Er-Rakîb;
Allah’ü Zülcelâl’in esma-ül hüsnâsından bir ism-i şerifi
olup, bütün varlık üzerinde gözcü ve bütün işler murakabesi
altında bulunan mânâsına gelir.
Allah
(c.c), Rakîb’tir. Bütün mükevvenât bilhassa insan Allah’ın
sürekli kontrolü, gözetimi altındadır.
İnsanın
bu ism-i şerif karşısında takınacağı tavır ne olmalıdır ki,
bu mübarek ism-i şerifin lütuflarına mazhar olsun?
Müminin
bu ism-i şerifin tecelliyatına mazhar olabilmesi ve pek çok
faideler elde edebilmesi için başta Rabbinin murakabesi altında
olduğunu hatırdan çıkarmaması, davranışlarını ona göre
ayarlamaya gayret etmesi gerekir. Unutmamalı ki; Basîr ism-i şerifi
ile gördüğünü, Semî’ ismi şerifi ile duyduğunu, Habîr
ism-i şerifi ile her şeyden haberdar olduğunu, Alîm ism-i şerifi
ile ilminin her şeyi kuşattığını haber verip kendini tanıtan
Mevlâ, Rakîb ism-i şerifi ile de her şeyi kontrol altında
tuttuğunu bildiriyor. (Amennâ ve saddaknâ – inandık, tasdik
ettik)
Mümin
nefsini kontrol altına almalı, Mevlâ’nın kontrolü altında
olduğu bilinciyle gaflete düşmeye gayret etmeli, her gün, her
saat -iyi, kötü, yanlış, doğru, günah, sevap- yaptığı
şeyleri gözden geçirip hayırları, güzellikleri şükürle
karşılamalı, hataları, günahları da istiğfarla gidermeye
çalışmalı. Böylece çok önemli bir mevzu olan murakabe, umulur
ki mümine çok büyük faydalar sağlar.
Selef-i
salihin (önceden yaşamış salihler) efendilerimiz, her günkü iş
ve davranışlarını ya kaydeder veya hafızalarına alır ve
böylece bir iç ve dış muhasebesi yapar, içlerinden geçen gurur
ihtimallerine ve ucub girdaplarına karşı dikkatli tedbirler alır,
daima iç âlemlerini –kalbî ve ruhî durumlarını- kontrol edip
arzuları, niyetleri, meyillerinin ne yönlü olduğunu murakabe
ederler ve murakabe sonucu pek çok ahvali eğrisiyle, doğrusuyla,
noksan veya değerli yönleriyle tesbit ederler ve ona göre hareket
etme bilincine ererlerdi. Kendilerince olumsuz, hata, günah sayılan
şeylere istiğfar ederler, Mevlâ’nın lütfu ile nasip ettiği,
muvaffak kılmış olduğu güzel hal, amel ve davranışlardan ötürü
de başlarını secdeye koyar, şükranla iki büklüm olurlardı.
İnsanın
kendi kendini ledünnî yanları, iç derinlikleri ile mânâ ve ruh
enginlikleri ile keşfedip tanıması, tanıyıp yorumlaması ve
kendini durumuna göre hesaba çekmesi sayesindedir ki; insan dünü,
bugünü, yarınıyla alakalı hayrı ve şerri, güzeli, çirkini,
faydalıyı, zararlıyı birbirinden tefrik edip gönül ve kalp
istikametini koruyabilir.
Müslüman
ne kalbî, ne ruhî hayatı, ne de umumî davranışları itibariyle
katiyen muhasebeden müstağni kalamaz. O bir tarafta ihmal ettiği
geçmişinin muhasebesini yapıp bin bir pişmanlıkla vicdanının
derinliklerinde yankılanan Cenab-ı Hakk’ın rahmetengiz “Ey
iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah’a dönün…”1
mesajlarıyla ümitlenip geçmişindeki günahların telafisine
çalışırken bir taraftan da yıldırımlar gibi ürpertici, rahmet
gibi inşirah verici “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve herkes
yarın için ne hazırladığına baksın…”2
uyarısıyla teyakkuz ile harekete geçer. Kendine çeki düzen
verir, elinden geldiğince bütün fenalıklara karşı kapanır.
İçinde bulunduğu anı tıpkı bahar mevsimi gibi değerlendirir ve
imanın verdi şuurla, basiretle o anın her lahzasını
değerlendirir. Böylece ayrı bir derinlik kazanır.
Muhasebe
müminin iç dünyasında bir kandil, vicdanında da bir nasihatçi
gibidir. Her fert onunla hayrı şerri, güzeli çirkini, Allah’ın
sevdiğini sevmediğini, değerliyi değersizi birbirinden ayırır
ve bu sayede aşılmaz gibi görünen engelleri aşar. Ve biiznillah
hiçbir şeye takılmadan hedefe ulaşır.
İnsanın
kendini bu ölçüde sorgulaması ev sürekli muhasebe yörüngeli
bir hayat sürmesi zordur denilebilir. Ama nefsî durumunu, iç
dünyasını bu seviyede muhasebeye tabi tutmayanında zamanını
değerlendirmesi, bugününü dünden, yarınını da bugünden
farklı yaşaması mümkün değildir. Sürekli nefsini sorgulayıp
kontrol altına alması, Rabbin kontrolü altında olduğunu mülahaza
etmesi ve davranışlarını ona göre ayarlaması, hatta zahirinden
ziyade batınına yönelip iç dünyasını kontrol etmesi insanı
insanlık ufkuna ulaştırır. İnsan sürekli murakabe altında
olduğunun şuuruyla kendisine düşen murakabe ile nefsini, durumunu
kontrol etmesi ve nefsini sorgulaması imanın kemâlindendir.
Hayatını insan-ı kâmil ufkuna göre planlamış her ruh, yaşadığı
hayatın şuurundadır. Ömrünün her dakikasını nefsiyle
mücâhedede geçirir; kalbine uğrayan her hatıraya kafasından
geçen her düşünceye parola sorar ve vize tatbik eder. Şeytana,
asabiyete, hassasiyete karşı dikkatlidir ve kalp ve kafasına sızan
ihlâsını zedeleyecek nefsanîliği yakın takibe alır. Çok zaman
en güzel, en makbul davranışlarında bile kendi kendini sorgular.
Her akşam yanlış ve eksikliklerini bir kere daha kontrol eder. Her
sabah bütün günahlara kapalı, yepyeni bir azimle hayata açılır.
O böyle ciddiyetle, sadakatle, vefa ve tevazula Rabbine karşı
saygıda, edepte kusur etmemeye özen gösterir, gayret eder,
Rabbinin Rakib’liği karşısında o da kendi nefsini, hâlini,
özünü, sözünü, zahirî ve batınî durumunu muhasebe edip
kontrol altına alır. Bütün zerrelerini istikamette, ihlâs ve
teslimiyetle ve kemâl-i edeble yürütmeye kararlı, azimli olur
ise, bir Hakk dostunun yorumuna göre “Böyle bir mümine gök
kapıları ardına kadar açılır ve kendisine: Gel ey sadık ki,
mahremsin. Bu, mahrem makamıdır. Seni ehl-i vefa gördük.” denir
ve her gün ayrı bir semâvâtla şereflendirilir.
Yukarıda
“mahremsin” denmesi “seni kimse bilmiyor, durumunu ancak ben
biliyorum” mânâsındadır. Allah’ü alem. (Allah daha iyi
bilir.)
İnsanın
kendi içinde yaptığı bu muhasebeyi ve kendi nefsini kontrol
altına almasını ve bu yolla cihad yapmasını; Allah’tan başka
–O bildirmezse- kolay kolay kimse bilemez, hatta melekler dahi.
Amelleri kaydeden melekler, zahirde olan âmâl ve ahvali
kaydederler. Onun için bu denli mücâhede, mücadele, muhasebe ve
Rabbi tarafından kontrol altında olduğu şuuru ile temkinli,
dikkatli, edebli olma cehdini kimse bilemez. Bu yalnız Mevlâ’nın
bilip değer verdiği ve mahrem tabirinin kullanıldığı makamın,
meleklerin dahi şahit olamadığı amellerin makamı olacağının
müjdesi veriliyor. “İhsan, Allah’ı sanki gözlerinle görüyor
gibi ibadet etmendir. Sen O’nu görmesen de O seni görüyor.”3
hadis-i şerifi bunu anlatıyor ve yine bir ayette “Andolsun,
insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını
biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.”4
buyruluyor.
Elhamdülillahi
Rabb’il âlemin.
1
Tahrim:8
2
Haşr:18
3
Cibril
Hadisi, Müslim, Îman,1
4
Kaf:16
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder