El-Lâtif,
Allah ü zülcelâl’in 99 isminden -esmâ-ül hüsnâsından-
biridir. En ince, en gizli işlerin bütün inceliklerini bilen,
nasıl yapıldığına nüfuz edilemeyen en ince şeyleri yapan, ince
ve sezilmez yollardan kullarına çeşitli faydalar ulaştıran, en
gizli sırlara vâkıf olan, görünmeyen, bilinmeyen cümle sırları,
gizlilikleri bilen, gören, duyan ve Yaratan Allah, Lâtif’tir.
Bir
ayet-i kerîmede “Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa
vurun, bilin ki O, kalplerde ola her şeyi bilendir.”1
buyrulmuştur. İşte O, Lâtif olan Allah (c.c), Alîmdir, ilmi her
şeyi kuşatmıştır, aynı zamanda da Lâtiftir, bütün kâinatta
canlı cansız tüm varlıklarda, denizlerin diplerinde, göklerde,
melekût âleminde, berzah âleminde, dünyamızda, cümle
gezegenlerde velhasıl cümle varlıkta ve mahlûkattaki bütün
gizlilikleri ve sırları, gözle görülmeyen, elle tutulmayan madde
ve mânâya ait her şeyi hakkıyla bilen, görendir. Ve Allah Teâlâ
öyle Lâtiftir ki, her şeyi bir şeye hazine yapmıştır, meselâ
sedef dediğimiz deniz canlısını inciye, arıyı bala, tırtılı
ipek hazinesi yaptığı gibi, insanoğlunun gönlünü de kendi
marifetine hazine yapmıştır. Eğer bir gönülde marifet nuru
inkişaf etmemişse, sahibi bal yapmaz, onun sadece iğnesi vardır,
önüne geleni zehirler. El-Lâtif ismi şerifi ile Allah Teâlâ
Kur’an-ı Kerîm’de kendini şöyle tanıtır:
“Allah
kullarına karşı lütufkârdır, dilediğine rızık verir. O çok
güçlüdür, mutlak üstündür.” 2
“O’na
gözler erişemez, O ise bütün gözleri görür. O, her şeyin
inceliklerini bilir, her şeyden haberlidir.” 3
Bu
ve benzeri ayetlerde Cenab-ı Mevlâ pek çok isimleri gibi bu ismi
şerifi ile de kendini tanıtıyor, Rahîm, Hakîm, Lâtif olduğunu
bildiriyor ki, bu üç ismin birbiriyle orantısından
bahsedilebilir. Allah’ın rahmetini tezahürlerini görüp Rahman
ve Rahîm olduğunu tasdik ediyoruz fakat Lâtif esma-i ilahisi çok
daha ince, sırlı bir merhamet, şefkat sergiliyor. Denebilir ki,
maddeden ziyade manada, zahirden ziyade batında, beşerin
göremeyeceği, sezemeyeceği, idrak edemeyeceği fakat yaşayıp
duygulanacağı bir tecelli-i ilâhîdir El-Lâtif ismi.
Yumuşak,
hoş, güzel, nazik sözcükleri ile ifadeye çalıştığımız
anlamları da içine alır. Lâtif varlıklar, nuranî, melekî
varlıklardır. Bir nimettir ki, Allah (c.c) rahmet-i ilâhî olarak
Rahman ve Rahîm isimlerinden dolayı ihsan etmiştir.
İşte
bu ihsan edilen nimetin içinde başka bir nimet var ki, bu
görünmeyen, bilinmeyen yönü Lâtif isminin tezahürüdür
denilebilir. Meselâ insana baktığımızda; insanın bir zahiri
yönü var, el, ayak, dil, dudak, göz, kulak, iç organlar, beyin
vs. bunların her biri ayrı ayrı nimet-i ilahi ki, O Yüce
Yaratıcı’nın Rahman ve Rahîm olduğunu gösterir. Rahman ve
Rahîm olan Yüce Allah her bir azamızı yerli yerince halk etmişe
yararımıza arz etmiştir. İç veya dış organlarımızdan
bazılarının eksik yaratılma durumunu tahayyül edecek olsak, o
merhameti sonsuz, Rahman, Rahîm, Hakîm olan Mevlâ’nın
karşısında başımız secdeden kalkmasa yeridir. O Lâtif olan
Rabb’ül âlemin ki, bu görünen, bilinen nimetlerin içine
bilinmeyen, görünmeyen, esrarlı, ayrı bir lütufla nüfuz etmiş.
Şöyle ki; meselâ insanda kalb var, bazen olur insanın kalbinde
çeşitli sebeplerin tesiri ile bir sıkışma, daralma olur. Yine
değişik sebeplerle kalbde bir ferahlama, huzur, sükûn hatta haz
alma diye ifade ettiğimiz durum zuhur eder. İşte kalb bir nimettir
fakat o kalbdeki rahatın, huzurun, hazların verilmesi ikinci bir
nimet, rahmettir ki, bu durum hissedilir, fakat nasıl bir şey
olduğu kimse tarafından bilinmez. Aynen havanın mevcudiyetini
hissedip göremediğimiz, nasıl bir varlık olduğunu idrak
edemediğimiz gibi. İşte bu sırlı varlığı yaratan Lâtif olan
Allah’tır. En ince, an hassas, en gizli, tılsımlı varlıkları
yaratmada, bu varlıkların durumlarını bilip görmede Lâtif
esmâ-i ilâhîsinin hususi yeri büyüktür. Bütün hislerimizle
aldığımız hazlar, lezzetler, çoğu kere biz farkında olmadan
vücudumuza girip pek çok yararlar sağlayan gizli, ince, hassas
lütuflar, o merhameti engin, lütfu bol Kerîm’in ve Hakîm olan,
Lâtif olan Yüce Mevlâ’nın tecellileridir.
Manevî
yönden baktığımızda yine görüyoruz ki, bilinen güzelliklerin,
haber verilen ecir ve sevapların yanı sıra fark edilmeyen, hesapta
olmayan, gizli hazineler misali hayrın içinde gizli hayırlar,
ihsan içinde ihsanlar, müjdenin içinde ayrı müjdeler, nimet
içinde ayrı nimetler müjdeleniyor.
Aşağıdaki
ayet-i kerîmelerde cennetin keyfiyeti hakkında şöyle buyrulmuş:
“Aralarında
altın tepsiler ve kadehler dolaştırılır. Orada canlarının
istediği ve gözlerin hoşlandığı her şey vardır. Siz orada
sürekli olarak kalacaksınız.”
“İşte
yaptıklarınıza karşılık, size miras verilen cennet budur.”
“Orada
sizin için bol bol meyveler vardır, onlardan yersiniz.” 4
“Yaptıklarına
karşılık olarak, onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç
kimse bilemez!” 5
İşte,
tahayyül dışı güzellikleri yaratan ve keyfiyetini bilen Lâtif
olan Allah’tır.
“Belki
hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlı olabilir. Belki
hoşunuza giden bir şey de sizin için kötü olabilir. Allah bilir,
siz bilmezsiniz.” 6
Evet,
bu ve benzeri ayetlerden de anlaşılıyor ki, şer gibi görünene
hadiselerin özünde hayır vardır. İşte o güzelliği, o hayrı,
o huzur kaynağını yaratan, gören, bilen Allah, Lâtif’tir.
O
Lâtif ismi ilahisi ki, maddede ve mânâda rolü çok büyüktür.
Ameller kalıp ise, ona ruhunu bahşeden, o amel vasıtası ile
huzur, sükûn, zevk, sefa icad eden, var eden, Lâtif isminin
tecellisidir denebilir. İnsan cennetvari yerlere gitse ve zevk
almasa, çok leziz yemekler yese ve tat almasa bunlar neye yarardı?
Bu ve benzeri nimetler zahiren birer nimet-i ilâhî olmakla beraber
bu nimetlerin içinde görülmeyen, bilinmeyen ayrı bir nimet vardır
ki, Lâtif ismi şerifin tecellisi ile o nimetlerden tat, haz, huzur,
sükûn gibi nimetler zuhura geliyor. Maneviyatta da yapılan
ibadet-i taat, pek çok hayırlara, menfaatlere, ecir ve sevaplara
sebebiyet vereceğinden bunların icrası bir rahmet-i ilâhîdir.
Çünkü insanın ahiret hayatı biiznillah kendi ameline göredir.
“Doğrusu
insana çalışmasından başka bir şey yoktur.”
“Şüphesiz
çalışması da yakında görülecektir.”
“Sonra
ona karşılığı tam olarak verilecektir.” 7
Öyleyse
her bir emir, Allah’ın rızasına vesile olan her amelin
bildirilmesi bir ihsan-ı ilâhî olmakla, bunların icrasının
nasip oluşu da ayrı bir lütf-u Rahmanidir. Hep bu güzelliklerde
Allah’ın Rahman ve Rahîm isimlerini görüyoruz. Bir de bu
güzelliklerin görülmeyen fakat kısmen sezilen yönü ise bu
amellerden haz almak, huzur bulmak, Rabb’ül âlemin’e karşı
engin sevgi, saygı hisleriyle dolup taşmaktır ki, işte nimetin
içinde ayrı bir nimettir. El-Lâtif ismi ilahisinin tecellisidir
ki, zerreleri küre, damlaları derya durumuna getirir.
Kula
düşen bu sırrı yakalamanın gayreti içinde olmaktır. Rahman
olan Mevlâ’nın rahmet tecellilerin kıymeti bilinip gereğince
âmil olmaya gayret edilirse, ümit edilir ki, ikinci bir tecelli
olarak el-Lâtif isminin tecellisine de mazhar eder de, muhabbet ve
haşyet hisleri inkişaf eder. O Allah ki Lâtif ismi şerifinin
muktezası olarak, insanın fihristini bir hücreye sığdırmıştır.
O ancak mikroskoplarla görülebilen hücrede koskoca insanın madde
ve mânâ adına bütün ahvali programlanıp, zahirî
özelliklerinden, hâli, karakteri, ömrü ve ırsî özelliklerine
kadar her şeyi o gözle görülemeyen mahlûkta cem olmuş ki; işte
gizlinin gizlisi en ince, hassas ne varsa Yüce Yaratıcı Kâdir-i
Mutlak olan Allah’ın Lâtif ismi şerifinin tecellisi olup, Hak
Teâlâ tarafından bilinir, görülür. O’ndan asla hiçbir şey
gizli kalmaz. Yaratan O Allah ki, muhakkak yarattığının en ince,
en gizli sırları O’na aşikârdır.
“O,
gözlerin hain bakışlarını ve göğüslerin gizlediğini bilir.”
8
“Göklerde
ve yerde bulunanları bilir, gizlediklerinizi ve açığa
vurduklarınızı da bilir. Allah göğüslerin özünü bilendir.”
9
Bu
mânâya işaret eden benzer ayetler pek çoktur. İşte O Allah ki,
bütün sırları, gizlilikleri, incelikleri, Lâtif ismi ile
yaratır, bilir, duyar, haberdar olur. İnsan ruh ve beden dediğimiz
iki varlığın birleşmesi ile hayat bulmuştur. Beden adeta ruhun
kılıfı, ruhu içinde barındıran bir kalıptan ibarettir. Ruh,
kalıbından çıkıp ayrıldığı zaman, beden, ceset denilen işe
yaramaz bir duruma düşüyor. Ceset gözle görülen bir varlık
olmasına rağmen, ruh görülmediği gibi, onun keyfiyeti de
bilinmiyor.
“Bir
zaman Rabbin meleklere demişti ki: Ben kuru bir çamurdan,
şekillenmiş bir balçıktan bir insan yaratacağım!”
“Ben
onun yaratılışını tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim
zaman, hemen ona secdeye kapanın!” 10
Bu
ayetten ruhun, Mevlâ’nın özel bir mahlûku olduğunu
öğreniyoruz, hiç kimse ruhun durumunu, keyfiyetini bilemez, ruh
ancak eserleriyle bilinir. Şöyle ki, cismi hareket ettiren hisler,
yetenekler, akıl, idrak, mantık, muhakeme gücü, görme, duyma
hareket etme, konuşma, öğrenme, bilme vs. işte bunlar ruhun
varlığının nişanları olup kalıptaki ruhun muazzam bir varlık
olduğuna delâlet ederler. İşte bu kalıbı idare eden, ruhu
yaratan Yüce Mevlâ, bedenin içine gizlediği ruhun keyfiyetini,
durumunu yalnız kendisi bilir. Bu bilme, vakıf olma, en gizli
durumlardan haberdar olma, ancak ve ancak Lâtif ismi şerifinin
tecellileri iledir. Evet, Allah Lâtiftir, bilinmez; Zat-ı şerifleri
hakkında düşünüp yorum yapmayı yasaklamıştır. İhlâs
Suresinde adeta kimliğini bildirircesine haber verip ‘Ehad’
‘Birdir’ derken; ‘hiçbir şeye benzemez’ diyerek sureyi
noktalamıştır. Lâtif olan Mevlâ, ruh gibi, nur gibi, enerji,
güç, hisler, irade gibi eserlerde mevcudiyetleri hissedilen fakat
kendileri görülemeyen birçok varlıklar yaratmıştır ki; onları
–izin verdikleri müstesna- Allah’tan başka gören, bilen asla
yoktur. Ancak O Lâtiftir ki, yarattığını bilen ve durumlarından
haberdar olandır.
Nebatata
baktığımızda görüyoruz ki; adeta onun da cisminin altında ruh
var. Nebatatta ruh olmazsa da, kendine has bir enerjisi var ki, o
kalıbı ayakta tutuyor. O da kendine has gıdasını topraktan,
havadan sudan alarak büyüyor. Hep bunlar nasıl oluyor? Bir
çekirdekte koskoca ağacın projesi çizilmiş, keyfiyeti
belirlenmiş. Bu esrarengiz olaylar nasıl meydana geliyor? İşte bu
ve benzeri baş döndürücü sırlı olaylar ancak ve ancak Lâtif
olan Allah tarafından bilinir, görülür.
Diğer
bir husus bir nimetin içinde başka nimetlerin mevcut olmasıdır.
Mesela bir ağaç ki yemyeşil yaprakların, meyvelerin yanı sıra
alev alev yanıyor. Diğer bir husus da o nimetlerin çeşitli
durumlara girmesi. O nebatatın içinde mevcut olan sır ki, bütün
bilginler bir araya gelse asla anlayamazlar, bu tılsımları
çözemezler. Otun içindeki sütü, sütün içindeki enerjiyi ve
yine o otun ete, yağa, kana, posaya, vs. dönüşmesi ve insan
vücudunda enerji, kuvvet gibi pek çok şekillere, durumlara girmesi
ki, bu baş döndürücü sırların inceliklerine ancak Lâtif olan
Yüce Mevlâ vakıftır.
Mesela
benzin, mazot, gaz gibi akaryakıt adı verilen nimetler görüntü
itibariyle suya benzemesine rağmen, bakıyoruz ki o su benzeri
madde, ateş oluyor ve ayrıca tonlarca ağırlığı çekebilecek
güce sahip oluyor. Evet, gökyüzünde tonlarca ağırlıkta
uçakları taşıyan, yeryüzünde yine tonlarca ağırlıkta
vasıtaları taşıyan bu enerji nasıl bir şeydir? Ne görülür,
ne idrak edilir, fakat mevcudiyeti eserleriyle ispatlanmıştır.
Görülmezleri gören, bilinmezleri hakkıyla bilen, haberdar olan
ancak Lâtif olan Allah’tır.
Mesela
cereyan dediğimiz akım ki, o da zahirde ne görülür ne de
bilinir, fakat mevcudiyetini eserlerinde görüp şahid oluyoruz ki,
canlıya değdiğinde onu yakıyor, diğer tarafta pek çok faydaları
olduğu muhakkak. İşte bu muhteşem sırrı bilen, inceliklerine
nüfuz eden ancak Lâtif olan Allah’tır.
“Ey
yavrucuğum! Yaptığın iş (iyilik veya kötülük), bir hardal
tanesi ağırlığında bile olsa ve bu bir kayanın içinde veya
göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa yine de Allah onu
(karşına) getirir. Şüphesiz Allah Lâtifdir, Habîrdir.” 11
“Allah’ın
geceyi gündüze, gündüzü de geceye kattığını, güneşi ve ayı
buyruğu altına aldığını görmedin mi? Bunların her biri
belirli bir süreye doğru akıp gitmektedir. Şüphesiz ki Allah,
yaptıklarınızdan haberdardır” 12
“Kıyamet
vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah’ın katındadır. Yağmuru O
indirir. Rahimlerde bulunanı O bilir. Hiç kimse, yarın ne
kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilmez.
Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.” 13
Bu
ve benzeri birçok ayetlerde Yüce Allah kendini isimleri ile
sıfatlarıyla tanıtıp ilan eder ki, sonunda insanoğlu mazeret
beyan etmesin. Allah Âlimdir, Habîrdir, Şehiddir, Basîrdir,
Semidir ve Lâtiftir ki, hiçbir şey O’na gizli kapalı değildir.
Son
olarak deriz ki, ihlâsını kuvvetlendirip, ihsan şuurunu
yakalamalı. Yaratan O’dur, idare eden o Kadir-i Mutlak’tır.
Kula düşen ise, bu Yüce Rabbine karşı çok saygılı, edepli
olup, kulluk vazifesini seve seve, cana minnet bilerek yapmaktır. Ve
diğer isimlerde olduğu gibi bu ismin tecellisine mazhar olmak için
Rabbine niyazını arttırmak ve bu hususta cehd ü gayret etmektir.
Lâtif ism-i ilâhîsi baştan beri anlatmaya çalıştığımız
gibi Mevlâ’nın en ince, gizli işleri, durumları bilen olmakla
beraber, en gizli sezilmez yollardan kullarına ihsanlarda bulunup
çok çeşitli faydalar ulaştıran anlamlarına geldiğine göre;
kul da üzerine düşen vazifelerinde en faydalıyı yapmaya,
gizlilikleri okuyarak, dinleyerek, tefekkür ederek, kısmen de olsa
vakıf olup yararlanmaya ve en gizli sırlarının, niyetlerinin,
taleplerinin, zanlarının en güzel ve faydalı şeyler olmasına
dikkat etmelidir. Zahirinin intizamına dikkat ettiği gibi, hatta
daha da ciddi bir şekilde batınının intizamlı olmasına itina
göstermeli ve aşikârda güzel olması gereken durumlarda en güzel
amelleri sergilemeye çalışırken; en gizli, kimsenin vakıf
olamadığı yönlerde de gizliden gizliye güzellikler, hayırlar
yapmalı. Bu gizli güzellikleri ancak ve ancak Lâtif olan Mevlâ
bilir ki, işte daha çok bu durumda Lâtif isminin tecellisi kuvvet
bulur kul üzerinde. Dileriz, Mevlâ bu isminin tecellisine mazhar
kılsın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder