Şâfî,
Allah-ü Zülcelâl’in ism-i şerifidir. Şifa veren; maddî
manevî, bedenî ruhî bütün hastalıklara şifa veren demektir.
İnsan
ruh ve beden olmak üzere iki yönlü bir varlıktır. Bilindiği
gibi bedenin de ruhun da çeşitli hastalıkları vardır. İşte bu
iki yönümüzde de hastalıklara şifa verecek ancak Hz. Allah’tır.
Şâfî isminin tecellîsi ile her türlü hastalık şifa bulur.
Şu
bir temel kaidedir ki Mevlâ, her şeyde olduğu gibi hastalığın
şifa bulması için de sebepler yaratmıştır. Bu sebepler kanalı
ile hastalara şifa ihsan eder. Sebepleri yaratan, Müsebbib’ül
esbâb, Allah Teâlâ’dır. Bu sebepleri keşfedip tedavi olmayı
öğreten yine O’dur. Bu yalnız insanlara mahsus bir şey de
değildir. Bütün canlıları Allah (c.c), Hâdî ismiyle şifa
bulmaya yönlendirir. Ebu’s-Suud Efendi, tefsirinde; ef’i
denilen, bin sene yaşayan bir cins yılanın bin seneyi ikmal
ettikten sonra gözlerine körlük arız olduğunu, gözlerinin
devasının bahçelerde bulunan “razdane” adlı bir otu gözlerine
sürmek olduğunu, gözlerine körlük gelen yılanın Cenab-ı
Hakk’ın ona hidayet edip yol göstermesiyle, hatta kendisiyle o
otun bulunduğu mahal arasında on günlük mesafe olsa bile o
“razdane”yi arayıp, bulup gözlerine sürüp biiznillah
gözlerinin açıldığını anlatır.
Bedenî
hastalıkların tedavi edilme yollarını Allah tıp ilmi vasıtasıyla
insanlara bildirir. Bedenî hastalıkların çaresi, hekimlerdir. O
hekimlere bu ilmi bahşeden yüce Mevlâ, onlara bunu öğretebilecek
aklı, fikri, yetenekleri ihsan edip o yeteneklerini inkişaf
ettirenlerin anlayış ve idrakini arttırıp, onları insanların ve
cümle mahlûkatın dertlerine çare bulmaya vesile kılmıştır.
Onların Allah’ın izni ile ve O’nun takdir ettiği kadar
anlayıp, teşhis koyup, gereken tedavi yolları ile hastanın şifa
bulmasına çalışması ve şifasına sebebiyet vereceği ümid
edilen ilaçları yine Yüce Yaratıcı’nın yarattığı şeylerden
tertip edip hastaya sunması sonucu Mevlâ dilerse o sebeplere Şâfî
ismi ile tecellî eder ve hasta iyileşir. Mevlâ dilemezse, Şâfî
ismi tecellî etmezse, bütün bu çabalardan hiçbir netice
alınamaz. Meselâ iki kişi aynı hastalığa duçar olur, her
ikisini de aynı hekim tedavi eder. Sonuçta biri şifa bulup
sağlığına kavuştuğu halde diğeri şifa bulmayabilir. Hatta o
hastalık ölümüne sebep olabilir. Şâfî ismini iyi anlamak
lazım. Her ism-i ilâhiye olduğu gibi bu ism-i şerife de kuvvetli
iman etmek elzemdir. İnsan şifayı hekimden veya ilaçtan bilse;
falan kişi kurtardı, filan ilaç iyileştirdi diye itikad edip öyle
kabullense, Allah’ın Şâfî isminin tecellî ettiğini düşünmese,
hesaba katmasa, maazallah “şirk-i hafî”ye yani gizli şirke
düşeceğinden korkulur. Kur’an-ı Kerîm’de bu husus İbrahim
(a.s)’ın dilinden bize aktarılır:
“Hastalandığım
zaman bana şifa veren O’dur.” 1
Peygamberimiz (s.a.v) de “Allah Teâlâ verdiği herhangi bir
derdin şifasını da verir.” 2
buyurmuşlardır.
Evet,
arza esma-i ilâhi ile tecellî eden Yüce Allah, Şâfî ismi ile
gerek nebatat, gerek su, hava ve çeşitli gıdalar3
yolu ile dilediği zaman, dilediği şeyi sebep eder, o sebeplere de
Şâfî ism-i
şerifi ile tecellî ederse hasta şifâyâb olur. Bazen de maddî
sebepler etkisiz kalırken, bir dua, münâcât, bir ayet, bazı
esmâ-i ilâhînin zikredilmesi gibi manevî yoldan da şifa
gelebilir. Gerek zahirî sebepler, ilaçlar, ameliyatlar, perhizler
vs. gibi, gerekse dualar, münâcâtlar, Kur’an-ı Kerîm’den
okunan ayetler ve bazı esma-i ilâhînin zikredilmesi vs. gibi
sebeplere yapışmak kulun vazifesi olduğu gibi bu hususta kula
düşen çok uyanık olması gereken bir husus da “Mevlâ dilerse
sebeplere tesir ettirir, Şâfî
isminin tecellîsi zuhur eder, değilse, bütün sebepler etkisiz
kalır”
bilincinde olmaktır, Şâfî
ismine tam bir itikatla iman etmektir ki tehlikeye düşülmesin.
Sebepleri
yaratan da Allah, sebeplere tesir halk eden de Allah’tır. Bazen,
hikmete binaen başvurulan sebepler tesirsiz kalır, şifa vermez. Bu
durumda da Allah’ın Hakîm ismi şerifi ile hadiselere bakıp:
“Muhakkak ki; böyle olmasında bir hikmet vardır. Hikmetinden
sual olunmaz” deyip, Sabûr ismine sarılıp sabırlı olmaya
gayret etmelidir.
Manevî
hastalıklara gelince; başta en büyük maraz küfürdür. “…
Kur’an o kimselere hidayet ve şifadır ki o kimseler Kur’an’a
iman ettiler…” 4
Çünkü Kur’an emraz-ı kalbiyeyi (kalbî hastalıklar) bihakkın
izale edicidir. Kur’an’ın “hidayet” olması, her türlü
hayrata delâlet edip her saadete irşad etmesidir. “Şifâ”
olması da, iman edip Kur’an’a kalbini, aklını açan, can
kulağıyla dinleyenler ve özüne sindirip mucibince amel edenler
için küfür ve cehalet hastalıklarından kurtarmasıdır.
En
büyük marazlardan biri de münafıklıktır. Kur’an’da bunlar
için “Onların kalplerinde bir hastalık (maraz) vardır” 5
buyrularak kalbî marazları bildirilmiştir.
Bu
büyük marazlardan kurtulmanın yegâne çaresi imandır. Kişinin,
bu marazlardan iman edip kurtulsa da; imanlı kişilerin de yine pek
çok marazları olabileceğini haber veren Cenab-ı Hakk, elbette
yarattığı kulunun durumunu hakkıyla bilendir. Rabbimiz, bu kalbî
marazların neler olduğunu ve ancak Kur’an’ın sunduğu reçete
ile şifayâb olunabileceğini bildiriyor. Kur’an’a müracaat
edip, Kur’an’ın bildirdiği üzere gereken manevî ilaçlar
alınır, manevî perhizlere riayet edilirse yani Kur’an reçetesi
güzel tatbik edilirse biiznillah şifa bulunacağının teminatını
veriyor.
“Ey
insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdekine bir şifa,
müminler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir.” 6
“Biz
Kur’an’dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müminler için şifa
ve rahmettir…” 7
Yani Kur’an’da beyan buyrulan ahkâm, emraz-ı batıniyye
mesabesinde olan batıl itikad gibi ve emraz-ı zahiriye8
olan ahlâk-ı zemimeyi izale etmek gibi hem Hakk yoluna itikad
etmeye hem de ahlâk-ı hamideye (güzel ahlâk) irşad ettiğinden;
ehl-i iman için Kur’an-ı Kerîm ayn-ı “şifa”dır ve ahkâm-ı
ile amel ettikleri için memba-ı rahmettir. Böyleleri için
Kur’an’ın şifa membaı olduğu ve içenlerin manen şifa
bulacağı açık seçik bildiriliyor.
Kalbî
marazlardan bazıları şunlardır: Dünya sevgisi, gaflet, cehalet,
tûl-i emel, tembellik, miskinlik, kibir, ucub, kin, hased, buhl
(cimrilik), nefisperestlik, hayasızlık, merhametsizlik vs.
Bütün
bu kalbî marazlardan tek kurtuluş çaresi Resul-i Zişan’ın
getirdiği ve uygulayıp canlı olarak yaşadığı Kur’an
anayasası ve Kur’an reçetesi, sünnet-i Resulullah reçetesini
tatbik etmektir.
Yüce
Allah bedeni marazlara dilerse şifa verir, dilerse vermez. Bu
dünyanın imtihan yeri olması hesabı ile bazen bedenî marazlar
şifa bulmayabilir. Bunun da bizce meçhul olan pek çok sebepleri
vardır. Bir hadis-i şerifte: “Hiçbir müslüman yoktur ki, ona
hastalık isabet etmesin, ancak Allah Teâlâ onun hatalarını ve
günahlarını; ağacın yapraklarının döküldüğü gibi döker”
diyen Yüce Nebî (s.a.v) bu sıra ışık tutmuştur. 9
“…
Sizin için daha
hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz, sizin için daha kötü
olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz
bilmezsiniz.” 10
buyurarak Allah, bizim her şeyin sırrını anlayamayacağımıza
işaret ediyor. Hikmetlerden bazı işaretler verilse de daha ziyade
sır olan iç yüzünün ancak ahirette bilineceğinin mesajları
veriliyor.
Batınî,
manevîyatımızla ilgili marazlara gelince; tedavisinin mutlaka şifa
ile neticeleneceğinin müjdesi var. Kur’an’a mürâcât eden her
ferdin Kur’an’dan aldığı manevî ilacı kullanıp gereken
usule göre tedavi yollarını tatbik ettiği takdirde şifâyâb
olacağını Rabb’ül âlemîn vaad ediyor. Yeter ki insan
hastalığının teşhisini koysun. Bu hastalıklardan kurtulma
çarelerine koyulup, Kur’a eczanesine müracaat ederek gereken
ilacı alsın, Resulullah’ın önderliğinde tedaviye koyulsun.
Biiznillah kısa zamanda kalbî marazlardan kurtulup şifa bulur.
Yeter ki; ciddi bir vaziyette, sadakatle, hakikî doktor Yüce
Resul’ün getirip takdim ettiği reçeteyi, bildirdiği üzere
tatbik etsin.
Evet,
Kur’an, kalb hastalıklarını ve kurtuluş yollarını, tedavi
yöntemlerini, ilaçlarını ve nasıl uygulanacağını beyan eder.
Maraz mesabesinde olan her bir kötü vasfın yerini hayırlı
vasıfların alacağını ilan eder. Meselâ, buhlün yerini
cömertlik, kibrin yerini tevazu, cehlin yerini ilim, inadın yerini
afv ve müsamaha vs.
Şu
muhakkak ki; kalbî marazlar cümlesinden olan tüm kötü vasıflar,
ancak Kur’an ve sünnet-i Resulullah’ın membaından alınan
iksirlerle tedavi edilebilir. Rabbimiz, Şâfî isminin maddî manevî
tecellîlerine cümlemizi mazhar eylesin. Âmin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder