El-Mütekebbir,
Allah Teâlâ’nın esma-ül hüsnâsından bir ism-i şerifi ve
sıfat-ı uzmasıdır. Her şeyde, her hadisede büyüklüğünü
gösteren, büyüklük ve ululuk ancak zâtına mahsus olan
Allah’tır. Nitekim bir kudsî hadiste Yüce Allah (c.c)
mütekebbirleri tehdit sadedinde şöyle buyurur: “Kibriya benim
ridam, azamet ise benim izarımdır. Kim benimle bu mevzuda nizaya
kalkışırsa (onu baş aşağı getirir) cehenneme atarım.” 1
Kibriya
Allah’a has bir sıfattır, büyüklük ancak O’na mahsustur. Her
şeyin yaratıcısı, yaşatıcısı, idare edicisi, Malik’ül Mülk
(mülkün maliki) Allah’tır. Dilediğini dilediği gibi var eden
ve yine dilediğini dilediği zaman yok etmeye kâdir olandır ki,
büyüklük, ululuk yalnız Allah’a mahsustur. O Allah ki,
Hâlık’tır, gayrı her şey mahlûktur. Mahlûklar arasındaki
fark ise yine O Yüce Yaratıcı’nın vermesi, ihsan etmesi iledir
ve her hayır, her nimet yine O’na aittir, kulun kendine ait hiçbir
şeyi yoktur. Yüce Allah Kur’an-ı Kerîm’de muhtelif ayetlerde
kendi azametini ilan ediyor.
“تَبَارَكَ
الَّذِي بِيَدِه الْمُلْكُۘ وَهُوَ علٰى
كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌۙ”2
تَبَارَكَ
الَّذِي
diyerek
azametini, بِيَدِه
الْمُلْكُۘ
diyerek
mülkün yegane sahibi olup yed-i kudretinde olduğunu وَهُوَ
علٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ
diyerek
her şeye kâdir olduğunu ilan ediyor.
“Resulüm
de ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü
dilediğine verirsin ve dilediğinden geri alırsın. Dilediğini
yüceltir, dilediğini alçaltırsın. Her türlü iyilik senin
elindedir. Gerçekten sen her şeye kâdirsin. Geceyi gündüze
katar, gündüzü de geceye katarsın. Ölüden diri, diriden de
ölüyü çıkarırsın. Dilediğine sayısız rızık verirsin. ”
3
“Göklerde
ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır…” 4
“Muhakkak
Rabbiniz o Allah’tır ki gökleri ve yeri altı gün içinde
yarattı. Sonra arş üzerine istivâ buyurdu. Geceyi gündüze
örtüverir, onu çabuk çabuk arar, takib eder. Güneşi de, ayı
da, yıldızları da emrine boyun eğmiş olarak yaratmıştır. İyi
bilmelidir ki, yaratmak da emir de O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi
olan Allah Teâlâ pek yücedir.” 5
Hâlık
O’dur, Kâdir, Muktedir O’dur, Mâlik O’dur, Melîk O’dur,
Hakem, Hayy ve Mümît O’dur. لَا
حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللَّهِ
olan
Allah ki ululuk, azamet O’na mahsustur. Allahü ekber diyerek
büyüklüğün Allah’a has bir sıfat olduğunu her mahlûk hâl
diliyle ikrar eder, ilan eder. Bunun aksini düşünmek zındıklıktır,
dinsizliktir veya akıl noksanlığındandır. Başta insanlar olmak
üzere mahlûkatta bazı farklılıklar söz konusu olsa da bunlar
yine o kişilerin veya varlıkların kendilerine has bir durum
olmayıp pek çok hikmetlere binaen Yüce Yaratıcı’nın
ihsanları, ikramlarıdır ki bu nimetler asla kendilerine ait
olmayıp Rabb’ül âlemin’in emanetleridir. Sahibi Allah’tır.
Kim bu üstünlükleri, faziletleri kendine mal eder de ucba, kibre,
riyaya düşerse maazallah bu nimetler kendisi için birer mihnet
olup cezaya sebep olur. Meselâ bir insan düşünelim ki, zekâsı
kuvvetli. Bu kişi zekâsının kuvvetiyle, diğer kişi fizik
güzelliğiyle, bir diğeri soyu sopu ile, makam, rütbe veya
dindarlığı ile vb. maddî manevî neye malikse bunları kendine
mal edip bunlarla kendini beğenmesi ile ucba, kibre düşer ki bu
sebeple cezayı hak etmiş olacağını Yüce Allah haber veriyor.
Büyüklük
Allah’a mahsustur, insanlar ve diğer varlıklar arasındaki
farklılıklar ise başta da denildiği gibi hikmete binaendir.
Allah’ın dağıtımındaki değişikliklerdir ki, hepsinin hâlıkı,
sahibi, maliki yine Allah’tır. İnsanların en âlîsi, en
şereflisi peygamberlerdir ki, onlar dahi asla büyüklük iddiasında
bulunmamışlar, hep tevazu üzere olup “Biz de bir beşeriz, ancak
Allah’ın bize takdir ettiği tebliğ vazifesi ile görevli
kullarız” diyerek her dem kul olduklarının şuuru ile üzerlerine
düşen kulluk vazifesini ifa ederek en güzel örnekler olmuşlardır.
En
akıllı varlık olan insan bir düşünse, zerre kadar kibirlenmeye
hakkı olmadığını vicdanı ona söyleyecektir. Hiç yoktan var
oluşu, şu dünyaya gelişi, bütün ihtiyaçlarının
yaratılmasından acaba ne türlü bir dahli var, bir hücre ile
başlayan mevcudiyeti, büyüyüp gelişmesi, istifadesine sunulan şu
küre-i arz, hava, güneş vs. bunların sağlayan kim? Gözüm,
kulağım, elim, ayağım, aklım, fikrim, kalbim, kafam diyoruz,
bunları nerede bulduk, nereden satın aldık, hiç düşündük mü?
Bu mülke nailiyet nasıl oldu? Mülkün sahibi Yüce Allah hiç
hakkımız olmadığı halde bize mülkiyet hakkı tanımış geçici
olarak. Her şeyin asıl sahibi Yüce Hâlık Teâlâ’dır, hiç
kimsenin hak iddia edip kibirlenmeye hakkı yoktur. Kimin malı ile
kime kibirlendiğini sorarlar insana, emaneten verilmiş şu beden
ülkesi ve bu cismin ihtiyaçlarının bahşedilmesi ki Yüce
Hâlık’ın takdiri ve lütf-u ilâhîsidir ve hepsi emanettir.
Sahibi bir gün takdir edilen zaman gelince bu emanetlerin nasıl ve
nerelerde kullanıldığını soracaktır. Evet, bunca emanete
hıyanet edenler cezasını çekecek, emaneti yerinde, sahibinin
bildirdiği, istediği yerde kullanıp bahşedilen nimetlerin hakkını
gözetenlere de yenileri ve daha güzelleri ile mükâfat verilecek
ve hatta onlar Allah’ın fazlından ödül üstü ödüllerle
ödüllendirileceklerdir.
İşte
Allah, dünyada kendine mal etmeyip kibirlenmeyen, her varlığı
Rabbinden bilip haddi aşmayan mütevazı kula verilen fani mülkü,
ahırette Bâkî isminin tecellisi ile bâkîleştirip o kulu sonsuz
ikramlarına nail edecektir. Hem de o kula orada mülkiyet hakkı
tanınıp ebedî mülk sahibi olma şerefi verilecektir.
Kibrin
şeytan sıfatı olduğu ve şeytanın başına gelenlerin kibrinden
geldiği unutulmamalıdır. Yine aynı zamanda kibirlenenlerin
kâfirler güruhu olduğunu Kur’an-ı Kerîm muhtelif ayetlerinde
bildiriyor ki, kâfirlerin ekserisinin iman etmeyişlerinin sebebi de
kibirdir. Hatta Efendimiz (s.a.v)’in amcası Ebu Talib’in dahi
kibrinden dolayı iman etmediği rivayetleri mevcuttur.
Evet,
kibir çok tehlikeli bir vasıftır, bir yerde şirke sebebiyet verir
ki mülk sahibinin mülkünde ortaklık iddiası mânâsı çıkar.
Nefis daima kibre meyyaldir, bilhassa emmare ve levvame olan nefsin
hamlığı, cehaleti kendinde varlık görmesine sebep olur.
Resulullah’a
bir adamın iyiliğinden bahsettiler. Günün birinde adam karşıdan
gelirken Resulullah’a: “Sözünü ettiğimiz işte bu adamdır”
dediler. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) buyurdu ki: “Onun yüzünde
şeytana ait bir leke görüyorum.” Adam geldi, selam verdi,
oturdu. Sevgili Peygamberimiz buyurdu ki: “Allah için sana
sorduğum şeye doğru cevap ver. Şuradan gelirken, bu topluluk
içinde benden daha üstün kimse yoktur, diye bir şey geçti mi?”
Adam dedi ki: “Evet ya Resulullah” Resulullah (s.a.v)
peygamberlik nuruyla bakınca, o adamın kalbinden geçen kötü
duyguyu yüzünde bir siyah leke olarak gördü. 6
Kibirlenenlerin
durumu Kur’an-ı Kerîm’de açık ifadelerle bildirilir ki,
bunlardan Musa (a.s)’ın karşısında Firavun’un durumu, İbrahim
(a.s) karşısında Nemrud’un ve etbaının durumları, Nuh (a.s)
karşısında başta evladı da olmak üzere kavminin durumu, malıyla
kibirlenen Karun’un yere batışı, Efendimiz (s.a.v)’in
karşısında kavim ve kabilesinden kibirlenip İslâm’dan mahrum
olan küffarın durumları calib-i dikkatir. Bu Kur’an mesajları
kibirlilerin ahıretteki durumlarının daha da şedid olacağını
bildirir. Efendimiz (s.a.v)’in bu konu ile ilgili uyarıcı hadis-i
şerifleri çoktur.
Abdullah
bin Mes’ud (r.a)’den rivayetle:
“Kalbinde
zerre kadar kibir olan kimse cennete giremez.” 7
“Kibir
havasından Allah’a sığınırım.” 8
Azamet-i
ilâhi karşısında kibirlenmek, büyüklük taslamak adeta bir
mecnunluktur denilebilir. İnsanoğlunun aczini, fakrını, hiçliğini
bildiren ayetler ve çeşitli hadiseler büyüklüğün yalnız ve
yalnız Allah’a ait olduğunu anlatır. Depremlerle saniyelerle
ifade edile zaman dilimlerinde mal, can nasıl da yerle yeksan
oluyor, sel felaketleri, kasırga, yangın, kazalar vs. bir anda her
şeyi alıp götürüyor. Malik-ül Mülk olan Allah (c.c) mülkünde
dilediği gibi tasarruf ediyor ve insan takdir-i ilâhî karşısında
aciz kalıyor. Öyle ise kula düşen haddini bilip azamet-i ilâhî
karşısında Mütekebbir olan Rabbine karşı tevazu içinde olup
asla kibirlenmemektir. Veysel Karanî Hz. gibi “Ente Hâlık, ene
mahlûk, ente Azîz ene zelîl, ente Bâkî ene fani, Ente Rezzak ene
merzuk, Ente’ş-Şâfî, ene mariz, ente Kavî ene zaif, ente Hayy
ene meyyit, ente Ganî ene fakir, ente Kerîm ene leim” gibi hisler
içinde olup aczini, fakrını ilan edip tevazuu elden bırakmamalı.
Ya
Rabbi bizleri kibirden muhafaza eyle. Âmin.
1
Ebu
Davut, Libas 26, İbn. Mace, Zühd 16
2
Mülk:1
3
Âl-i
İmran:26–27
4
Nisa:131
5
Araf:54
6
Riyazü’s-Salihin
7
Riyazü’s-Salihin,
614 no’lu hadis
8
Kimyay-ı
Saadet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder