El-Hayy
ve El-Kayyum; Allah’ü Teâlâ’nın esma-i ilâhîsinden iki
ism-i şerifleridir.
Hayy:
Diri, hayat sahibi, dilediği varlıklara hayat bahşeden.
Kayyum:
Başlangıç, nihayet ve yeniden oluş gibi hallerden münezzeh,
ezelden ebede kaim ve daim diri ve var olan kendi varlığı ile kaim
(kıyam bi nefsihi) Cenab-ı Hakk.
Kayyumiyet:
Cenab-ı Hakk’ın ezelî ve ebedî olması, daimî mevcudiyeti.
Bâkîliği.
Hayatiyet
bahşedilen cümle varlık Kayyum ism-i şerifinin tecellisi ile; her
varlık kendi cinsinin yaratılışı icabı ayakta, kıyamda durur.
Kâinattan bir dakikacık kayyumiyet kesilse kâinat mahvolur.
Allah’ü Teâlâ her yarattığı ve hayat bahşettiği varlığa,
mukadder olan zamana kadar durması için sebeplerini ihsan etmiştir.
Onun için her şey Hakk ile kaimdir. Allah’ü Teâlâ hayat
sahiplerine yaratılışlarındaki hikmete göre bir hayat vermiştir.
Meselâ, otlar, ağaçlar, cümle nebatat hayat sahibidir. Onlar,
hayatları Hayy ism-i şerifinin tecellisi ile devam ederken, Kayyum
ism-i şerifinin tecellisi ile kıyamdadırlar. Çünkü onlar da
doğar, yer, içer, büyür, ürer ve nihayet ölürler. Hayatlarını
idame ettirecek bilgileri de vardır. Bir alete, bir vasıtaya muhtaç
olmadan kendilerine yarayanı yaramayandan ayırt edebilirler.
Faaliyetleri vardır, havada, suda, toprağın derinliklerinde,
büyümesine, üremesine yarayan maddeleri arar, bulur, kendilerine
çeker ve hazmederler. Ve, insanlar ve hayvanlar için faydalı pek
çok çeşit gıda, deva, bilinen ve bilinmeyen daha binlerce çeşit
faideli nimetler olarak kâinatta yerlerini alıp kendilerine
verilmiş rollerini sergilemiş olurlar. Cümle nebatatı Hâlık
ism-i şerifi ile yaratan, Hayy ism-i şerifi ile onlara hayat
bahşeden, Kayyum ism-i şerifi ile takdir edilen zaman kadar onların
kıyamlarını lutfeden Mevlâ, görüyoruz ki Rezzak ism-i şerifinin
muktezası gıdalarla besliyor ve bu besin maddelerini alabilecek
anlayış, seziş veriyor ki, nebatat o şuurla kendine lazım olan
besini, toprağın içindeki mineralleri ve ihtiyacı olan su vs.yi
buluyor ve bunları kendine has bir keyfiyetle hazmediyor. Allah’ın
izni ve dilemesi ile o şuur sahibi olmayan nebatat, sanki şuurlu
bir varlık gibi sebepler dairesinde hayatını devam ettirebiliyor.
Böylece her biri çeşit çeşit nimet-i ilâhî olarak insanlara
kendini takdim ediyor ve adeta “Ben senin için varım, benden
istediğin gibi yararlan, benim vazifem burada bitti, bundan
sonrasını sen düşün. Bugün ben senin için bir nimetim fakat
unutma ki, nimetin hakkına riayet etmezsen ileride senin için bir
mihnet olur, azaba, cezaya sürüklenmene sebep olurum, Rabbimin
“Eğer şükrederseniz, elbette siz (nimetimi) artıracağım ve
eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok
şiddetlidir.”1
fermanını unutma!” der.
Bir
nebat ki, insana gıda olur, aynı nebat sırası gelir evine dolap,
kapı vs. olur, aynı nebat ateş olur seni ısıtır veya yemeğini
pişirir veya ışık olur, karanlıklarda ömrünü aydınlatır
velhasıl bir ağaç ki, nimet içinde nimet olur. Yüce Yaratıcı,
hikmetle sanatının eseri olan nebatata ihtiyacı kadar, vazifesini
yapmasına yetecek kadar şuur vermiş, o da üzerine düşen
vazifeyi bihakkın ifa etmiş, rolünü oynamış hâl diliyle, adeta
“bundan sonrasını sen düşün” mesajını vermektedir.
Hayvanata
bakıldığı zaman, onlardaki hayat ve hayattaki rollerinin, anlayış
ve sezişlerinin nebatata kıyasla daha farklı ve üstün olduğu
görülür. Çünkü hayvanlarda fazladan duygu da vardır. Görür,
işitir, hareket ederler. Nebatatta bu duygular yoktur. Bunun için
hayvanat nebatatta hâkimdir.
Hayvanatta
görülüyor ki, Allah’ü Zülcelâl’in,
Hâlık-Hayy-Kayyum-Rezzak-Rab-Basîr-Semî’-çok cüz’î olarak
da Alîm ism-i şerifleri tecelli etmiştir. Yaratılışları icabı
her mahlûkun kendine has bir hayat tarzı vardır. Kimi karada, kimi
denizde, kimi havada yaşamlarını sürdürürlerken kendi
ihtiyaçlarına uygun gıdalarla Yüce Rezzak tarafından
beslenirler. Onlar da doğar, büyür, ürer ve nihayet ölürler.
Her şeyde olduğu gibi bunlar da takdir edilen zamana kadar yaşar,
yine Allah’ın takdiri ile Mümit ism-i şerifinin tecellisiyle
ölürler.
Kâinatta
makro âlem de denilen, dünya, güneş, ay, yıldızlar, bütün
galaksiler de Hayy ve Kayyum olan Mevlâ’nın tecellisi ile bir
ahenk, düzen, intizam içerisinde kaimdirler.
Her
varlık Allah’ın Hayy ve Kayyum esmasının tecellileriyle hayatta
kalabilir ve kıyamda durabilir. Şöyle ki;
Allah
(c.c), Hâlık ism-i şerifi ile halk ettiği mahlûkatına Hayy
ism-i şerifi ile hayat bahşetmiş yani onları diri kılmış ve
Kayyum ism-i şerifi ile de kıyam yani ayakta durabilme
diyebileceğimiz bir zindelik, Kayyumiyet bahşetmiştir onlara. Bu,
en küçükten en büyüğe cümle varlıkta tecelli eden bir hâldir
ki, Hayy ismi ile diri olan varlıktan Kayyum ism-i şerifi bir an
çekilse o canlı yaşar fakat canlı cenaze gibi olur. Ölmemiştir
fakat adeta stop etmiş araba gibidir. Olduğu yere yığılı kalır,
buna insanlara felç denir. Daha ileri derecede olursa, şuurunu da
yitirip kıpırdamaz hale gelirse bitkisel hayat denir. İster
hayvanlarda, ister bitkilerde olsun, durum bunun benzeridir.
Mevlâ’nın Kayyumiyetini çektiği varlık dünya, güneş, ay,
yıldızlar vs. olsa, durum çok feci olup her şey yerle yeksan
olur. Hiçbir şey yerinde kalamaz, hayat felç olur. Maazallah!
Demek
ki dünyamız ve diğer gezegenler ahenk içerisinde, yerli yerince
seyrine devam ediyorsa, bu, Hayy ve Kayyum olan Yüce Mevlâ’nın
bu isimlerinin tecellisi ile oluyor, çok düşünmek lazım. İnsana
gelince; Kur’an-ı Kerîm’de:
“O,
göklerde ve yerde ne varsa, hepsini kendi katından size boyun
eğdirmiştir.” 2
“…İşte
bu hayvanları biz, şükredesiniz diye sizin istifadenize verdik.”
4
“Bu
hayvanları onların emrine verdik. Onların bazısını binek olarak
kullanırlar, bazısını besin olarak yerler. Bu hayvanlarda onlar
için nice faydalar ve içilecek sütler vardır. Hâlâ şükretmezler
mi?” 5
“Ben
cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”
6
diyen Allah, insana ne derece bir değer verdiğini ilan ediyor.
Evet,
her şeyi insan için yarattım demek ne demek?
İnsan
bu mesajlara kulak verip birazcık düşünse mes’uliyetinin ne
denli olduğunu –kısmen de olsa- idrak eder. Evet, ciddiyetle
düşünmek gerekir ki, yer, gök, iççindeki cümle yaratıklar
insan için yaratılıp hayat bahşedilmiş ve Yüce Mevlâ,
Kayyumiyeti ile onların hayatlarının devamını sağlayıp hepsini
insanların emrine musahhar kılmış. Mevlâ’nın bildirdiği bu
gerçeği, bizzat yaşıyoruz ve şahit oluyoruz. Kâinatın hizmet
ettiği, emrine amade olduğu varlık olan insanoğlunun Allah’ü
Zülcelâl’in sıfatları ve esma-i ilâhisi ile olan durumu daha
farklı. Öyle ki, Allah (c.c), insanı bütün esmasına makes
eylemiş veya makes olabilecek fıtratta yaratmış diyebiliriz.
Allah (c.c), kulunda esmasını görmeyi murad etmiş. Kul, cüz’î
iradesini yerinde kullanır da Rabbinin sıfatlarını ve esmasını
tanıyıp üzerine çekmeye gayret ederse, gayreti nispetinde Rabbine
yaklaşmış, esma-i ilâhînin tecellilerine mazhar olmuş olur.
Böylece o da, öbür varlıklar gibi üzerin düşen kulluk
vazifesini bu şuur içerisinde ifa eder. Biiznillah!
İnsan
diğer varlıklar gibi değildir. Varlığının değeri nispetinde
vazifesi ağır ve ciddidir. İnsanlar ve cinler dışında hiçbir
varlık imtihan olma durumunda olmadıkları için vazifelerini
yapmalarına engel olacak nefisleri de yoktur.
İnsanlarda
da yine Yüce Allah, halk ettiği, Hayy ismi ile hayatiyet bahşettiği
kullarından kendisini bilmelerini, bilip bunca ihsanına karşı
minnettar olup şükretmelerini talep ediyor. İnsan ki, üzerinde
Mevlâ’nın pek çok lütufları, ihsanları mevcuttur. Üzerinde
cebren verilmiş pek çok esma-i ilâhînin tecellileri bulunmakla
beraber, fıtratında derc edilmiş, ondan beklenilen kemâle
ulaştıracak ve dünya ve ukbasına yararlı olup iki cihan
saadetine erdirecek pek çok esma-i ilâhînin tecellilerini kesben
(kazanarak) üzerine çekebilecek istidad ve kabiliyettedir. Bu
üstünlük, yani böyle bir istidadı Mevlâ yalnız insana
lutfetmiştir.
Şurası
bir gerçek ki, bu istidadlar değerlendirilip hakkı gözetilmez,
çar çur edilirse o zaman da sorumluluğu büyük olacakır.
İnsanın
bir cismî bir de ruhî yönü vardır. Bilindiği gibi biri zâhir,
biri bâtın veya biri dünyaya diğeri ukbaya bakan yönleri
diyebileceğimiz iki şeyden müteşekkildir. Konumuz olan esma-i
ilâhîden Hayy ve Kayyum ism-i şerifleri de insanın hem maddesiyle
hem de mânâ âlemiyle irtibatlıdır. Şöyle ki:
Nebatat
ve hayvanatta bu isimlerin tecellisini bir nebze görmeye çalıştık.
Gördüğümüz kadarıyla nebatat, hayvanat ve kâinattaki cümle
gezegenler vs., Yüce Mevlâ’nın Hayy ismi ile hayat bulmuş cümle
varlıklardaki hayatın devamı, akışı, idare edilişleri, her
varlığın kendine has vazifelerini ifa edişleri, bir ahenk içinde
hayat sahiplerinin hayatını sürdürmeleri ki, işte bu muhteşem
sarayın Hâlık’ını, Sâni’ini, Zülcelâl’in Kayyumiyetini
ilan eder. Her şey, bozulmadan, hiç şaşırmadan, birbirleriyle
çarpışmadan vazifesini yapıyor. Nasıl da düzenle, nizamla idare
ediliyorlar!
Ya
insan?
Birazcık
düşünse! Üzerindeki esma-i ilâhînin tecellilerini.
Allah
cümle ehl-i imana, bizlere de feraset ihsan eylesin. Âmin.
Fıtratlara
konan, peşinen verilen nimetleri bir düşünsek ki, hepsinin esma-i
ilâhînin tecellileri olmasıyla beraber yine Hayy ismi ile hayat
bulan bunca aza ve cevahirimizin Kayyum ism-i şerifi ile de idare
olduklarını göreceğiz. Mesela Basîr ism-i şerifinin tecellisi
ile gören göz, Kayyum ism-i şerifi ile idare edilip Hayy ism-i ile
de hayatiyetini devam ettirir. Buna kıyasla cümle azalarımıza
Hayy ismi ile hayat bahşedilmiş, Kayyum ismi ile de kendilerine has
vazifelerini yürütmeleri sağlanmıştır. İnsanın kolundan
Kayyum ismi çekilse o kol vazifesini yapamaz, felç olur, gözden
Kayyum ismi çekilse göz görmez olur. Demek ki Basîr ismi de
onunla beraber çekilir. Çünkü gözdeki hücreler çalışmayı
durdurmuştur. Beyin dediğimiz o muazzam sanat-ı ilâhî ki, orada
da durum aynıdır, iç organlarda da. Akciğerlerin, karaciğerin,
bağırsakların, böbrek vs’nin çalışmaması gibi çeşitli
arazlar mevcut. Kayyum isminin tecellisinin büsbütün kesildiği
aza hiç çalışmaz, böyle durumlarda çoğu zaman telâfisi mümkün
olmayan sakatlıklar husule geliyor. Fakat bu ismin tecellisi
büsbütün kesilmemişse, o aza kısmen durmuştur fakat zayıf da
olsa tecelli devam etiği için arızalı durumdadır. Sebeplere
yapışıp tedavi edilirse biiznillah oraya yine Kayyum ism-i
şerifinin tecellisi kuvvetli yansır, insan sağlığına kavuşur.
Bunlar,
cismimizle irtibatlı –zahiri- yönü ki, şu üzerimizdeki nimet-i
uzmasını idraklerden aciz olduğumuzu düşünmek gerekir. Allah’ın
kâinatta ve dolayısıyla bizim menfaatimize sunulan ve cismimizde
rol alan, en küçük hücreden tutun da, bedenimizdeki iç ve dış
bütün organlarımızda bu iki ism-i şerifi olan Hayy ve Kayyum
isimlerinin ne denli yeri olduğunu düşünüp Rabbimize karşı
engin bir saygıyla minnettar olup şükranlarımızı arz edelim.
Bu
anlamaya çalıştığımız, anlayıp anlatmaya çalıştığımız,
bu mevzuda bilinmesi gerekenin kürede bir zerresi bile değildir. Bu
konuyu bir misalle yorumlayacak olursak:
Bir
araba kullanılmaya hazır, her şeyi tam olsa da çalışıp
yararlanılabilmesi için anahtar veya anahtarın yerini tutacak bir
alete lüzum var, aksi halde sanki ruhsuz bir ceset gibi bir işe
yaramaz. Bir fabrika düşünelim, her türlü techizatı tamam fakat
çalışmasını başlatmak için gerekli olan şeyler var. İşte o
sırlı olan şifre bilinip devreye girmezse fabrika çalışmaz.
Onca techizat da sükût eder, kalır.
Koskoca
galaksiler dönüyor; birbirlerine çarpmadan ve kendi
yörüngelerinden mm. şaşmadan. Tüm bu esrarengiz hadiseler Yüce
Mevlâ’nın sıfat-ı uzmasının, esma-i ilâhîsinin
cilveleridir.
Hayy
ve Kayyum esmasının kâinatta ve cümle canlılarda rolü
sınırsızdır. Bu konu ile ilgili bir de manevî durumumuza
bakalım. Şöyle ki;
Her
nebat kendine has bir çekirdek veya tohumdan neşet ediyor.
Görünüşte cansız gibi olan tohum, toprağın bağrına atılınca
hayat buluyor, başta da anlatıldığı gibi pek çok çeşit nimet
olarak yararımıza sunuluyor. Aynen bunun gibi alınıp verilen
nefesler de tohum mahiyetindeler. O nefesleri alıp verdiğimiz süre
içerisinde; hâlen, kâlen, fiilen, kalben, fikren, amelen ne halde
idik?
İşte
ibadet ve taatler, dünya kürresinden ukba yamaçlarına atılan
tohumlar misalidir.
Kur’an-ı
Kerîm’deki muhtelif ayetlerden, Efendimiz (s.a.v)’in nurlu
mesajlarından anlıyoruz ki, bu dünya ahıretin tarlası
mesabesindedir. Öyleyse ukba âleminde esma-ül hüsnâ tüm
canlılığı ile tecelli edecek, ukba adına atılan her tohum kendi
cinsine göre Hayy ism-i şerifi ile hayat bulup, Kayyum ism-i şerifi
ile diri, canlı, en güzel bir şekilde, ahırette oraya has bir
keyfiyetle karşımıza çıkıp bütün ihtiyaçlarımıza cevap
verecektir. Kur’an-ı Kerîm’de ve çeşitli hadislerde ekseri
amellerin nasıl bir surete dönüşeceğinin haberleri veriliyor.
Bunlardan anladıkları mefhumları da, âlimler bize açıklıyorlar.
Meselâ namaz için: Kabirde gına (zenginlik, yeterlik) ve ziya,
sıratta nur ve Burak, cehennemden berat, cennete girmeye vize,
mizanda yüz aklığı vs. gibi.
Bütün
bunlardan anlıyoruz ki; Mevlâ, cennetin ve cehennemin tohumlarının
neler olduğunu bildirmiş. Her bir günah da, o günahı işlerken
alınıp verilen nefeslerin sahibi için ahırette cehennem yakasına
atılan tohumlardır ki, Mevlâ’nın takdir ettiği şekilde, oraya
has keyfiyette zuhur edip hayat bulacak ve sahibine azab olarak
takdim edilecek. Allah u âlem (Allah daha iyi bilir) esma-ül hüsnâ
orada da duruma göre tecelli edecek. Hayy ve Kayyum gibi esma-i
ilâhî, hem ehl-i cennete, hem ehl-i cehenneme, hem cennet yurduna,
hem cehennem yurduna tecellisini devam ettirecek.
Çünkü
cennette tam bir nizam ve ihtişamıyla capcanlı bir hayat olduğu,
pek çok esma-i ilahinin –Hayy, Kayyum, Rezzak, Selâm, Nur, Kerîm,
Rahîm, Râfi’, Aziz, Vedud, Velî, Bârî, Basîr, Semî’, Alîm,
Bedî’ Cemîl vs. gibi- tecellisi ile Yüce Mevlâ’nın cümle
güzellikleri zuhur ettireceği, esma-i ilâhîsinin cennete has
tecellisi ile nimet-i uzmasına has, dost kullarına ihsanlarda
bulunarak vaadini yerine getireceği gibi; dünyada iken cehennemi
tercih eden ve bir ömür isyan, tuğyan, nankörlük, küfür ve
zulümlerle cehenneme tohum atan kullara da Kahhar, Celâl, Hâfid,
Kâbid, Müzil (zelil eden) gibi isimlerinin tecellileriyle o âlemin
keyfiyetine ve hak ettiklerine göre muamele edeceği muhakkaktır.
Cehennemliklerin durumuna düşmekten Rabb’ül alemin’e
sığınırız.
Velhasıl
her nefes sahibinin karşısına hay ve kaim olarak zuhur edecek
çeşitli suretlerde toprağa atılan her cins tohum, zamanı gelip
hâsılat elde edileceği gibi, bu ism-i şerifler ahıret namına
yerlerini alıp belki oraya has bir keyfiyetle daha canlı, daha
zinde bir hâsılat olmasını sağlayacak ve kişi çok defa
farkında bile olmadan attığı iyi veya kötü, hayır veya şer,
nur veya zulmet, zakkum veya cennet nimetleri, cennet huri ve
gılmanları veya cehennem zebanileri vs. olarak bütün canlılığı
ile yaptıklarının mukabilini karşısında bulacaktır.
Demek
ki her nefes, Hayy ve Kayyum esma-i ilahisinin tecellisine mazhardır.
Cenab-ı Hakk, kendini bizzat bu isimleriyle “Allah, O’ndan başka
tanrı yoktur; O Hayy’dir, Kayyum’dur.” 8
diyerek Ayet’el Kürsî’de tanıtır. Bu ayet-i kerîmenin mânâsı
çok büyüktür. Yüce Allah bu ayette kendinin büyüklüğünü,
azametini bildir. Arz ve semanın yed-i kudretinde olduğunu,
Kürsî’nin, bütün âlemleri, yedi kat göğü, yedi kat yeri ve
sayısız âlemleri içine aldığını ve her şeyi Kayyumiyeti ile
tutup idare ettiğini ilan eder.
Ya
Hayy Ya Kayyum Ya Ze’l Celâli ve’l ikrâm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder