El-Vasî,
yüce Allah’ın (c.c) esmâ-i hüsnasından olup geniş ve
müsaadekar anlamına gelir. Allah’ın kudret ve rahmetinin,
ilminin ve diğer sıfatlarının genişliği ve tükenmezliği her
zerrede görülmektedir. Evet, yerler, gökler, bunca gezegenler,
yıldızlar, güneşler, bunca âlem, daha bilmediğimiz Kur’an-ı
azimüşşan’da bildirilen âlemler hep Allah’ın (c.c) Vasî
ism-i şerifinin şahitleridir.
Efendimiz (s.a.v) Mirac hadisesini
anlatırken yedi kat göklere yükseldiğinden haber verir ki,
elbette doğrudur. Kur’an-ı Kerîm’de Âl-i İmran suresi’nde
“vasi’a kürsiyyühüssema vel ard” diye geçen ayette bu
sıfatını tanıtarak mealen “Vacib teâlâ’nın kürsüsü ve
arzı vasi oldu ve onları ihata etti” buyurur. Bu manayı
Resulullah (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurur: “Yedi
semavat ve altı tabaka arz kürsüye nisbetle cesim bir ova üzerinde
atılmış bir halka gibidir.” Kürsünün semavatın fevkinde ve
arş-ı ala’nın altında semavat-ı seb’ayı (yedi gök) ihata
eden cisim olduğu beyan olunmuştur. Evet, kürsî denen âlem ki,
Allah-ü âlem sınırsız olup El-Vasî ism-i şerifinin
tecelligahını temsil ediyor. Ukbâ âlemi, berzah, cennet, cehennem
denen âlemler mahşer yeri kim bilir nasıl geniş âlemlerdir. Yüce
Mevlâ’nın her esma-i hüsnâsı gibi bu ism-i şerifleri de
zerreden kürreye hayalimizin ulaşamayacağı, tasavvur
edemeyeceğimiz, beşer aklına sığmayacak bir genişlik
kesbetmektedir. Sınırlı akıl, sınırsız genişlikleri elbette
idrakten acizdir. Fakat insan bu sınırlı aklı ve idraki ile her
şeyde Yüce Allah’ın (c.c) “Vasî” isminin tecellisini
müşahede edebilir bir nebze de olsa. Meselâ insana en yakın olan
yine kendisidir. İnsan kendi şahsında bir yüce sıfatın izlerini
görebilir. İnsanların seslerine, simalarına, tavırlarına dikkat
edilirse bütün insanların hep aynı maddeden ve aynı unsurdan
yaratıldıkları halde hiçbirinin bir diğerinin aynısı olmadığı
görülür. Hatta malumdur ki parmak uçlarındaki çizgiler bile
herkeste farklıdır, kar tanelerinin bile birbiriyle aynı olmadığı
ispatlanmıştır.
Allah’ın
kudreti, ilmi öyle geniş ki, hududu yoktur. Bir insan vücudunda
katrilyonlarca hücre bulunmakta olduğunu bilim ispatlamıştır.
Nereye baksan, neye baksan Yüce Mevlâ’nın cümle esması gibi
El-Vasî isminin nişanları da görülmekte ve Mevlâ’nın El-Vasî
olduğunu ilan etmektedir. El-Mün’im, El-Vehhâb, El-Kerîm
esmalarında Allah’ın nimetlerinin sayılamayacağı, kullarına
ikramının çok olduğu ve bu hususta vaadi olan ukba âlemine ait
nimetlerin sınırsızlığı bildirilmişti. Bu gördüğümüz veya
çapını, büyüklüğünü duyduğumuz şu dünya ki bizce büyük
sayılmasına rağmen diğer âlemlerin yanında çok küçük olduğu
bildirilmiştir. Bu dünyanın kısmen çapı bellidir, fakat
bahsedilen ahiret yurdu olan darüsselamlar ki orası ebedilik yurdu
olduğuna göre gelen bilgilerde o âlemlerin sınırının olmadığı
bildiriliyor. Sınırsız âlem, sınırsız hayat, sınırsız
rahmeti gerektirir ki Yüce Mevlâ’nın mümin kullarına rahmet-i
ilâhîsinin de inşallah El-Vasî isminin tecellisi ile sınırsız
olacağını ümid ediyoruz. O âlemler ki orada huzurun, saadetin,
aşk ve muhabbetin, zevk ve sefanın, güzellik ve itibarın, neşe
ve huzurun, maddi ve manevi her çeşit nimet-i ilâhînin sınırı
olmayacağı bir hakikattir ki, bu sınırlı âlemde, sınırlı
hayatta, sınırlı akılla o sınırsız âleme ait sınırsız
nimetleri anlamak imkânsızdır. Zaten Yüce Allah Kur’an-ı
Kerîm’de ukba nimetlerinden bahsedip keyfiyetlerini kısmen
dünyadakilere benzeterek veya anlayabileceğimiz tarzda tarif ederek
“tahayyül edemeyeceğiniz nice nimetler hazırladık” der.
Şüphesiz
inanıyoruz ki, Allah El-Vasî’dir. Bu sıfat-ı uzması, ism-i
ilâhîsine cümle varlık, mahlûk, kâinat şahittir. Bu isim
zahirde tecelli ettiği gibi batında da tecelli etmiştir, maddede
tecelli ettiği gibi manaya ait amellerde de tecelli etmiştir. O
Allah ki, rahmeti, mağfireti, lütuf ve ihsanı çok geniştir. Bir
daneye yedi başak, her başağa yüz dane ve böylece bir daneye
yedi yüz dane lutfettiği gibi, bir tohum bir çekirdekten mütevelli
bir ağaca tonlarla meyve verdiği gibi, kullarının cüz’i
amellerine de büyük mükâfatlar vereceğini müjdeler ki diğer
esması gibi bu ismi de hem maddede hem manada kendisini gösterir.
Yüce Mevlâ bazı kullarına bol bol geniş servet vermiştir ki, bu
durumda diğer pek çok esma gibi bu ismin de rolü büyüktür. O
Yüce Mevlâ ki, bazı kullarına da ilim yolu ile tecelli etmiş
olup onları geniş bilgi sahibi kılmıştır. Tabi ki her şeyde
olduğu gibi bu hususlarda da gereken sebeplere yapışmak suretiyle
dünya ilmi isteyen kullara bu ilimden bahşedilir. Allah Teâlâ
dini ilim yolunda çalışanlara da yine dilediği kadar ihsan ederek
idrakini, ilmini genişletir. Bazı kullar vardır, pek çok
zorluklarla karşılaşırlar, haksızlıklara maruz kalırlar fakat
onların sadırları geniş olup vuku bulan onca zorlukları,
olumsuzlukları, gam, tasa veren olayları sineye çekerler de
hazmederler. Marifetullah ilmine karşı sadırları ummanlar gibi
olup ne kadar ibadet, taat etseler, Hakk’ın rızasına vesile
olacak ameller işleseler de asla doymak, yorulmak nedir bilmezler,
usanmak, sıkılmak gibi haller onların semtine uğramaz. Gönül
âlemleri ummanlar gibi olup onlar hep “hablin mezid, hablin mezid”
derler. Sahabe-i kiram da böyle her emr-i ilâhîyi seve seve
harfiyen yerine getiriyorlardı. Mal gerektiği yerde mal, can
gerektiği yerde de gözlerini kırpmadan can veriyorlar veya vermeye
hep hazır duruyorlardı. İbadet-i taatta, kullukta tam bir ubudiyet
şuuru içinde nefeslerini değerlendirirken bu hususta bir türlü
doymak nedir bilmiyorlar ve sık sık “hablin mezid Ya Resulallah”
yani “daha yok mu söyle Ya Resulallah” diyorlardı ki, işte bu
bahtiyar Hak dostları pek çok esma-i ilâhî gibi El-Vasî isminin
tecellisine de mazhar olmuşlardı. Onlar cüz’i iradeleriyle
gönül, his dünyalarını geniş tutmaya çalıştıkça Yüce
Mevlâ da onları El-Vasî isminin tecellisine mazhar eylemiş ve
dilediği kulunun gönül âlemini dilediği kadar genişletmiştir
ki bu yolda pek çok hasenat, ibadet-i taat, gönül zenginliği gibi
pek çok ecirlere ve rıza-i ilâhiyeyi kazanmaya vesile olacak
değerli vasıflarla mücehhez kılmıştır.
Bazıları
vardır mevki makam sahibidir, bazıları da maddi yönden zengindir,
bunlar da Mevlâ’nın ayrı ayrı lütuflarıdır. Fakat bu ve
benzeri zahiren pek çok geniş imkân sahipleri vardır ki gönül
dünyaları dardır, en ufak haksızlığı hazmedemezler ve
Mevlâ’nın ihsan ettiği servetlerinden de infak edemezler, hatta
öyleleri vardır ki, ne kendi nefislerine ne de evlatlarına
gerektiği gibi harcayabilirler. Çünkü her ne kadar madden geniş
imkânlara sahip iseler de manen kalp âlemleri dar olduğu için o
maddi genişliğe sahip oluşları o tip insanlara pek bir fayda
sağlamaz, ne dünyaları ne de ukbaları için pek bir kıymet ifade
etmez. Bu tip insanlar Hak tarafından itibar görmezler ve neticede
bir imtihan vesilesi olan bunca geniş servet, makam ve çeşitli
yollarla verilen geniş imkânlar Allah rızasına uygun olarak sarf
edilmezler. Bu durumda El-Vasî isminin tecellisi maddeden manaya
geçemediği için, gönül zenginliği ve kalp genişliğinden
mahrumiyet sebebiyle insanın faydasına sunulan bunca nimet-i
ilâhînin mahkeme-i kübrada aleyhte şehadet etmelerinden korkulur.
Her
mevzuda olduğu gibi bu mevzuda da Yüce Allah’ın El-Vasî ism-i
şerifinin peygamberlerde tüm canlılığı ile tecelli ettiği
muhakkaktır. Cümle peygamberler hassaten Peygamber Efendimiz
(s.a.v) ki El-Vasî isminin tecellisine mazhariyeti doruk
noktasındadır. Evet, diğer esma-i hüsna, sıfat-ı ulyada olduğu
gibi El-Vasî ism-i şerifinin tecellisi ile O’nu gönül dünyası
deryalar gibi geniş olup hangi açıdan bakılsa bir umman idi.
Ondaki sabır, metanet, merhamet, af ve müsamaha, kulluk şuuru,
kanaat, şecaat, ibadet, taat, ilim, irfan, adab, marifetullah,
haşyetullah, muhabbetulah, aşkullah vs. cümle güzellikler,
El-Vasî isminin tecellisi ile o yüce Nebiyi Zişan’da cem
olmuştur. O’ndaki her bir değerli vasıf, El-Vasî isminin nuru
ile Ummanlaşmış, çağlayanlar gibi dünyayı kuşatmış, O Yüce
Sultan’a teveccüh edip O’nun nur hazinelerinden yardım talep
edenlere “Meded Ya Nebiyyalah” diyen herkese, O (s.a.v) bol bol
iksir dağıtmış, ebedî nimet hazinelerini tanıtıp El-Vasî
ismiyle Yüce Mevlâ’nın malik’ül mülk olduğuna halen, kalen,
fiilen inanıp, şahit olup bu hususta da üsve-i hasene olmuştur.
Kula
düşen pek çok mesuliyetler olmakla beraber bir taraftan bu yönü
ile Resulullah’ı iyi tanıyıp yolunu takip etmek yani sünnet-i
seniyyeye ittiba etmeye say ü gayret etmek diğer taraftan da
kendisine rehber edindiği veraset-i enbiya olan hakiki mürebbisini
örnek alarak gönül zengini olmaya gayret etmek gerekir. İnsan
cüz’i iradesini o yolda yönlendirmeli ki, Yüce Allah o gayret
içinde olan kulunu inayeti ile destekleyip külli iradesiyle
karşılık verir, El-Vasî isminin tecellisinin nuruyla gönül
genişliğine mazhar eder, inşirah verir inşallah. Bu konu Kur’an-ı
Azimüşşan’da İnşirah suresinde beyan edilir, Efendimiz
(s.a.v)’in kalbinin genişletildiğinden haber verilerek “Elem
neşrahleke sadrak”, “Sadrını genişletmedik mi?” buyrulur.
Ayrıca Kur’an’ın muhtelif yerlerinde bu mevzua dair ayetler
mevcuttur.
Bu
ism-i şerif, kâinat, zaman ve insanlar üzerinde cari olduğu gibi
ruha, kalbe, vicdana, idrake vs. yani maddeye olan tecellisi gibi
belki ondan daha ziyade manaya da tecelli etmiştir. Yeter ki insan
kendisine ait yönüyle diğer esmada olduğu gibi bu esmanın da
nurundan, feyzinden istifade etmek için gereken sebeplere tevessül
edip üzerine çekmeye gayret etsin ki kısır bir görüşte sıkışıp
kalmasın, ufku genişlesin. Sağlam bir imandan sonra yukarıda
bahsedildiği üzere Resulullah’ın (s.a.v) sünnet-i seniyyelerine
ittiba edip üzerine düşen kulluk vazifelerini ifa ederek bir
yandan da Rabb’ından yardım talep ederek münacatlarla o
erhamür-rahimin olan Mevlâ’dan El-Vasî isminin tecellisine
mazhar olma dilekleriyle yalvarıp yakarmasıyla ümit edilir
inşallah, Mevlâ maddi manevi genişlikleri ihsan eder. Şunu da
belirtelim ki maddi genişlik, zenginlik manevi genişliğe mani
olmayıp bilakis şuurlu mümin için manevi genişliği kazanmaya
sebep de olur. Yeter ki insan şuurlu olup irfan sahibi olsun ki
maddi nimetlerle manevi nimetleri kazanmayı hedeflesin, tarih
böylelerine şahittir. Nice Hak dostları bu konuda en güzel
örnekleri sergilemişlerdir. Başta peygamberler olmak üzere Hz.
Hatice (r.a), Hz. Ebu Bekir (r.a), Hz. Osman (r.a) vb. pek çok
sahabe-i kiram ve onların nurlu yolunu izleyen Hak dostları
mürşid-i kâmiller bu hususta en güzel örneklerdir.
Dileriz
Rabbımız Teâlâ’dan hassaten gönül âlemimizi deryalar gibi
geniş, vasi eylesin de sineye çekmeyi gerektiren mevzuları,
karşılaştığımız olumsuzlukları, sıkıntı, elem, tasa veren
hadiseleri velhasıl ister kader yönlü olan, ister insanlar yönlü
olan nefse ağır gelen zorlukları; deryanın, molozları,
pislikleri hatta leşleri bağrında yok ettiği gibi biz de El-Vasî
ism-i ilâhîsinin tecellisi ile sineye çekip yok etmeye, zararlıyı
yararlı hale getirmeye çalışalım. Diğer yandan kulluk, ibadet-i
taat, ilm-i ilâhî, irfan, sabır, şükür, infak gibi Rabbın
kulundan talep ettiği bütün güzelliklere karşı doyumsuz olup
sahabe-i kiram gibi hep “hablin mezid” diyelim. Dileriz Yüce
Mevlâ’dan biz aciz, zaif, gönül dünyası dar, sıkışık bir
ruh hali olan kısır görüşlü kullarını diğer esması ile
beraber bu ism-i ilâhînin tecellisi, nuru, feyzi ile serfiraz
eylesin. Kalb, maneviyat dolayısıyla ukba zenginliği dileriz
Rabbimizden. Her ne kadar bu gibi talepler etmeye yüzümüz olmasa
da Rahman ve Rahîm, Kerîm, Vehhâb, Ganî, Raûf, Vasî olan
Rabbımızın rahmetinin enginliğinden ümidvar olup bu
güzelliklerden hisseyab edeceğini ümit ederek diliyoruz ki o
Habib-i Edib’i hürmetine sıfatullahla, sıfat-ı Rasulullah’la,
ahlâk-ı Muhammedî ve edeb-i Resulullah’la mücehhez olmayı
nasib eylesin.
“Genişliği
arzla semalar kadar olan cennet için yarışınız” buyruluyor.
Böylece salih kullarına ukbada Vasî ismi ile tecelli edip geniş
mekanlar ihsan edeceğini işaret ediyor. Rabbimiz cümle ümmet-i
Muhammed’i bu bahtiyar zümreye nail eylesin. Âmin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder