Ed-Darr
ve En-Nâfi’ Allahü Zülcelâl’in esmasındandırlar. Ed-Darr,
elem ve mazarrat verici şeyleri yaratan, En-Nâfi’ ise hayır ve
menfaat verici şeyleri yaratan anlamlarına gelir.
Menfaatleri
ve mazarratları yaratan ancak Allah’tır. Bütün vukuat
sebeplerle meydana geliyorsa da sebepler yoku var etmez. Onlar ancak
insanların elinde birer tutamak ve maksada ulaştıran birer
vasıtadan ibarettir ve o sebepleri de yaratan yine Yüce Allah’tır.
İnsanın menfaat ve mazarratında hakim ve rakibsiz müessir ancak
O’dur. Allahü Teâlâ her ne kadar mazarrat verici şeyleri
yaratmışsa da onlardan zarar görmemizi değil bilakis maddî
manevî bütün zararlardan sakınıp korunmamızı emretmiştir.
Allah
Teâlâ insanlara menfaat ve mazarratı ayırt edebilecek kuvvet
verdiği gibi -ki bu kuvvet akıl ve ilimdir- bunlardan herhangi
birinin sebeplerini tutabilmek üzere kendilerine tam bir serbestlik
de vermiştir. Yani insanı ihtiyarı ile baş başa bırakmıştır.
Bu serbestliğe binaen bir insan hangi tarafın sebeplerine
tutunursa, hangi yöne teveccüh ederse akıbeti oraya çıkar ve bu
akıbeti bile bile kendi arzusuyla hazırlamış olur. Allahü
Azîmüşşan kullarını imtihan etmeyi murad etmiş olup itaatliyi
itaatsizden, şükredeni nankörden, edepliyi edepsizden, mazlumu
zalimden, saidi şakiden ayırt etmek üzere En-Nâfi’ ism-i
ilâhîsinin tecellisi ile iyiyi, güzeli ve maddî manevî menfaat
verecek şeyleri yaratmış olup bunların kazanma, vasıl olma
yollarını ve bu hayır ve menfaat verici şeylerin neler olduğunu
da Kur’an-ı azîmüşşan’da açık ifadelerle bildirip ilan
etmiştir. Efendimiz (s.a.v) de Mevlâ’dan aldığı mesajları
insanlara, kalen, hâlen ve fiilen bildirip açıklamış e örnek
olmuştur. Bütün hayır ve menfaat veren güzellikler Efendimiz
(s.a.v)’de cem olmuştur.
Allahü
Zülcelâl Ed-Darr ism-i ilâhîsiyle de elem ve mazarrat verici
şeyleri halk etmiştir. Bunla beraber bu zarar ve elem verici
şeylerin neler olduğunu, nelerin sonunun mazarrat olacağını
peşinen haber vererek insanlara ikazları ile yardım etmiş,
ihsanda bulunmuştur. Hem bu mazarratları, hem de uyarıları
anlayabilecek akıl, fikir, muhakeme gücü vererek kulunu adeta dört
bir yanda koruması için sebeplere bağlı olarak nimetlerini,
lütuflarını ihsan etmiştir. Fakat her şeye rağmen insan yine de
şerre meyyal olup tercihini zarar verecek şeyden yana koyma,
hayatını o yolda idame ettirme niyetinde ise bu niyeti ile şerre
sebep olan şeylere müteveccih olup sa’yi o yönde ise işte o
zaman bu niyeti ve tutunduğu şerre götürecek sebepler ile adeta
kendi tercihi ile Allahü Zülcelâl’in Ed-Darr ism-i şerifinin
tecellisini üzerine çekmiş olur. Bu durumda Allah Teâlâ o insana
talep ettiği mazarratı yaratır. Hiçbir zaman Mevlâ kuluna zarar
verecek şeyleri asla halk etmek, vermek istemez fakat kul ısrarla
‘illâ ver’ dercesine o yolda ısrar ederse bu talep ve ısrar
üzerine Mevlâ da Ed-Darr ism-i şerifiyle tecelli eder ki kişinin
talep ettiği mazarrat nevinden şey zuhur eder.
Ed-Darr
ve En-Nâfi’ isimleri maddî ve manevî yönlü ve dünya ve ukbâ
tönlü tecelli eder. Ed-Darr ism-i ilâhîsi dünyada mazarrat
verici şeylerin yaratılmasına sebebiyet verdiği gibi, ukbaya
bakan yönüyle de bütün mazarratların ve kişiye azab, elem
verici şeylerin yaratılmasına sebep olur. Kısaca denebilir ki,
her bir günah ve Kur’an’da bildirilen fiilen, hâlen, kalen
işlenmesi yasak olan her bir ahkâm ve Allah’ın emir ve nehyine
itaatsizlik, saygısızlık ki bu yönde tercihini yapanlara Allah
Ed-Darr ism-i şerifiyle tecelli edere talep ettiği şeyleri
yaratacaktır. Bunların dünyada duçar olacağı pek çok
mazarratlar olmakla beraber hassaten ahirette, aslî vatan olan o
âlemde, sağlamın çürükten ayrıldığı hengâmda pek çok
ziyanlara, elîm azaplara, hüsran ve zillete duçar olacaklarını
Yüce Allah Kur’an’ında bildirmektedir. Kulun talebi ve tercihi
üzerine Ed-Darr ismi tecelli ederek kulun amellerinin karşılığı
orada elem, azap verici şeyler olarak zuhur edecektir. Her bir günah
çeşit çeşit tohumlar mahiyetinde olup –ki dünyada
atılmışlardır- ukbâda cehennem meyveleri ve o mekâna ait
mazarratlar olarak Ed-Darr ism-i ilâhîsinin tecellisi ile zuhur
edecek ve sahibine takdim edilecektir. Bu hususla ilgili pek çok
ayetten birkaçını örnek verelim:
“…Siz
ve Allah’tan başka taptıklarınız cehennemin yakıtısınız.
Oraya gireceksiniz.”1
“Orada
onlara inim inim inlemek düşer. Yine onlar orada hiçbir iyi haber
duymazlar.” 2
“…
Dikkat edin, yaratma
da, emir de Allah’a aittir. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne
yücedir.” 3
“Allah
kullarının küfre girmesine razı değildir.” 4
“…
Allah fesat çıkaranları
sevmez.” 5
“…
Allah haddi aşanları
sevmez.” 6
“…
Allah müsrifleri
sevmez.” 7
“…
Allah Teâlâ kötü
şeyler ile emretmez…” 8
“…
Bir kavim kendini
değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez…” 9
“Kim
varını Allah yolunda harcar ve Allah’tan korkar ve en güzel
kelimeyi (lâ ilâhe illallah) tasdik ederse biz ona en kolay yolu
hazırlarız. Ama kim de cimrilik eder ve Allah’a karşı müstağni
davranır ve güzeller güzeli kelime-i tevhidi yalanlarsa Biz de onu
çetin bir yola zorlarız.” 10
“Ve
her insanın amelini boynuna doladık…” 11
Allah
kimseye zulmetmez, herkes amelinin karşılığını görecektir.Bunlar
ve benzeri pek çok ayet-i kerîmelerden anlaşılan o ki, yaratan da
Allah emreden de Allah’tır 12.
Yüce Allah sevmediği ve kullarına bildirip yasakladığı mazarrat
verici, hem dünyada hem ukbâda zillete, sefalete, elem, keder ve
cezaya sebebiyet verecek şeyler hakkında hükmünü ilan etmiştir.
Buna rağmen kul ferman dinlememiş, emre uyup menhiyatı terk
etmemişse yukarıdaki ayetlerden anlaşıldığı üzere amalinin
karşılığı olarak hak ettiği şeyi Mevlâ yaratacaktır. Bu kul
adeta Allahü Azîmüşşan’ın Mudill isminin tokmağına yapışmış
ısrarla ‘beni saptır, ben dalalet ehli olmak istiyorum’
demektedir. Allahü Azîmüşşan da o batıl yolda kolaylık,
muhabbet yaratır da o kişi artık rezaleti, zilleti, iffetsizliği
maharet bilip kendi kendinin zalimi olur. Allah (c.c) bir ayet-i
kerîmede “kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın” 13
der ki her şey gün ışığı gibi açıktır. Diğer bir ayet-i
kerîmede ise “Allah Teâlâ onlara zulmetmedi, fakat onlar kendi
nefislerine zulmederler” 14
diyerek kullarını uyarır ki iş çok ciddi olup uyanık olmak
gerektir. Yunus (a.s) bir zelleden ötürü kendini balığın
karnında buluyor. Ve hemen işin farkına varıp “Lâ ilâhe illâ
ente sübhâneke inni küntü minezzâlimîn” diyerek Rabbine
münacat ediyor. Kendince bir suç olarak addettiği meseleden dolayı
nefsine zulmettiğini itiraf edip özür diliyor. Ayetlerden de
anlaşıldığı üzere her masiyet bir zulümdür. Talep eden
kuldur, yaratan Allah’tır, o kişinin talebi üzerine o istediği
yolda, tuttuğu işte dilediği gibi yürütüp emeline ulaştıran
da Allah’tır. Bu atılan şer tohumlarının karşılığını da
yaratacak olan Allah, o haram kılınan şer işlerin, tutum ve
davranışların akıbette ne gibi azab ve elem verici şeylerin
vukuuna sebep olacağını açık ifadelerle anlatır. Esfel-i
sâfilîne duçar olma gibi, tard, ikab, zillet gibi çeşit çeşit
azab-ı ilâhîler, taam olarak zakkumlar, irin ve kan karışımından
pelteler, kaynar sular, ateşler, yılanlar, akrepler gibi kabir
azabları ve daha neler neler Kur’an’da tafsilatıyla anlatılır.
Her bir kötü amelin Allah’ın dilediği, takdir ettiği surette
zuhur edecek olup çeşitli suretlerle sahibinin karşısına
çıkacağı bildirilmiştir ki, Ed-Darr ism-i şerifi de cümle
mevcudatta tecelli ettiği gibi, kötü vasıflara tutunan, menhiyata
tevessül eden şahsa tecelli edip o şahıs için, talebi üzere
elem ve mazarrat verici şeyler yaratılacaktır.
Allah’ın
bazı hikmete binaen takdir ettiği musibetler, sıkıntılar bu
mevzunun dışındadır. Onlar aslında belâ ve musibet gibi görünse
de belâ ve musibet olmayıp imtihan olarak gelen şeylerdir. Bu konu
ile ilgili mesajları Kur’an ve hadisten dinleyelim: Meselâ Kur’an
Eyyub (a.s) kıssasını anlatır ve on sekiz sene gibi uzun bir
zaman diliminde çeşitli iptilâlara maruz kaldığını ve ağır
bir imtihana tâbî tutulduğunu mal, evlâd ve sonunda bedenine
gelen ağır hastalıklara maruz kaldığını ve bunca çile,
musibet, iptilâ karşısında sabırla, metânetle teslimiyetini
izhar ettiğinin haberini verir. Yüce Allah şu ayet ile Eyyup
(a.s)’ı medhu senâ edip taltif eder:
“Doğrusu
biz Eyyub’ü sabırlı bulduk, O ne güzel kuldur.” 15
Âdem
(a.s) ile başlayan imtihan bazı iptilâları beraberinde getirmiş
ve her peygamber çeşit çeşit iptilâlara maruz kalmıştır. Musa
(a.s), İsa (a.s), Hud (a.s), Lût (a.s), Nuh (a.s), Zekeriya (a.s)
ve Efendimiz (s.a.v) ve cümle enbiya çeşitli musibetlere maruz
kalmışlardır. Kâh bedenlerine isabet eden hastalık, kâh
kavimleri tarafından gördükleri zulümler, kâh evladı ıyal
tarafından sudur eden sıkıntı ve elemler gibi birçok musibete
maruz kalmışlar ki aslında bu ve benzerleri musibet olmayıp
insanı kemâle erdiren ve Rabbine kulluğunu isbat ettiren,
teslimiyetini ortaya koyan ve bu suretle kişiyi insan-ı kâmil
ufkuna ulaştıran imtihanlardır, vesilelerdir. İnsan, Hakk’a
gönül vermiş olup üzerine düşen kulluk şuuru ile vazifelerini
ifaya sa’y ediyorsa ve menhiyattan uzaksa o insan zirveleşme
yolundadır ki başta peygamberler olmak üzere sonra onlara
yakınlıkları nisbetinde ümmetleri bu tür imtihanlara maruz
kalırlar. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur:
“Cenab-ı
Hakk, kuluna ameliyle ulaşması zor bir makam takdir buyurmuşsa,
ibadet-i taati ile o zirveye ulaşması imkânsız görünen o
kimseyi nefsi ve ailesi itibariyle bazı iptilâlara müptelâ kılar.
Sonra o iptilâya karşılık ona sabır verir derken kulunu
yükseltip o menzile erdirir.”
“Elbette
sizi biraz korku, biraz açlık, biraz can ve mahsul eksikliği ile
sınarız. Sabredenlere müjdele.” 16
Hakk
Teâlâ’dan gelen ve musibet gibi görünen elem, sıkıntı verici
şeylerin aslında musibet olmayıp sabredildiği, tevekkül edildiği
takdirde pek çok hayırlara sebep olacağı yukarıdaki gibi pek çok
ayet-i kerîmede ve hadis-i şeriflerde bildirilmiştir. Esas musibet
haramlara tevessül yoluyla kulun kendi talebi ile sebebiyet verdiği
şeylerdir ve isyanda ısrar etme durumunda olmaktır ki, Ed-Darr
ism-i ilâhisinin tecellisi ile dünyada zillete, ukbâda elim azaba,
esfel-i sâfilîne ve bunların zuhuratına sebep olacaktır.
“Sana
gelen bir güzellik bil ki Allah’tandır, sana gelen bir kötülük
ise bil ki nefsindendir.” 17
Allahü
Zülcelâl kulu için şüphesiz iyilik, güzellik murad eder,
kötülükleri ise nefis murad eder. Ve böylece Allah’ın murad
ettiği, sevdiği vasıflara, amellere tutunana Yüce Mevlâ,
En-Nâfi’ ismi ile güzellikleri, yararlı, değerli şeyleri halk
eder. Nefsin muradı üzere tutulan şerli yol ve menhiyata tevessül
üzerine de Ed-Darr ism-işerifiyle tecelli eyleyip şer olan şeyleri
o şahıs için halk eder. En-Nâfi’ ism-i şerifinin tcellisiyle
cümle maddî ve manevî güzellikler, kıymetli nesneler olarak
zuhur eder. Kul, Rabbinin rububiyeti karşısında ubudiyet şuuru
ile iman-ı billâh, marifetullah ve muhabbetullah yollarını
araştırır, nefsi ile cihad eder, doğruyu bulup hakta karar
kılmaya ve Kur’an’la tanışıp ahkâmıyla âmil olmaya
niyetiyle yola çıkıp cehd-ü gayret ederse işte bu ve benzeri
yollara düşen kulunu Yüce Mevlâ başıboş bırakmayıp -Hâdî
ism-i şerifi ile- inayetini yetiştirecektir ve En-Nâfi’ ism-i
şerifi ile onun için en güzelini yaratacak veya en güzele vasıl
edecektir. Evet, dünyada güzel vasıflarla serfiraz edip imanın
lezzetini attırtması gibi, Allah’ın değer verdiği, sevdiği
amelleri nasip etmesi gibi, sevdiği kulları tanıtması ve o
kullara karşı kalbinde bir muhabbet yaratması gibi ve dolayısıyla
kendisinin de sevilen, değer verilen aziz bir kul olması gibi bütün
güzellikleri Mevlâ, o kulu için halk eder. Sabrı, şükrü,
zikri, infakı, ibadet-i taati, ilmi, irfanı, hizmet ve merhameti ve
daha pek çok sevip değer verdiği ve Kur’an-ı azîmüşşan’da
bildirdiği vasıfları o kula ihsan eder ki bunlar ahiret âleminde
değerli şeylerin zuhuruna, Allah’ın rıza ve hoşnutluğuna,
cennet ve cemaline kavuşmaya sebeptirler. Allahü Azîmüşşan,
yolunda olana bu güzellikleri ihsan eder ki, bu güzellikler onlar
için bir ahiret yatırımı olur, bir tohum mahiyetinde olup
En-Nâfi’ ism-i ilâhîsinin tecellisiyle rıza-i ilâhî ve cennet
nimetleri olarak zuhur ederler inşallah.
1
Enbiya:98
2
Enbiya:100
3
Araf:54
4
Zümer:7
5
Kasas:77
6
Araf:55
7
En’am:141
8
A’râf:28
9
Ra’d:11
10
Leyl:5–10
11
İsra:13
12
A’râf:54
13
Bakara:195
14
Âl-i İmran:117
15
Sad:44
16
Bakara:155
17
Nisa:79
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder