El-Mümin
Allah Teâlâ’nın 99 ismindendir. Gönüllerde iman ışığı
uyandıran; kendine sığınanlara aman verip onları koruyan,
rahatlatan manalarına gelen Mümin ismi şerifi ile Allah (c.c)
kalblere iman bağışlıyor ve kalbi imana ısındırıyor da
denebilir. Evet, imanı bahşeden Yüce Allah’tır. Mümin ismi
şerifi ile tecelli etmese kimse iman etmeye muktedir olamaz.
İman
Allah’ın en büyük nimetlerindendir. Eğer Allah (c.c) bir kuluna
iman nasip etmemişse, onu hiç kimse imana getiremez. İman sahibi
kul daima “Elhamdülillâhi alâ dinil İslâm ve alâ tevfikil
iman ve alâ hidayetir-Rahman” diye bu büyük ikramdan dolayı
Allah Teâlâ’ya hamd-ü sena etmelidir.
Bu
ismi şerifin tecellisi ile imanı bahşeden Mevlâ, aynı zamanda
müminin kalbine huzuru, sükûnu da bu ismin tecellisi olarak
lutfetmiştir. Kula düşen, bu ismin tecellisinin üzerinde kuvvet
bulması için ve bu ismi şeriften bol bol yararlanması için
davranışlarına, tutumuna dikkat etmesidir ki, imanı kuvvet
kazansın. Herşeyi sebeplere bağlayan Yüce Allah, bilindiği üzere
imanın kemalini ve bu esmasının tecelli kuvvetini de yine
sebeplere bağlamıştır ve bu sebeplerin neler olduğunu, kula
düşen yönünü Kur’an-ı Kerîm’de açık seçik bildirmiştir.
Ve her konuda rehber olan Resûl-ü Zîşan (s.a.v), bu konuda da en
güzel örnek olup hâli, kâli, fiili ile imanda kemale giden
yolları sergilemiştir.
Mümin
ismi şerifinin tecellisi ile zuhura gelen iman nuru nedir ve nelere
imandır?
Başta
temel kaide olarak iman,
amentüye imandır. Yani 6 kaideye iman ki buna imanın şartları
denir. Amentü billahi (Allah’a),
ve melaiketihi (meleklere),
ve kütübihi (kitaplara),
ve resulihi (resullere),
velyevmil ahiri (ahiret
gününe),
ve bilkaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teâlâ (kadere,
hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna
iman).
Bir insanın mümin olabilmesi için bu altı ana kaideye inanması
şarttır. Bu da kalb ile tasdik, dil ile ikrarla geçerli olur.
Böyle
bir imana nail olan kimseye düşen pek çok sorumluluklar vardır:
1)
Başta inandığı Rabbini tanımaya çalışmak.
2)
Meleklerin keyfiyeti, vazifeleri hakkında kısmen de olsa bilgi
sahibi olmak.
3)
Kitaplar hakkında bilgi sahibi olmak.
Semavi
kitaplar dediğimiz Yüce Allah tarafından insanlara gönderilen
kitaplar ki, Kur’an-ı Kerîm bunları bildiriyor. Kur’an nazil
olunca diğer kitapların hükmünün yürürlükten kalkmış
olduğunu Mevlâmız ve Peygamberimiz (s.a.v) bildiriyor. Şu halde
müminler olarak bizim tanımamız gereken kitap Kur’an-ı
Kerîm’dir.
4)
Allah’ın, kullarına rehberler olarak gönderdiği peygamberleri
tanımak.
5)
Ahiretin mevcudiyetine inanmakla beraber, keyfiyeti hakkında bilgi
sahibi olmak.
6)
Kader, hayır ve şer hakkında da bilgi sahibi olmak ve iman
ettiğimiz şeyin sırrına vakıf olmak. –Allah’ın dilediği
kadar-.
Evet,
insan bir şeye hakikaten inanıyor, kalbi ile bu inancını tasdik
edip, dili ile de ikrar ediyorsa, iman ettiği mevzularda malumat
sahibi olması ve bunları yakînen tanıması gerekir muhakkak. Aksi
takdirde, tanımadığı bir şeye “inandım” demesi ve bu
kadarcık bir ışığın devamı, bir hayal olabilir ancak.
İnsan,
cüz-i iradesini kullanıp inandığı Rabbini, Kur’an’ı,
Resul’ü, melekleri, ahireti, kaderi öğrenmeye, tanımaya
çalışacak; Mevlâ da külli iradesi ile kulunu destekleyerek
imanını kuvvetlendirecektir. Peşinen verilen iman kandili, kulun
cehdi, gayreti ve ciddiyeti nisbetinde kuvvetlenecek; yine Mevlâ’nın
lütfu keremi ile o nurlu isim kalblere tecelli ede ede, orada iman
güneşi doğacaktır. Hepsinde olduğu gibi, bu isimde de kula ciddi
vazife düşüyor ki, bu ismi şerifin nuru kalblerde makes bulsun.
Değilse, yalnız “inandım” demesi, inandığı şeyi tanımaması
ve Kur’an bir vadide kendisi bir başka vadide yaşaması, ona
yabancı kalması, pek geçerli bir iman olmasa gerek. Mevlâ
kalblere bu ima kandilini yakmış fakat bu kandili kuvvetlendirip
yararlı hale getirmeyi de kulun iradesine tevdi etmiştir ve
yollarını göstermiştir. Pek çok sebepler halk etmiştir. Kul,
üzerine düşen sorumluluğunu müdrik olup, gereken sebeplere
yapışır; zorluklara, zahmetlere bu uğurda göğüs gererse
inşallah, Mevlâ da bu nurlu isminin tecellisi ile o kulun imanına
kuvvet bahşeder.
Her
şeyin bir temeli, her ağacın bir kökü olduğu gibi, İslâm’ın
şartlarının yerine getirilmesinin temeli ve salih amel
işleyebilme, masiyetten uzak kalabilmenin şartı ve temeli de iman
kuvvetine bağlıdır. Temel ne nisbette kuvvetli olursa, amelde o
nisbette kevvetli, salih, saf, duru olur. Hastalıklı bir ağacın
meyvelerinin de muhakkak çürük olacağı malumdur. Temeli yetersiz
bir bina, her an yıkılmaya mahkûmdur. Bunlar gibi iman zayıflığı
da çok tehlikeli olup mazallah sönmeye mahkûmdur. Kur’an, uzun
süre sırf iman üzerinde durmuş, senelerce imanı içeren ayetler
nazil olmuş; iman gönüllerde makes bulunca, amelî ve ahlakî
konuları içeren ayetler nazil olmuştur.
Meselâ
namaz bilindiği üzere, Mirac’da Efendimiz (s.a.v)’e bizzat
Rabb’ül Âlemin tarafından tebliğ edilmiş ve Ümmet-i
Muhammed’e farz kılınmış mukaddes bir görevdir. İçki yasağı,
Medine’ye hicretten sonra gelmiştir. Tesettür ayeti yine Medine
devrinde nazil olmuştur. Velhasıl önce iman üzerinde senelerce
durulmuş, bu iman konusu kuvvet bulduktan sonra diğer konulara
geçilmiştir. Konuya bu açıdan bakacak olursak imanın kuvvetli
olması en mühim meseledir diyebiliriz.
Hiçbir
şeyde sebeplere yapışmadan hedefe ulaşılmadığı veya kemale
erip istenilen semere elde edilemediği gibi, maneviyatın temeli ve
nüvesi olan imanın da kendi kendine güçlenmesi, kemale ermesi
mümkün değildir.
Bu
konu ile ilgili Yüce Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
“O
kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar
ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir. Onlar gayba
inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah
yolunda harcarlar. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce
indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar. İşte
onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa
erenler de ancak onlardır” 1
Bu
ayetlerden açık bir şekilde anlaşılıyor ki; Kur’an inananlara
bir rehberdir ve bu rehbere uyanları da cennetle müjdeleyici bir
Hakk kelamıdır.
Yine
ayette buyruluyor:
“İyilik,
yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl
iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah'a, ahiret gününe,
meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah'ın rızasını
gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara,
dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât
verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı,
hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu
vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler ancak onlardır!” 2
Bu
ayetten de anlaşılıyor ki; kişinin iman onu doğruya, güzele,
hakka itaate ve dolayısı ile kemale götürüyorsa, o geçerli
imandır; aksi takdirde iman ettiği halde imansız gibi karakter,
isyan sergiliyorsa, bu iman ya çok zayıf ya da geçersizdir.
Cenab-ı Hakk şöyle buyurur:
“Hem
bilin ki, içinizde Allah'ın elçisi vardır. Şayet o, birçok
işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size
imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize sindirmiştir. Küfrü,
fıskı ve isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru
yolda olanlar bunlardır. Bu, Allah'tan bir lütuf ve nimettir. Allah
alîmdir, hakîmdir.” 3
Bu
ayetlerde Mevlâ açık bir surette bildiriyor ki; imanı gönüllere
sindiren, sevdiren ve küfrü, fısk-u fücuru da çirkin göstermiş
olan ancak Allah’tır. Bu, Allah’ın bir lütfudur, diyerek,
Mümin ismi şerifinin kalblerinde tecelli ettiği kimselerin
müminler olduğunu ilan ediyor. İşte böylece inanmış, bu lütfa
mazhar olmuş iman sahiplerine de pek çok sorumlulukları olduğunu
ve bu imanlı kişilerin vasıflarının, karakterlerinin ve
sorumluluklarının neler olduğunu en ince ayrıntıları ile
Kur’an-ı Azim’üş-Şan’da bildiriyor.
Anlaşıldığı
gibi Mevlâ’nın, bir lütuf olarak kalblere yaktığı iman ışığı
ile Kur’an’ı tanıyıp mümine has hüküm ve sorumlulukları
yakinen öğrenip uygulamaya geçmek, müminin en başta gelen
görevidir. Böylece iman ışığı bu sayede biiznillah sahibine
yararlı olup, onun kemale ermesine sebep olacaktır. Pek çok
ayetlerde Mevlâ hususi olarak iman eden kullarına mesajlar vaz
ediyor. Evet, bilindiği üzere hususiyet taşıyan bu mesajlarda:
“يَآ
اىُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُو
”,
yani mealen “Ey iman edenler” diye söze başlıyor. İmanlı
kula düşen bu mesajlara dikkat kesilip, iyice öğrenip üzerine
düşeni bi hakkın edaya say u gayret etmesidir ki; imanı kuvvet
bulsun.
“Aralarında
hüküm vermesi için Allah'a ve Resûlüne davet edildiklerinde,
müminlerin sözü ancak "İşittik ve itaat ettik"
demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir. Her kim
Allah'a ve Resûlüne itaat eder, Allah'a saygı duyar ve O'ndan
sakınırsa, işte asıl bunlar mutluluğa erenlerdir.” 4
“İman
edenlerin Allah'ı anma ve O'ndan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin
ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine
kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman
geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan birçoğu fasıklardır.”
5
Bu
ayet-i kerime ile Mevlâ, iman bahşettiği kullarını ikaz ediyor
ve bir teşvik ve itabın yanısıra ilâhî emirlere icabet etmeyip
gaflette kalan müminlerin iman ettiği Kitab’ı tanımama ve
ondaki gerçeklerden bîhaber kalmakla kalblerinin kararacağı ve o
iman kandilinin dahi söneceğine işaret ederek, zikirden uzak kalıp
Hakk’a boyun eğmeyenlerin akıbetinden örnek veriyor.
İman
gibi bir hazineye mazhar olan mümin, bu nimetin hakkını koruyup
üzerine düşen kulluk mesuliyetini müdrik olup bu iman ışığı
ile hak ve hakikat yollarına düşecektir. Bu nimeti korumadığı
ve zayi ettiği takdirde mürted olacağından korkulur mazallah ki,
mürtedlerin durumu malumdur. Yüce Allah’ın bu lütfuna mazhar
oldukları halde kıymetini bilmeyip zayi ettiklerinden dolayı nimet
ellerinden çıkmıştır. Aziz olacakları yerde zelil olmuşlardır.
O nimet vasıtasıyla a’lâyı illiyyine çıkacakları yerde,
nimete nankörlükleri hasebiyle esfel-i safiline yuvarlanmış, ya
mürted ya da fasıklardan olmuşlardır.
İmanı
bir örnekle yorumlayacak olursak; onu bütün güzellikleri, cümle
hayırları içerisinde cem eden bir çekirdeğe benzetebiliriz.
Mevlâmız, lütfu ilahisi olarak onu insana vermiştir ki, bir ağaç
olup meyve ve hâsılat verecektir. İşte kim bu çekirdeğe sahip
oldu ise, ona düşen görev, o çekirdeğin ağaç olması için
gereken sebeplere yapışıp, cüz’i iradesini yerli yerinde
kullanmasıdır. Mevlâ da külli iradesini kullanacaktır ve o
çekirdek ağaç olup meyve verecektir, Mevlâ’nın lütfu keremi
olarak. Yoksa çekirdek durduğu yerde ağaç değil, hiçbir şey
olmayacağı gibi çürümeye de mahkûmdur. Aynen böyle imanın
kuvvetlenmesi ve o iman çekirdeğinden meydana gelecek bütün
güzelliklerin zuhuru lazım ki; imanın hakkı korunmuş, istenilen
netice zuhur etmiş olsun.
İmanı
bir ışığa benzetecek olursak, o kandili yakan Mevlâ’dır.
Kulun üzerine düşeni yerine getirmesi ile o kandil adeta güneş
gibi ışığı kuvvetlenip müminin dünya ve ukbasını
aydınlatacaktır. İnandığı Kur’an-ı Kerîm’i iyi tanıması,
icmâlî imandan6
tafsilî imana7
geçmesi, öğrendiğini hayata geçirmesi ile kuvvet kazanacaktır
biiznillah. Kur’an-ı Kerîm’de Allah Teâlâ pek çok ayetleri
ile müminlerin kimler olduğunu yani vasıflarını bildiriyor,
Müminun Suresi’nin ilk on bir ayetinde bu vasıflar şöyle
sıralanmıştır:
1)
Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir;
2)
Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler;
3)
Onlar
ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler;
4)
Onlar
ki, zekâtı verirler;
5)
Ve
onlar ki, iffetlerini korurlar;
6)
Ancak
eşleri ve ellerinin sahip olduğu (câriyeleri) hariç. (Bunlarla
ilişkilerden dolayı) kınanmış değillerdir.
7)
Şu
halde, kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar, haddi aşan
kimselerdir.
8)
Yine
onlar (o müminler) ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler;
9)
Ve
onlar ki, namazlarına devam ederler.
10)
İşte,
asıl bunlar vâris olacaklardır;
11)
(Evet) Firdevs'e vâris olan bu kimseler, orada ebedî kalıcıdırlar.
Bu
ve benzeri ayetler, müminde olması gereken vasıfları haber
veriyor ki; mümine yaraşan, bütün bu güzellikleri kalbinde cem
edip, bu vasıfları fiilleri ile sergilesin. Bu da imanda ciddiyet
ister.
“Ey
iman edenler! Allah'tan korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına
baksın. Allah'tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan
haberdardır. Allah'ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da onlara
kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan
kimselerdir.” 8
Kur’an
benzeri ayetlerle doludur, Yüce Rabbimiz kullarını başıboş
bırakmamıştır.
İman
adeta bir binanın temeli gibidir ki; temel sadece binayı zemine
oturtmak için vardır. Eğer bina yapılmazsa, temelin bir
fonksiyonu kalmaz. Çekirdek, toprağa ekilip ağaç olması için
vardır, aksi takdirde hiçbir şeye yaramaz. Işığa dönüşen
elektriğin kablolarında kopukluk olursa hiçbir işe yaramaz.
Misalleri çoğaltabiliriz. Bir lütf-u ilâhî olan dünya ve ukba
güzelliklerini, tüm değerli vasıfları içinde toplayan, adeta
cennet ve değer ölçülerini özünde toplamış, insana verilen
iman kadar büyük bir servet, bir devlet, bir hazine düşünülemez.
Bu konuda ne söylense hakikatin yanında cılız kalır. Dileriz
Yüce Mevlâ’dan, bu nimetin kadrini idrak ettirsin. Âmin. İmanda
kuvvetlenerek ilmel yakin, aynel yakin, hakkal yakine erme şerefine
mazhar eylesin Rabbimiz. Âmin. Bi hürmeti seyyidil mürselin
velhamdülillahi Rabb’ül âlemin.
İlmel
yakin, aynel yakin ve hakkal yakini bir örnekle bir nebze anlamaya
çalışalım. Meselâ bir memlekette herhangi bir vukuat olmuş,
deprem gibi, sel felaketi veya salgın hastalıklar gibi vs. Bu
haberi doğru kaynaklardan duyduk ve şüphesiz inandık. Bu ilmel
yakindir. İkincisi, bu haberi duymakla beraber televizyon
ekranlarında seyrettik. Bu da aynel yakindir. Üçüncüsü olan
hakkal yakinde ise biz de içerisinde yaşadık. İşte bu üç yolla
edinilen bilgi, insan üzerinde nasıl bir tesir bırakır, malumdur.
Birincisi olan habere nazaran görerek öğrenme daha etkili olduğu
gibi, ikinciye nazaran da içinde yaşama daha kuvvetlidir. Bu
misalde olduğu gibi, iman kuvvetlendikçe, insan üzerindeki etkisi
de o nisbette kuvvet bulur. Ciddi meselelerde ciddi tavır takınır.
Her
konuda olduğu gibi bu konuda da hakkıyla hakkal yakine eren
Efendimiz (s.a.v) olmuştur. Evet, Yüce Resul (s.a.v), Rabbinden
aldığı vahyi Mirac’da görüp içinde yaşayarak olaylara vakıf
olmuştur. Yüce Allah, Habibine vahyettiği ve kullara tebliğ
etmesini emrettiği haberleri Mirac Hadisesinde bir mucize-i nebevî
olarak göstermiştir. Evet, cenneti, cehennemi, hayrı, şerri,
cümle varlıkları göstermiş; O’nu sınırlı dünyadan alıp,
sınırsız âlemlerine seyahat ettirerek iman ettiği gaybî
meseleleri göstermiş ve hakkal yakinde doruğa ulaştırmıştır.
Allahümme salli alâ Muhammedin bi adedi ilmillah.
1
Bakara:2.3.4.5
2
Bakara:177
3
Hucurat:7,8
4
Nur:51,52
5
Hadid:16
6
İcmâlî iman,
yani; taraf-ı nebevîden tebliğ buyurulan şeylerin hey’et-i
mecmualarına
inanmak,
yani; “her ne tebliğ buyuruldu ise; cümlesi haktır” diye
tasdik etmektir
7
lüzumunda
ayrıntılı bir şekilde iman
8
Haşr:18,19
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder