Er-Rahmân
ve Er-Rahim, Allahü Zülcelâl’in esma-i ilâhîsinden iki ism-i
şerifidir. Kur’an-ı Kerîm’de 113 surenin başında
zikredildiği gibi pek çok ayette bu isimler yer alır.
Er-Rahmân:
Dünyadaki canlı cansız bütün varlıklara tecelli eder ki, çok
merhametli, bütün ihtiyaç sahiplerinin ihtiyacına cevap verici,
engin merhamet sahibi Yüce Allah dünyadaki tüm mahlûkata bu ism-i
şerifinden dolayı kâfir, fâsık, âsî, münâfık, nankör
ayırımı yapmadan hepsine rızık ve her nevî ihtiyaçlarını
veriyor. Çünkü dünyaya bu ism-i şerifi ile tecelli ediyor. Bütün
âsîler, nankörler bu ism-i şerifin tecellisinden istifade
ediyorlar. Merhametinin enginliğinden rızkını yiyip Yaratan’ına
isyan eden, adeta harp ilen edercesine başkaldırıp uzun zaman
saygısızlık eden bunca âsînin rızıklarını kesmediği gibi,
hemen cezalandırmayıp onlara mühlet tanıyor. Sabırla olup
bitenleri müşahede ediyor. Hidayetleri için sebepler sergiliyor. O
âsî kullarını bu sebeplerle tanıştırıyor. Böylece o âsî
insanlardan hidayete erip Salihlerden olanlar da oluyor. Bu duruma az
veya çok her insanın duçar olduğu da bir gerçektir. Eğer kul
birazcık düşünse, her konuda olduğu gibi bu konuda da Rabbinin
bu isminin tecellisine ne kadar da muhtaç olduğunu görecek.
Yüce
Mevlâ’nın bu isminin tecellisi olmasa idi, kâfir, fâsık,
âsîler bir yana müminlerden dahi helâk olmayan, maddi-manevî
mahvı perişan olmayan bir tek fert kalmazdı. Müminin de Rabbine
karşı isyan edip yer yer kanun, kural dinlemediği zamanlar
olabiliyor. Bunca nimetler karşısında üzerine düşen şükrü
edâ etmiyor. Velhasıl, eksik, kusur, nisyan içerisinde gereken
kulluk vazifesinden bîhaber yaşayabiliyor.
Ama
Yüce Mevlâ engin merhametinden dolayı, eksik ve kusurlu hallerine
rağmen kulunun rızkını kesmiyor, onu terk etmiyor, hemen
cezalandırmıyor. Üstelik tevbe edenin günahını, kusurunu
affedeceğini müjdeliyor.
Allah,
insana akıl gibi bir nimet lutfetmiş ki, insan aklını kullansa ve
vicdanının sesini dinlese kısmen hayrı-şerri,
faydalıyı-zararlıyı ayırt eder. Fakat Yüce Allah, kemâl-i
merhametinden insanlığa bir de kitap –Kur’an-ı azimüşşan’ı-
göndermiş ki bir nur, bir şifa olarak; hiçbir gizli şey
bırakmadan hakkı, batılı insan bildiren bir rahmet memba’ı
lutfetmiş. Kemale giden yolları, insan-ı kâmil olma, Hakk’ın
rızasına erme dolayısıyla rıdvânı ile şerefyâb olma
hususlarını beyanla engin rahmetini gözler önüne sermiş.
Madde
mânâ adına nereye bakılsa, Mevlâ’nın Rahmaniyetinin her şeyi
kuşatmış olduğu görülür. “Bismillahirrahmanirrahim”
diyerek mübarek ism-i şeriflerini surelere, adeta bir anahtar gibi,
giriş ve açılış niteliğinde beyan edip sonsuz, hudutsuz engin
rahmet, mağfiret, merhamet sahibi olduğunu bu ism-i şerifi ile
ilan ediyor.
İnsan
madde ve mânâ yani beden ve ruh denilen iki varlıktan meydana
geldiği için diğer ism-i şerifleri gibi bu ism-i şerifi de hem
maddî hem de manevî yönüne tecelli eder. Başta da değinildiği
gibi maddî yönüne yani bedenin dünyadaki bütün ihtiyaçlarının
peşinen, karşılıksız olarak, hatta isyan eden, inkâr edenlere
dahi verilmesi Rabbin Rahmaniyetindendir.
Fakat
maneviyata gelince bu rahmetinden istifade edebilmesi için kulun
cüz-‘i iradesini yerinde kullanması icab ediyor ki, Mevlâ küllî
iradesi ile tecelli etsin de bu rahmetinden kula lütuflar yağdırsın.
Evet,
pek çok ihtiyacımızı peşinen karşılayan Mevlâ, bu peşinen
verdiği nimetlerin bekâsını ve ebedî rahmet deryalarına vasıl
olabilmeyi sebeplere bağlamıştır. İşte Kur’an-ı Kerîm,
rahmet membaı olmakla beraber, Resul-ü Zişan da rahmet-i ilahi
tarafından kullara rahmet hazinelerini gösteren rehberdir ki,
Rabb’ül âlemin’in rahmet içinde rahmetidir.
Mevlâ’nın
iman nasib etmesi bir rahmet, kulun bu nimetin kıymetini bilip
Rabbine teslim olması, rahmet membaı olan Kuran’dan bol bol
rahmet yudumlaması ve o rahmetle beslenip, o rahmetle arınıp
durulmaya say etmesi ile Yüce Mevlâ rahmet içinde rahmeti, lütuf
içinde ayrı bir lütfu ihsan edeceğini haber veriyor. Dahası
günahına tevbe edenin günahını affetmesi bir rahmet, işlenen
bir kötülüğe bir günah, işlenen bir iyiliğe ise en az on veya
daha çok sevap vermesi de yine rahmetinin bir tezahürüdür. Bir
tohuma, bir çekirdeğe nasıl binlerle mukabele ediyor ise, kulun
ihlâsla işlenmiş cüz’i bir ameline de öylece mukabele
edeceğinin müjdesini veriyor. Sabrı gerektiren durumlarda,
sabredenlere mükâfatlarının hesapsız verileceğini bildirirken,
cömertlerin de cennetin kapısını açacağını bildiriyor. Namaz,
oruç, zikir, infak, ilim tahsili ve mümkün mertebe insanları
hayra teşvik, kötülüklerden uzaklaştırmak, dine, Kuran’a
dolayısıyla insanlara maddî, manevî hizmet ve Rabbin
memnuniyetini bildiren daha pek çok salih amelleri işleyen
kullarını dünyada engin merhameti, ukbâda Rahîmiyetinin
tecellisi ile ödüllendireceğini haber veriyor.
Evet,
dünyada rahmeti her şeyi kuşatmasına mukabil ahırette Rahimiyeti
ancak müminlere isabet edeceği de bir gerçektir. Dünyadaki
Rahmaniyeti ile mümin, kâfir, zâlim ayırmayıp tümü bu mübarek
ism-i şerifinden yararlandırırken ukbâda Rahimiyeti ile yalnız
mümin kullarına tecelli edeceğini bildiren Yüce Allah, ahıretin
ayırım yeri olduğunu, imanlı-imansız, itaatli-itaatsiz,
saygılı-saygısız vs. herkesin durumuna, derecesine göre
ayrılacağını bildiriyor. Dünyada Rabbin rahmetini irfan gözü
ile görüp şükrünü edaya say eden salihlerin ukbâda
Rahimiyetinin lütufları ile müşerref olacaklarını, aksini
yaşayanların ise Rahimiyetten hisseyâb olamayacaklarını Mevlâ
bildiriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder