızın yakaladık.”
“O
(peygamberlerin gönderildiği) ülkelerin halkı inansalar ve
(günahtan) sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve
yerden nice bereket kapıları açardık, fakat yalanladılar, biz de
ettikleri yüzünden onları yakalayıverdik.” 1
“(Ey
Muhammed!) İşte bu, (halkı helak olmuş) memleketlerin
haberlerindendir. Biz onu sana anlatıyoruz; onlardan (bu güne kadar
izleri) kalan da vardır, biçilmiş ekin (gibi yok olan) da vardır.”
2
“Onlara
biz zulmetmedik; fakat onlar kendilerine zulmettiler…” 3
Kuran’da
geçmiş kavimlerin bu dünyada karşılaştıkları kahır
tecellilerinden bahsedildiği gibi; Allah’ın ahirete dönük kahır
tecellilerinin gözler önüne canlı tablolar halinde serildiği
ayetler de vardır:
“Rablerini
inkâr edenler için cehennem azabı vardır. O ne kötü dönüştür.”
“Oraya
atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı uğultuyu
işitirler.”
“Neredeyse
cehennem öfkesinden çatlayacak! Her ne zaman oraya bir topluluk
atılsa, onun bekçileri onlara: Size (bu azab ile) korkutucu bir
peygamber gelmemiş miydi? diye sorarlar.”
“Onlar
şöyle cevap verirler: Evet doğrusu bize (bu azap ile) korkutan bir
peygamber gelmişti; fakat biz (onu) yalan saymış ve “Allah’ın
bir şey gönderdiği yok; siz olsa olsa büyük bir sapıklık
içindesiniz!” demiştik.”
“Ve
şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık (şimdi)
şu alevli cehennemin mahkûmları arasında olmazdık! diye ilave
ederler.”
Bu
duruma düşmeye kendilerinin sebebiyet verdiğini itiraf
edeceklerini Kuran haber veriyor. Yine başka bir surede:
“Şüphesiz,
azgınların barınağı olacak cehennem pusuda beklemektedir.
(Azgınlar) orada çağlar boyu kalırlar, orada bir serinlik ya da
(susuzluk gideren) bir içecek tatmazlar, ancak (dünyada
yaptıklarına) uygun karşılık olarak kaynar su ve irin tadarlar.
Çünkü onlar hesap gününü(n geleceğini) ummazlardı. Bizim
ayetlerimizi yalanladıkça yalanlamışlardı.” 5
Ayet-i
kerimeler açık bir ifade ile bildiriyor ki; nankörlüğün,
itaatsizliğin karşılığı, bu sıfatlara uygun bir ceza ile
karşılaşmaktır. Kuran’da çeşitli ayetlerde, itaatsiz
asilerden ve mahşerdeki durumlarından haber verilirken huzurullahda
amellerinin karşılığı olarak Kahhar ism-i şerifinin
tecellilerini şöyle sıralamak mümkün:
O
cezayı hak eden bedbahtın önce Aziz ve Hakîm olan Allah’ın
ikabına (azarlaması), sonra tard etmesine (kovması), sonra da
zebanilere “Atın bunu cehenneme” diye emrederek kahr ve helâkına
maruz kalacağı bildirilmiştir.
Böylece,
Kahhar, Müntekim, Müzill gibi isimlerinin tecellisine müstahak
olma sonucu ayrı ayrı kahır tecellilerinin zuhur edeceği Kuran’da
kesin bir hüküm olarak bildirilmektedir.
Bilindiği
gibi azab hem maddîdir, hem de manevîdir. Yani cisme isabet eden
azab da vardır, ruha isabet eden azab da. Zahirî cehennem cisimlere
azab ederken, manevî cehennemin de ruhlara azab edeceği bir
gerçektir. Meselâ insan, bedenine gelen bir musibetin zararını,
azabını yine bedeni ile hisseder. Hastalığın veya zararın
keyfiyetine göre acı duyar. Bu misali biraz daha açacak olursak
–Allah korusun- kişinin herhangi bir uzvu yansa veya bir kaza
neticesi uzuvlarından bir veya birkaçı kaybedilse, bunun elemini
hissederek azaba duçar olmuştur ki, bu tür bir azab cismanîdir.
Ruhî
azaba gelince; meselâ kişi bir hata işler veya tedbirsiz bir iş
yapar ya da söylememesi gereken bir söz söyler. Böylece yaptığı
şey yüzünden insanlar arasında rezil, rüsva olur. Bunun için
kalbi, ruhu öyle sıkılır öyle bunalır ki; yer yarılsa içine
girsem diye temenni eder. İşte manevî cehenneme küçük bir
örnek.
Tebük
Seferi’ne mazereti olmadığı halde katılmayıp sonra da pişman
olan üç sahabînin sıkıntısını Kur’an-ı Kerîm’de Allah
Teâlâ ne güzel ifade eder:
“Ve
(seferden) geri bırakılan üç kişinin de (tevbelerini Allah kabul
etti). Yeryüzü, genişliğine rağmen onlara dar gelmiş,
vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah’tan
(O’nun azabından) yine Allah’a sığınmaktan başka çare
olmadığını anlamışlardı…” 6
Ukbâda
da yine iki türlü cehennemle karşılaşılacağının haberlerini
yine Yüce Mevlâ veriyor. Bir bedenî, cismanî azablara müstahak
olacaklarını, bir de nedâmet (pişmanlık) ateşinin azabına
müstahak olacaklarını muhtelif ayet-i kerimelerde beyan ediyor:
“O
gün kişi önceden yaptıklarına bakacak ve inkârcı kişi: Keşke
toprak olsaydım, diyecektir.” 7
Pek
çok ayetler açık beyanlarla en ince ayrıntılarıyla dünya ve
ukbâda azaba duçar olacak karakterleri ve azaba duçar olma
sebeplerini bildirmiştir. İşte birkaç örnek:
“Arkadan
çekiştirmeyi (hümeze), yüze karşı eğlenmeyi (lümeze) adet
edinen herkesin vay haline! O ki, mal toplamış ve onu sayıp
durmuştur. (O) malının kendisini ebedi kılacağını zanneder.
Hayır! Andolsun ki o, hutameye atılacaktır.” 8
Sûre,
veyl olsun o hümeze, lümeze yapanların küllisine, derken bir
itabla başlar, ukbâsını hesaba katmadan sürekli dünyası için
mal peşinde olan, para biriktirmekle hayatını tüketen
zavallıların akibetini bildirerek bu iki zümrenin de Kahhar ism-i
şerifinin tecellisi ile bir hükm-ü ilâhî olarak hutame’ye9
vasıl olacaklarını bildirir.
“Artık
şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez. Böyle iken onlara ne
oluyor ki, adeta aslandan ürküp kaçan yaban eşekleri gibi (hâlâ)
öğütten yüz çeviriyorlar?” 10
“Yaklaşan
gün hususunda onları uyar! Çünkü o anda dehşet içinde
yutkunurken yürekleri ağızlarına gelmiştir. Zalimlerin ne dostu
ne de sözü dinlenir şefaatçisi vardır.” 11
“Asla
(düşündükleri gibi değil)! Bilsinler ki; bu, gerçekten bir
ikazdır! Dileyen ondan (düşünüp) öğüt alır.” 12
Velhasıl;
kul, iradesini ne yönde kullanırsa o yönde inkişaf edecek ve
amellerinin neticesi olarak ya cemâlî isimlerinin tecellisi ile
cennetlere; ya da celâlî isimlerinin tecellisi ile cehenneme
girmeye hak kazanacak. Kul için bu iki yol da açıktır.
Cenab-ı
Hakk’ın her ismi kul üzerinde tecelli ettiğine göre Kahhar,
Müzill gibi isimlerden nasıl istifade edeceğiz?
Bu
soruya kısaca şöyle cevap verilebilir: Mümin aklını kullanır,
haberlere ve hadiselere iman ve irfan gözü ile bakarsa, Allah’ın
(c.c) bütün esmasında kendisi için pek çok faydalar, ibretler,
maslahatlar olduğunu idrak eder. Şunu unutmayalım ki; Allah’ın
(c.c) bir ismi de Bedî’dir. Yani her var ettiği varlıkta
muhakkak güzellikler mevcuttur. Celâlinin tecelli etmiş olduğu
bazı ürpertici nahoş şeylerin içinde muhakkak müminler için
faydalı, güzel yönler vardır. Allah’ın cemâlinde olduğu gibi
celâlinde de güzellikleri ve maslahatları olduğu bir gerçektir.
Mesela bir hadis-i şerifte Ebu Hureyre (r.a)’den, Resulullah
(s.a.v)’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Nefsim yed-i
kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, eğer (siz) günah
işleme(yip de Allah’tan mağfiret dileme)zseniz, (muhakkak) Allah
sizi götürür (yok eder) ve günah işleyerek Allah’tan mağfiret
dileyen bir kavmi getirir ve onları yarlığar.” 13
Hadisten anlaşılıyor ki, kul beşeriyet icabı hata işleyecek
fakat Rabbinin celâli karşısında korkup, pişman olup, aczini,
fakrını idrak ederek Rabbine rücû edecek ve Rabb-ül Âlemin de
kulunun bu tutumu karşısında, o boyun büküp özür dileyerek
gelen kulunu Tevvâb ismiyle karşılayıp Rahman ismiyle kuşatıp,
Gaffar, Afüvv, Kerim gibi pek çok isimlerinin tecellisiyle kuluna
muamelede bulunacak ki; bu durumdaki kul eğer celâl ismi ile
tanışmasaydı hatada, isyanda devam edecek, akıbeti hüsran
olacaktı.
Yeryüzündeki
bizce ürkütücü, korkutucu hadiseler, korkutucu yaratıklarda da
yine ferasetle bakılacak olursa pek çok güzellikler, maslahatlar,
ibretler, ikazlar olduğu görülür. Meselâ yılan, akrep gibi bizi
ürpertip içimize korku salan, dehşet veren varlıklar, korkunç
lâvlar püskürten yanardağlar, fırtına, zelzele ve daha nice
korkutucu hadiseler; hatta nefis ve şeytan gibi iki amansız
düşmanımız bile müminler için güzelliklere sebebiyet verecek
şeylerdir. Bunların pek çok faydalarından birkaç örnek verelim:
İnsanın
dünyaya geliş gayesi malum, imtihan olmak ve Rabb’e gereken
saygıyı, edebi, teslimiyeti sergileyip –biiznillah- imtihanı
başarıyla vermek.
İşte
bu hususta Celâl isminin tecellisi ile zuhura gelmiş olduğu
telakki edilen şeylerin mümin için gerekli, faydalı yönlerinden
-bir nebze de olsa- anladığımız şu ki: Yılan, akrep hatta fare
ve daha küçük bazı haşaratın, belki zahiren zararlı
olmalarıyla beraber faydalı yanlarının da olduğunda şüphe yok.
Çünkü Allah, faidesiz, abes hiçbir şey yaratmamıştır.
Manevi
yararlarına gelince: Mevlâ cehenneminden haber verirken cehennemin
nelerle dolu olduğu ve azabın değişik suretlerde tecelli
edeceğini de haber veriyor.
Kabir
azabını hak edenlerin berzah hayatının yılan, çıyan yuvası
olacağını, cehennemde de akreplerin, yılanların mevcudiyetini
Efendimiz (s.a.v) haber veriyor: “Muhakkak cehennemde deve boynu
gibi yılanlar vardır. Bir defa soktuğunda kırk sene onun acısı
hissedilir. Muhakkak cehennemde palanlı katırlar gibi akrepler
vardır. Bir defa ısırdığında kırk sene harareti duyulur.” 14
İşte
korkup dehşete kapıldığımız mahlûkatın yaratılış
hikmetlerinden biri de, kulları uyarıp cehennemden korunmaya vesile
kılınmış olmasıdır. Bu hikmetle bakmak, kul için Mevlâsının
pek çok lütuflarına mazhariyetine sebep olur. Böylece o celâl,
ferasetli mümini cemâlle buluşturur.
Ayrıca,
nefis ve şeytan da bir Celâl ve Kahhar tecellisini açıklarsa da;
yine ferasetli mümin için cennetlere girmesine vesile olan birer
varlık durumundadırlar.
Evet,
nefsini ve şeytanı tanıyan ve bu iki düşmanla verdiği savaşta
–biiznillah- galip gelen Hakk dostu, bu iki azılı düşmanı yere
sermiş ve böylece imtihanı vermiş olur. Böylece Yüce Allah’ın
“Sizin şer gibi gördüğünüz şeyler sizin için hayır
olabilir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir” 15
mesajının zuhuratını bütün çıplaklığı ile müşahede eder.
Görüldüğü
gibi Kur’an-ı Kerîm’de ve kâinat kitabında Rabb’ül
âleminin celâli ile kendini tanıtması mümine pek çok fayda
sağlayıp güzellikler getirmekte.
İsyanda
ısrar edenlerin akıbeti ise: İsyan ve tuğyanın (taşkınlık)
devam etmesiyle Kahhar isminin tecelli edeceği ve geri dönüşü
olmayan, içinden çıkılması mümkün olmayan azaplara müstahak
olunacağı ve bu hükmün Kahhar isminin tecellisi ile noktalanıp
zuhur edeceği haberi, ikazı mümin için bir nimet-i ilâhîdir.
Mümin bunu bilip, bunun içerisinde Rabbin Bediî ismini seyredip
Rabbine böyle bir uyarıda bulunduğu için minnettar olmalıdır.
Bir güzelliği görmesi ve idrak etmesi ile Kahhar ismi şerifi onun
için bir uyarıcı, güzel bir esma olarak tecelli etmiş olur.
Sonra Allah (c.c) Celâli ile Kahhar ismi ve benzeri esmasının
tecellileri ile bir taraftan inananları kirden, pastan
temizlenmeleri için ikaz edip, onların cennete ehil olmalarını
murad ederken; kâfirler, münafıklar, zalimler, asiler gibi hem
Rabb’ül âlemine karşı nankör, isyankâr olup; hem de mazlum
insanlara zulmedip haksızlık ederek fitne, fesat çıkararak
insanlarının huzurunu bozanları, bir moloz gibi, kokuşmuş
lâşeler gibi olan bu zalim nankörleri de yine lütf-u keremi
olarak cehennemine doldurup ehl-i imanı, ehl-i cenneti huzura
erdirecektir.
Kul,
Kahhar ism-i şerifinden yararlanır, yani o ismin tecellisi ile
imanlı mümin nefsin hevasını ve ünsiyet peyda etmiş olduğu
kötü tabiatını, kötü karakter ve çirkin vasıflarını bu
Kahhar ism-i şerifinin ziyası ile vesveselerini de yine bu yüce
ism-i şerifin tecellisi ile bozguna uğratıp şeytanı kahreder.
Akıllı
mümin celâllenecekse Hakk için celâllenir ve asıl kendi nefsinin
olumsuz tutumlarına celâllenir ve nefsini istikamete getirmeye say
u gayret gösterir.
Bu
anlayış içerisinde olan gayretli kulunu da Mevlâ; inayeti, lütf-u
keremi ile destekler. Böylece Celâl, Kahhar isimleri bir taraftan
bir kamçı gibi şerden uzaklaştırıp, hayra sevk ederken, diğer
yandan da en azılı iki düşmanı olan nefsin hevası ve şeytanın
hilelerinden korunmasına vesile olur. Şeytanı kahredip imtihanı
kazanmasında büyük rol oynar biiznillah.
Şu
dünyada var olan her şeyde ahıretin bir misali, bir numunesi
mevcuddur. Binlerce hikmetle yaratılan cümle varlıkta da hem
cemâlî, hem celâlî bin bir esmasının tecellilerinin zuhuratını
Mevlâ sergilemiş. Hepsinde ayrı ayrı ibretler, dersler, mesajlar,
işaretler, beşaretler vardır ki, hepsi de kulların menfaati
içindir.
Allah
basiretle gören göz, idrak eden kalp ve kafa ihsan etsin de cümle
isimlerinden bol bol yararlanmayı nasib etsin. Âmin.
9
çok
kıran, ufaltan; kendisini yalanlayanları çokça ezdiği, içine
döktüğü için, cehenneme de ıtlak edilmiştir (Kur’an-ı
Kerîm Lugatı, Timaş Yayınları)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder