Samed:
Herşeyin kendine muhtaç olup, kendisi hiç kimseye ve hiçbir şeye
muhtaç olmayan.
Samediyet:
Allah’ın (c.c) hiç bir şeye muhtaç olmadığı gibi
hazinesinden hiçbir şey eksilmemesi ve kudretine de hiçbir şey
ağır gelmemesi.
Evet,
herşeyi yaratan Allah olduğu gibi, her yaratık da yine Allah’a
muhtaçtır. Samed olan Yüce Allah ise hiçbir şeye muhtaç
değildir. Pek çok isim ve sıfatları ile kendini tanıtan Mevlâ,
Samed ismi şerifi ile de kendini tanıtıyor ve bütün mahlûkatın
kendine muhtaç olup, yüce zâtının ise hiçbir şeye muhtaç
olmadığını ilân ediyor.
Allah
Halık’tır, gayrı herşey mahlûktur. Cümle mahlûk ta,
Halık’ına muhtaçtır. Hiçbir şeye muhtaç olmama, yalnız
Allah’a has özel bir sıfattır. Bununla beraber, bu dünyayı ve
içindekileri sebepler dairesinde halk eden Allah, ihtiyaç sahibi
cümle canlıların çeşit çeşit ihtiyaçlarına cevap vermeyi de
çeşitli sebeplere bağlamıştır. Kâinatta sebeplere tevessül
etmeden bir şeyin zuhuratı yok denecek kadar azdır.
Evet,
cemadattan tutun, nebatata, hayvanata ve insanlara kadar cümle
yaratıklar, bilhassa hayat sahipleri sürekli ihtiyaç içerisinde,
Allah’ın (c.c) bu azim sıfatının -Samed’in- kapısında hâl
diliyle adeta “Samed! Samed!” demekteler, fakat çoğu zaman
bundan habersizdirler. İnsanoğlunun en çok gafleti de bu yönlü
tezahür eder. İnsan, sebepleri görüp hissettiği için o
sebeplere takılır kalır da, sebebi yaratan müsebbibi göremez. Ve
zaman zaman kul ile Samed arasına gaflet hicab olur. Mazallah böyle
bir gaflet pek çok tehlikelere yol açabilir. Meselâ insan zengin
olur, bu zenginliği kendi aklı ile veya gücü ile pek çok
zahmetlere katlanarak kazandığını ya da başkasının sayesinde
kazandığını iddia eder. Görünüşte doğru gibidir, fakat
cesedi görüp içindeki ruhu görmemeye, hissetmemeye benzer. Oysa
ki ruh olmasa cesed kendi başına ne yapabilir? Hem o cesedi veren
kim? Cesedi de ruhu da yaratan Allah Teâlâ olduğuna göre, insanın
kendini görüp Halık’ı görmemesi gafletin zirvesi demektir.
Sebepler
dünyasında her canlının ihtiyacını temin etmesi için gereken
sebeplere tutunması elzemdir. Bu bir ilâhi kanundur ki; madde için
de, mânâ için de bu kanun geçerlidir. Fakat şu ince noktayı da
hiç bir zaman unutmamak gerekir ki, sebepleri yaratan müsebbib Hakk
Teâlâ’dır ve her şey her an kesintisiz O’na muhtaçtır.
Evet,
her şeyi halk eden O olduğu gibi, halk olunan cümle mahlûkun
cümle ihtiyaçlarını sürekli kesintisiz karşılayan da O’dur.
O dilemezse hiçbir varlık hiçbir şeye vasıl olamaz. Meselâ bir
hasta, iyileşmek için hekime muhtaçtır. Hekim de hastayı tedavi
etmek için ilaca muhtaçtır. Allah, hastaya hekimi ve ilacı sebep
etmiştir. Hekim o ilmi öğreninceye kadar, yine Allah’a muhtaç
ki, lazım olan aklı, fikri, göz, kulak, beyin ve hisleri veren,
bunların neticesinde muvaffak kılan Allah Teâlâ’dır. Doktor,
”ben çalıştım, bu ilmi kazandım” demekle; hasta da, “falan
doktor beni kurtardı” demekle gizli şirke düşmüş olurlar.
Çünkü böyle bir görüş, başta da denildiği gibi cesedi görüp
de ruhu görmemeye benzer. Doktoru ve doktora ait bilgileri, ilacı
ve ondaki tesir gücünü, hastalığı ve şifayı yaratan
Allah’tır. Doktorun o dalda muvaffakiyetini lutfeden ve bunu
sebepler dairesinde yaratan Mevlâ, hasta kulunun şifasına o
doktoru sebep eylemiştir. Velhasıl her şey, her mahlûk Allah’a
muhtaçtır.
İnsanoğlu,
Allah’ın pek çok esmasının tecellisine muhtaçtır. Muhakkak
Allah Teâlâ, yarattıklarının fıtratlarında çeşit çeşit
istidatlar bahşetmiştir ki, bu verilen istidatları geliştirip
hayatının devamını sağlasınlar. Bir tohumun mahsul vermesi için
nelere muhtaç değil ki? Bir hücre kendi genetik şifresine göre
vücuda gelip gelişecek ve bir varlık olarak arz-ı endam edecek.
Bu hücre, maddesi ve manası ile Rabb’ül âlemin’e muhatap bir
insan olarak gelişecek veya başka bir mahlûk olarak bu âlemde
yerini alacak, bir hayat taşıyacak. Bu bir hücrenin nelere
ihtiyacı olduğunu düşünelim. Bütün ihtiyaçlarını karşılamak
için cümle mahlûkat, Yüce Yaratıcıya muhtaçtır. Bilhassa
insan, hepsinin en çok muhtaç olanıdır. Çünkü insanın hayatı
sadece dünya hayatı ile sınırlı olmayıp ebede kadar uzandığı
için, ebede uzanan bu hayatın sahibi olan insanın ihtiyaçları da
sınırsızdır muhakkak.
Evet,
iktidarı hiç hükmünde olan insan denen bu varlığın
ihtiyaçları, emelleri, arzuları, talepleri ise pek çoktur ve
ebediyete kadar uzar gider. İnsanın ömrü dünya ile sınırlı
olmadığı için ve bilhassa ukbâ için yaratıldığından dolayı,
dünya hayatını yaşarken ahiret ihtiyaçlarını düşünmek
mecburiyetindedir. Netice itibariyle hem dünya hem de ukbâ
ihtiyaçları bakımından çok muhtaç bir varlıktır. Dünyada bir
eve ihtiyacı olduğu gibi, ukbâda, cennette de bir mekâna ihtiyacı
vardır. Dünyada sıhhat ve afiyete, sevgi ve itibara ihtiyaç
duyduğu gibi, ahirette de Rabbi tarafından rıza ile karşılanıp
itibarlı olmaya azami derecede ihtiyacı vardır. Bu ve benzeri
hesaplanamayacak kadar çok ihtiyaçları olan insan, her an
karşılaşabileceği maddi manevi, dünyevi uhrevi tehlikelerden,
azablardan, musibetlerden korunmak için yine Allah’a muhtaçtır.
Hülasa,
tohum toprağa, tarlaya muhtaç, toprak yağmura, yavru anaya muhtaç,
göz ışığa, ışık Mevlâ’ya muhtaç, balık denize, deniz
Mevlâ’ya muhtaç, cümle canlı havaya, hava Mevlâ’ya muhtaç,
kelam kaleme, kalem kâğıda, kâğıt ağaca, ağaç havaya, suya,
toprağa, güneşe, dolayısı ile o da Allah’a muhtaç. İnsan
süte, süt ota, ot malum olan gıdaya muhtaç. Ve insan yine, o otun
gıda olarak girdiği canlı fabrikanın etine, yağına sütüne,
yününe muhtaç. İnsan maddi ve manevi eğitime, bir terbiye
sistemine, o da ilme muhtaç ve ilim de Allah’a muhtaç. Nefis
yiyip içmeye, uyuyup uyanmaya ve pek çok zahiri şeylere muhtaç.
Ruh ise ibadet-ü taata, zikre, fikre, marifetullaha, muhabbetullaha
muhtaç. Nefis dünyaya, ruh ukbâya muhtaç. Nefis dünya
zevklerine, dünya dostlarına, ruh ukbâ zevklerine, ukbâ
dostlarına, başta Rabbi olmak üzere, Peygamberine ve diğer
peygamberlere, meleklere, hurilere, Havz-ı Kevser’e, rıza-i
ilahiye ve cennette cemâli görmeye muhtaç.
Velhasıl
insanın ihtiyacı sınırsız. Bu sınırsız ihtiyacı ancak
rahmeti sınırsız, kerem sahibi Samed olan Rabb’ül Âlemin
karşılayacaktır.
Bir
taraftan hâlen, kâlen, fiilen ihtiyaçlarımızı Samed olan
Rabbimizden dileyip niyaz ederken, diğer taraftan dünya ve ukbâmız,
mana ve maddemiz adına da her türlü tehlikelerden yine Samed olan
Rabb’ül Âlemin’e ilticaya muhtacız. Dileriz Mevlâmızdan,
hakikati kavrayarak irfana ermemizi nasip eylesin. Âmin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder