El-Bâkî,
Allahü Zülcelâl’in varlığının sonu olmayan anlamına gelen
bir ism-i ilâhîsidir. El-Kadîm ism-i şerifine sonu olmamak
mülahazasıyla El-Bâkî denir. Bu mânâlara yakın El-Ezelî,
El-Ebedî sıfatları da vardır. El-Ezel, geçmişte başlangıcı
olmayan, Ebed de sonu olmayan demektir.
Allahü
Teâlâ’nın varlığı, imtidad1,
istimrar2,
ve devam bakımından zaman mefhumunun içine girmez. Çünkü zaman
denilen şey, kâinatın yaratılmış olduğu lahzalardan itibaren
kıyamete doğru akışın derecelerini gösteren bir mefhumdur. Şu
halde zaman yaratılmışlarla başlamıştır ve onlarla bitecektir.
Kâinat yokken zaman da yoktu, fakat Allah Teâlâ vardı. Kâinat
biter, zaman biter fakat Allah Bâkîdir. Allahü Zülcelâl’i bu
ism-i şerifi ile bir nebze tanıdıktan sonra bu ism-i şerifin
kâinatta, mahlûkatta, madde ve mânâ planındaki tecellisini
kavramaya çalışalım. Dileriz Yüce Mevlâ’dan bu sırdan bir
nebzecik olsun bizlere açar, inşallah.
Baktığımızda
da görüp anlıyoruz ki, her şey fani, yalnız Allah Bâkî. Allah,
El-Kadîm ve El-Bâkî. Bunlar ancak Allah’a mahsus
hususiyetlerdir. Fakat diğer esmasında olduğu gibi bu ism-i
şerifiyle de tecelli ettiği mahlûkat vardır. Dünya hayatının
fani olmasıyla birlikte ukba hayatının bâkî olduğunun haberleri
Kur’an’da verilmiştir. Bu haberlerden anlıyoruz ki, Bâkî
ism-i şerifiyle pek çok mahlûkatta tecelli etmiş ve edecektir.
Meselâ cisimler fani, fakat ruh bâkîdir. Bilindiği üzere ruha
ölüm yoktur. Nefesler bir bakıma fani olsa da onlar da bekaya
müteveccih olup el-Hafîz ism-i şerifi ile korunmaktadır ki, bâkî
âlemde her bir nefes geçirdiği ahval üzere keyfiyet kazanıp
şehadet âleminde kişinin ya lehine ya da aleyhine şehadet
edecektir. Bu açıdan baktığımızda görüyoruz ki, şu dünya
hayatında işlediğimiz hiç bir amel fena bulmuyor, adeta bâkî
âlemde bâkî meyveler vermek üzere muhafaza ediliyor.
Rabbimizi
isimleri ile en güzel tanıtan yine Allah’ın kelamı olan
Kur’an-ı Azîmüşşan’dır.
“Yeryüzünde
herkes fanidir. Celâl ve ikram sahibi Rabbinin zâtı ise bâkî
kalacaktır.” 3
“Allah
ile beraber başka hiçbir ilâha yalvarma. Ondan başka ilâh
yoktur. O’nun zâtı hariç her şey yok olacaktır. Hüküm
O’nundur ve hepiniz O’na döndürüleceksiniz.” 4
Bu
ve benzeri pek çok ayetler, Allah’ın bâkî olduğunu ilan
ederken, bazı ayet-i kerîmelerden de anlıyoruz ki, El-Bâkî ism-i
şerifi zâhirden ziyade bâtına yani ruha ait amellere tecelli
etmektedir.
Yine
Kur’an-ı Kerîm’e baktığımızda görüyoruz ki; fani ömür
bekâya müteveccihtir.
“Denildi
ki: Cehennemin kapılarına içinde ebediyen kalmak üzere giriniz.
Artık böbürlenenlerin yeri ne kötü!” 5
Bir
evvelki ayette (Zümer:71) kâfirlerin bölük bölük cehenneme
sürüldüğü ve bunun sebebi anlatılıyor.
“Ve
her nefis ne yapmış ise kendisine -karşılığı- ödenmiştir ve
O –hikmet sahibi Yaratıcı- ne yaptıklarını çok iyi bilendir.”
6
“Ve
kâfir olanlar bölük bölük cehenneme sürülmüşlerdir. Oraya
geldikleri zaman kapıları açılıverdi ve onlara bekçileri dedi
ki: Size içinizden Rabbinizin ayetlerini okuyan ve size bugüne
kavuşacağınızı ihtar eden peygamberler gelmedi mi? Dediler ki:
Evet. Fakat azap kelimesi kâfirler üzerine hak oldu.” 7
El-Hafîz
ismiyle bir nefesi bile zayi etmeyen Yüce Allah’ın, buradaki
amellerinin mukabili olarak kullara bâkî âlemde mükafat ya da
mücazat olarak karşılık vereceğini bu ayetlerden açık bir
şekilde anlıyoruz.
Surenin
devamında cennetliklerden ise şöyle bahsedilir:
“Ve
Rablerine karşı gelmekten sakınanlar ise cennete bölük bölük
sevkedildi. Oraya gelip kapılar açıldığında bekçileri onlara
dedi ki: Selâm size, tertemiz geldiniz. Artık buraya ebediyen
kalıcılar olmak üzere giriniz.” 8
“-Onlar
da- dediler ki: Hamd Allah’a mahsustur ki, bizim için vaadini
yerine getirdi ve bizi bu yere vâris kıldı. Cennetten dilediğimiz
yerde ikamet ediveririz. Artık ne güzeldir, -güzel- amel edenlerin
mükâfatı!” 9
Görüldüğü
gibi iman ve salih ameller ukbada bekâya dönüşüyor, bâkî
meyveler veriyor. Denilebilir ki, hayır ve şer, günah veya sevap,
bâkî meyveleri hâmildir, adeta özünde Bâkî ism-i şerifinin
tecellisine mazhar olma özelliğine sahiptir.
“كُلُّ
شَىْءٍ هَالِكٌ
اِلَّا
وَجْهَهُ
لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ "...
يآبآقى
آنْتَ آلبآقي
Bu
ayet ve cümle mühim bir hakikati ifade etmektedir.
İnsan
mahiyeti itibariyle mevcudatın hemen hemen ekserisi ile alâkadardır.
Onun muhabbet ettiği mevcudat kalıcı değildir, böylece insan
sürekli ayrılık acısı çekmekte, o hadsiz muhabbet, hadsiz azaba
medar olmaktadır. İnsanın o azabı çekmekteki kusur kendine
aittir, çünkü kalbindeki hadsiz istidad-ı muhabbet, Cemâl-i
Bâkî’ye malik bir zâta tevcih etmek için verilmiş, o insan ise
bu muhabbet istidadını su-i istimal ederek fani mevcudata sarf
etmiştir. İşte insan bu kusurunun cezasını firakın azabıyla
çekiyor. Aslında insanın kalbi ebed için yaratılmıştır. İnsan
bekâya müteveccih olan bu kalbinde masivaya yer vermeyip يآبآقى
آنْتَ آلبآقي
ferman-ı
Sübhaniyesinin nuruyla hadiselere bakmalı, fani âlemde geçirdiği
ömür sermayesine bâkî mührünü vurdurmaya gayret etmeli ve
bâkîyi fani olana tercih etmelidir.
Hayat
akıp giderken çok zaman nasıl geçtiğinin arkında olmayız.
Fakat o Yüce Mevlâ her nefesin ne hal üzere geçtiğini biliyor ve
adil bir şekilde karşılığını vereceğini haber veriyor. Zâhir
ahval bir yana kalblerden geçenleri, sinelerde gizli olanları,
gözlerin hain bakışını, niyetleri, emeller, arzuları velhasıl
gizli, aşikar her şeyi bilip en güzel bir şekilde karşılık
vereceğini ilan ediyor. -Gizli aşikâr, zâhir bâtın- bütün
güzel ameller, ihlâslı fiiliyatlar, saf niyetler adeta bâkî
alemin cennet yamaçlarına atılan tomurcuklardır ve o tomurcuklar
da يآبآقى
آنْتَ آلبآقي
mührünü
taşıyan, imanın şahitleridirler. Bâkîye gönül veren “Madem
Sen Bâkîsin, yeter, her şeye bedelsin, madem Sen varsın, her şey
var” der, fanilerin ardına düşmez, fani mahbubların zevali ile
fazla elem çekip kederlenmez. Bekâsı olmayan her şey elbette
fanidir, bir gün fena bulacaktır. İnsan, ömür sermayesini
masivayla zayi ederse bu nefesler fena mührü ile zayi olup gider
ki, sonu pişmanlık olan büyük bir aldanıştır. Akıllı insan
demeli ki, “madem o mahbublar fanidir ve beni bırakıp gidiyorlar
ve sonunda ancak elem veya nedamet kalıyor, öyleyse onlar beni
bırakmadan ben onları bırakayım ve bütün zerrelerimle يآبآقى
آنْتَ آلبآقي
diyerek
kalbimin, ruhumun Bâkî ism-i şerifinin tecellisine mazhar olması
için Rabbime yalvarayım”. Tam bir teslimiyetle يآبآقى
آنْتَ آلبآقي
‘yi
kalbine, ruhuna, cesedine dedirtip kamil bir iman içinde olmaya
gayret etmelidir.
Elbette
insana en lazım iş, en mühim vazife o Bâkî’ye karşı alâka
ve muhabbet peyda etmektir ve esmasına yapışmaktır. Çünkü Bâkî
yoluna sarf olunan her şey bir nevi bekâya mazhar olur.
Ey
insanlar! Fani, kısa, faydasız ömrünüzü bâkî, uzun, faideli,
meyvedar yapmak ister misiniz? Madem istemek insaniyetin iktizasıdır,
Bâki-i Hakîkî’nin yoluna sarf ediniz. Çünkü Bâkî’ye
müteveccih olan her şey bekânın cilvesine mazhar olur. Madem her
insan bekâya âşıktır, madem bu fani ömrü bâkî ömre tebdil
eden bir çare var ve manen çok üzün ömür hükmüne geçirmek
mümkündür, elbette insaniyeti sükut etmemiş bir insan o çareyi
arayacak, o imkânı bilfiil ele geçirmeye çalışacak ve tevfik-i
ilâhî ile hareket edecektir. İşte o çare, o reçete şudur:
Allah
için amel işleyiniz, Allah için görüşünüz, Allah için
çalışınız, Allah için seviniz, O’nun rızası dairesinde
hareket ediniz, istikameti koruyunuz, Hakk’ın rızasını maksat
edininiz. Bu takdirde sizin ömür sermayeniz bekâya müteveccih
olup ebedî bir ömre dönüşür.
Velhasıl
insanın ömrü de, dünyası da, gençliği de, sevdiği, değer
verdiği şeylerin tamamı da fanidir. Şu bir hakikat ki, insan bekâ
için yaratılmış değerli bir varlıktır. Bu fani dünya âlemine
gönderiliş sebebi ise bâkî hayatı kazanmaktır. Ya ebedî saadet
yurdu, aslî vatanı olan cennetleri kazanacak veya onu kaybedip
cehennemi hak edecektir. Cennet de cehennem de bâkîdir.
O
insan ki Bâkî bir zâtın Bâkî isminin cilvelerine ve nakışlarına
medar olacak bir suret, yetenek ve istidatta yaratılmıştır,
öyleyse onun hakiki vazifesi bütün cihazatı ve bütün
istidatlarıyla o Bâkî-i Sermedî’nin rızası dairesinde
esmasına yapışıp ebed yolunda o Bâkî’ye müteveccih olup,
O’na gitmektir.
يآبآقى
آنْتَ آلبآقي
-
هُوَ
آلبآقي
كُلُّ
شَىْءٍ هَالِكٌ
اِلَّا
وَجْهَهُلَهُ
الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
تُرْجَعُونَ وَجْهَهُ
1
Uzama, uzayıp gitme, uzun sürme
2
Sürüp gitme, devam etme
3
Rahman:26–27
4
Kasas:88
5
Zümer:72
6
Zümer:70
7
Zümer:71
8
Zümer:73
9
Zümer:74
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder