Es-Sabûr;
Allah’ü Zülcelâl’in esma-ül hüsnâsından, çok sabırlı,
bunca itaatsizlikler, isyanlar, tuğyanlar, zulümler, nankörlükler
karşısında hemen cezalandırmayıp mühlet tanıyan mânâlarına
gelen bir ism-i şerifleridir.
Eğer
Allah (c.c), sabredip mühlet tanımasa idi çok az kimse hariç
herkes helâk olurdu. Bunca istikamette olanlar dahi nice isyanlar,
tuğyanlar etmiş ve üzerine düşen kulluk vazifesinden bîhaber
yaşamış uzun seneler, uzun seneler haktan uzak günahlar içinde
yüzmüş, cehaleti, gafleti sebebiyle hakkı batıl, batılı hak
görmüşlerdir. Nefsin esaretinde kendilerini beğenerek ne günahlar
işlemişlerdir. Eğer Mevlâ hak ettikleri cezayı hemen gönderseydi
çoktan mahvı perişan olurlardı. Fakat rahmeti sonsuz Yüce Mevlâ
sabr sıfatı ile kuluna nazar ediyor, mühlet veriyor. Bu mühletten
istifade eden nice insanlar, bulundukları süflî hallerin farkına
varıp Allah’ın izni ile kendine gelerek yön değiştirmişler,
bir gün âsîler güruhuna kayıtlı ve şeytanın ordusuna dâhil
iken, salihler kervanına katılmışlar, Rabb’e dost olanlarla
dost olmuşlar, Hakk’a dost olma yollarını araştırmışlardır.
Bişr-i Hafî gibi pek çok Hakk dostu, Rabb’ül âlemin’in sabr
sıfatı sayesinde kulluğun şuuruna erme şerefine nail olmuştur.
Hemen hemen her insan Mevlâ’nın bu sıfatının hürmetine pek
çok hak ettiği cezalardan kurtulup, doğruyu bulma, yanlış ve
zararlı davranış ve karakterlerden uzaklaşma lütfuna mazhar
olmuşlardır.
Yüce
Mevlâ kendisi sabırlı olduğu gibi, başta peygamberlere olmak
üzere tüm iman eden, Kuran’a kulak verenlere sabrı tavsiye
ederek şöyle buyurur:
“Sabah
akşam, Rablerine, O’nun rızasını dileyerek dua edenlerle
birlikte candan sabret (sebat et)…” 1
“O
halde (Resulüm), peygamberlerde azim sahibi olanların sabrettiği
gibi sen de sabret. Onlar hakkında acele etme, onlar vaat
edildikleri azabı gördükleri gün sanki dünyada sadece gündüzün
bir saati kadar kaldıklarını sanırlar…” 2
Cenab-ı
Hakk, daha pek çok ayet-i kerîmede sabrı emir buyurarak, sabra
ayrı, özel bir önem ve değer vermiştir. Hiçbir şeyin sabırsız
elde edilemeyeceğini sık sık hatırlatarak sabırlı olmak
mecburiyetinde olunduğunu bildirmiştir.
Evet,
bir buğday tanesinin, toprağa atılmadan önceki halinden başak
oluncaya, sonra ekmek oluncaya ve nihayet insan vücudu için gıda
ve enerji oluncaya kadar ne uzun merhalelerden geçtiği düşünülürse
ve her nebatat buna kıyasla tefekkür edilirse herhalde sabra ne
kadar ihtiyaç olduğu daha iyi anlaşılır.
Hele
insanın var oluşu düşünülürse sabra ne kadar ihtiyaç olduğu,
sabır olmazsa hiçbir şeyin asla olmayacağı apaçık görülür.
İnsan, hayvan, bitki, kısacası her varlık gereken kemale ulaşana
dek bir sabır atmosferinde bulunuyor. Hatta cansız varlıklar bile.
Mesela altın madeni toprağın içinden ayrıştırılıp saf altın
olabilmesi için nice ellerden, makinelerden bilhassa ateşten
geçecek ki; diğer madenlerden ve molozlardan ayrılıp değerini
bulsun. Dahası mücevher haline gelinceye kadarki halini düşünün!
Velhasıl, canlı, cansız her şey sabra muhtaçtır.
Her
şeyin bir başlangıcı bir de son, kemal noktası vardır. Bu,
maddede böyle olduğu gibi, maneviyatta da böyledir. Nasıl ki
maddî şeylerin istenilen kıvama ve olması gereken kemâle
ulaşması için pek çok merhalelerden geçmesi, çeşitli
zorluklardan, meşakkatlerden sonra istenilen şeye vasıl olması
söz konusu ise, manen kemâle ermek için de çeşitli merhalelerden
geçip meşakkatler çekmek söz konusudur.
Velhasıl
sabırla koruk helva olur, sabırla dut yaprağı halis ipek olur,
yine sabırla tohum ot olur, ot da süt olur.
Ve
sabırla bir hücre, bir insan olur. Cahil, âlim olur. Allah’ın
sabredip tanıdığı mühletle nice kâfir, zalim, şakî, İslâm’la
müşerref olup imanla kıymet kazanır, ilimle, ibadet-u taatle
meşgul olup salihlerden olur. İşte bunlar Mevlâ’nın madde ve
mânâ adına Sabûr ism-i şerifinin tecellilerine örneklerdir.
Cenab-ı
Hakk Müslümanların karşılaşabileceği imtihan çeşitlerini ve
insanın her zaman, her meselede sabra ihtiyacı olduğunu:
“Andolsun
ki, sizi biraz korku ve açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden
biraz azaltma ile deneriz. (Ey Peygamber) Sabredenleri müjdele!”3
ayet-i kerimesi ile bildiriyor. Müteakip ayetlerde de sabredip
teslimiyetini bozmayanların kazancını haber veriyor. Yine Kur’an-ı
Kerîm’de:
“…Yalnız
sabredenlere mükâfatları hesapsız ödenecektir.”4
buyrularak, felaketlere karşı dişlerini sıkıp göğüs gerenlere
verilecek manevî ecrin hesapsız olduğu bildiriliyor. Kur’an-ı
Kerîm ve hadis-i şeriflerde sabırla ilgili pek çok mesajlar
vardır ki; müminin havaya, suya olduğu kadar sabra da ihtiyacı
olduğu vurgulanmıştır. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuş:
“En
şiddetli belalara uğrayanlar önce peygamberler, sonra da onlara en
çok benzeyenlerdir.”5
Buradan anlaşılıyor ki; kemâle ve Rabb’in rızasına, cennetine
nail olmak için sıkıntıları göğüslemek gerekiyor. Sabretmeyi
gerektiren pek çok mesele vardır, hatta günlük hayatımızda çok
değişik hadiselerle karşılaşırız. Hepsi için ayrı ayrı
sabra ihtiyaç vardır. Kısaca nelerde sabra ihtiyaç olduğunu
özetlersek, şöyledir:
1)İbadet-u
taata sabır.
2)Günah
yolunun nefse hoş gelmesine mukabil masiyet duygusuna karşı sabır.
3)Hakk’ın
kaza ve kaderine rıza göstermeyi ihtiva eden semavî ve arzî
belalara karşı sabır.
4)Kader
planında takdir edilen ve zamanı gelince zuhur eden musibetlere
sabır.
5)Dünyanın
cazibeli güzellikleri karşısında yol, yön değiştirmeden
istikamet çizgisini korumada sabır.
6)Vakit
alan meşguliyetlerde teenni ile hareket edebilmek için sabır.
Sabrın
derecelerini de büyükler altı bölüme ayırmışlardır:
1)Sabr-ı
lillâh:
Allah için sabır; yani “sabrı Allah emretti” diye sabretmek.
2)Sabr-ı
billâh:
Sabrın Allah’tan bilinmesidir ki; Allah’ın esma-ül hüsnâsından
olan Sabûr isminin tecellisi ile sabrının zuhur ettiği inancında
olarak sabırda yardımcı olan Rabbine minnettar olup şükrünü
ikrar etmektir.
3)Sabr-ı
alâllah:
Her işte bir hikmet vardır deyip, Hakk’ın celâlî ve cemâlî
tecellileri karşısında hadiselere Hakîm ism-i şerifi ile bakıp
sabretmektir.
4)Sabr-ı
fillâh:
Allah yolunda kahrı-lütfu bir bilme sabrıdır ki; böyle kul ne
varlıkla şımarır, ne de yoklukla tasalanır. Dikenle gülü,
nârla nûru bir bilip Rabbinin kaza ve takdir ettiği kaderinden
razı olma sabrıdır.
5)Sabr-ı
maallah:
Maiyet ve kurbiyet-i ilâhîye dair hususiyetleri itibariyle
bulunduğu makamın esrarına riayetle beraber halkla olabilme
sabrıdır.
6)Sabr-ı
anillâh:
Vuslata karşı dişini sıkıp dayanma azmidir. Ve hakikat
âşıklarının sabrıdır.
Bir
başka sabır çeşidi de, kendini anlamayanların arasında dişini
sıkıp inancından taviz vermeyenlerin sabrıdır. Bu durumla hemen
hemen herkes karşılaşır.
Allah’u
Zülcelâl, bütün isimleri gibi bu ism-i şerifini de kulları
üzerinde görmeyi talep eder. Bunun için de, kullarını, sabır
gerektiren pek çok hadiselerle iç içe hayat mücadelesi vermeye
mecbur eder. Mümin, sabrı nisbetinde kemâle erer. Zira sabır,
sadakatin, takvanın ve olgunluğun alametidir. Kur’an-ı Kerîm’de:
“İnsanlar
imtihandan geçirilmeden, sadece “iman ettik” demeleriyle
bırakılıvereceklerini mi sandılar?”6
buyrulmaktadır. Bir hadis-i şerifte ise Ebû Said el-Hudrî ile Ebû
Hureyre’den rivayetle şöyle buyrulmuştur:
“Müslümana
fenalık, hastalık, keder, hüzün, ezâ, iç sıkıntısı arız
olmaz, hatta vücuduna bir diken batırılmaz; ancak Allah’u Teâlâ
bu musibetlerden birisi sebebiyle o müslümanın suçlarını ve
günahlarını örter, bastırır.”7
Bu hadisten de anlaşılıyor ki, bu imtihanlar yaşanacak. Kim
sabreder, isyan etmez, kaderi tenkit etmez, asi olmadan rıza ile
karşılarsa; bu davranışı, onun günahlardan arınıp Rabbinin
huzuruna tertemiz gideceğinin müjdesidir.
Son
olarak; sabır çok mühim bir mevzu olduğu için, bununla ilgili
haberler yazıp okumakla, anlatmakla bitmez. Özet olarak şunu
belirtelim ki; Rabbimizin bir ismi ve sıfatı da Sabûr’dur. Bu
sıfatı ile olumsuzluklara, isyanlara karşı mühlet tanıyor.
Yarattıklarının kemâle ermesi için sabır gerekiyor. Kullarında
da bu sıfatını görmeyi talep ediyor ki; müminin kemâle ermesi
için, tertemiz, saf olması için sabırlı olması şarttır. Fakat
bunun en son mükâfatı ise meleklerin onları:
“Sabrettiğinize
karşılık size selâm olsun! Dünya yurdunun sonu cennet ne
güzeldir.”8
diyerek selamlamalarıdır. Bu yetmez mi?
1
Kehf:28
2
Ahkaf:35
3
Bakara:155
4
Zümer:10
5
Tirmizi,
İbn. Mâce, Darimi, Buharî
6
Ankebut:2
7
Buharî,
Kitab’ul Merdâ, 1907 no’lu hadis
8
Ra’d:24
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder