El-Vâris,
Allah-ü Zülcelâl’in esmâ-i ilâhisinden bir ism-i şerifleridir.
Varlığı devam eden, servetlerin hakiki sahibi anlamlarına
gelmektedir.
Allah Teâlâ mülkün
vârisidir. Her şeye vâris olan ancak O’dur çünkü mülkün
ortaksız tek sahibi O’dur, ortaksız vâris de O olacaktır.
Servetlerin geçici sahipleri gün olur elleri boş olarak yokluğa
düşerler. Cenab-ı Mevlâ mülkünden istediği kadarını istediği
insanlara verir, yani onlara muvakkat bir zaman için tasarruf hakkı
bağışlar, bununla beraber bazılarını da başkalarının vârisi
eyler. Yani bir yakınının ölümü ile o şahsın malına vâris
olur ve böylece birilerinin malı diğerlerine intikal eder, derken
sonunda asıl sahibi Malik-ül Mülk olan Yüce Hâlık’a intikal
eder. Nasıl intikal eder denirse, bir nebzecik anladığımız
kadarıyla şöyle açıklayabiliriz: Yüce Allah her yattığı
mahlûkunu binler hikmetle yaratmıştır şüphesiz servet, mal,
mülk adı verilen Mevlâ’nın nimetleridir ki kullarına dilediği
kadar vermiş olup bunlar da zaman zaman el değiştirerek
başkalarına geçmiştir ki, bu durumun zuhuruna miras ve bu mirasa
konan şahıslara da vârisler denir. Bu şahıslara çeşitli
yollarla Hâlık Teâlâ’nın kullarına mülkünden istediği
kadar muvakkaten ihsan ettiği servetler bir imtihan vesilesinden
ibarettir.
Bu
servetler yine esas sahibine rücu edecektir. Fakat vârisi olduğu
servet, mal, mülk her biri gün gelecek Mâlik-ül Mülk, Vâris-i
bihak olan Yüce Melik’in huzuruna döndüklerinde ellerinden geçen
şahıslarn ya lehine ya da aleyhine şehadet edeceklerdir. Evet,
çeşitli keyfiyetlerle her bir zerre ukba âleminde baki meyveler
olarak zuhur edecektir. Tabi şahısların ya lehine -cennet
meyveleri olarak-, ya da aleyhine –çeşitli azab türleri olarak-
zuhur edeceği kat’idir. Meselâ insana Mevlâ mülkünden dilediği
kadar vermeyi murad etmiş olup adeta onun payını ayırmış ve
çeşitli yollarla kulunu o hissesine vasıl etmiştir. Bu hususta
kula cüz’i irade veren Mevlâ, diğer hususlarda olduğu gibi, bu
hususta da kulunu, kısmetine ayrılan mala, mülke vusul yolarını
helalden veya haramdan elde etme imkânına sahip kılmıştır.
İnsan eğer akıllı, ferasetli, imanlı bir görüşe sahipse ve
böylece helal yollardan kazandı ise böylelikle birinci imtihanı
kazanmış oluyor. Fakat bu kadarla bitmeyip bir başka mesuliyet
vardır ki, o da helal yolardan kazanılan bu servetin helal yolarda
harcanılmasıdır. Bu kadarla da bitmiyor, üçüncü mesuliyet de
şudur ki, helal yolla kazanıp helal dairede harcarken israf
etmemektir.
“…Yiyiniz
ve içiniz, israf da etmeyiniz. Şüphesiz Allah israf edenleri
sevmez.” 1
Bu
da bir dini vecibedir ve dahası o servette fakirin, yetimin,
biçarenin hakkı olup, malı elinde bulunduran kişinin gereken
yerlere infak etmesi hele zekâtını vermesi yükümlülüktür,
üzerine borçtur. Bu hususlara dikkat ederek harcanan, kullanılan
veya arkaya bırakılan muvakkat servet inşallah ümit edilir ki
sahibinin karşısına bir yüz akı olarak çıkar. İşte o fani
nimetler biiznillah bakiye dönüşür. Kur’an-ı azimüşşanda,
ehl-i takva kulların vasıfları anlatılıp şöyle buyrulur:
“Onlardır
ki Firdevs’e vâris olurlar, onlar orada ebedi olarak
kalıcılardır.” 2
Yüce
Allah’ın El-Vâris ism-i şerifi kullarına dünyada muvakkaten
tecelli etmiş olup, bir imtihan vesilesi olmakla beraber ukba
hayatının ya cennetlerine ya da cehennemine vâris olmaya bir
vesiledir de denilebilir.
Evet,
Allah’ın diğer esması gibi bu isminin de zuhuratına nail olmuş
bir kul, şuurlu olup Allah’ın bu ihsanı karşısında minnettar
olup Malik’ül Mülk’ün bildirip emrettiği şekilde ve o Yüce
Halık’ın rızası istikametinde kendisine emanet edilenleri yerli
yerince sarf ederse, bu nimetler, servetler kanalı ile asli vatanı
olan ukba âleminde muvakkaten tasarruf ettiği fani servetlerin her
bir zerresi çeşit çeşit suretlerle çeşitli keyfiyetlerle baki
servete, hakiki mirasa dönüşecek ve böylece o kul, cennetlere
vâris olma şerefine nail olacaktır.
Bu
durumun tam tersi olması tehlikesi de söz konusudur. Yine Mevlâ’nın
mülkünden çeşitli yollarla muvakkat bir zaman için tasarruf
hakkı bağışlanır da, o şahıslar bunun bir lütf-u ilâhî
olduğunu unutur veya hiç hesaba katmaz da “kendim kazandım”
veya “aklımı çalıştırdım” gibi zavallı cahilane
tavırlarla nankörlük ederlerse veyahud haram helal demeden mal
toplar veya haram yollardan harcar ya da nefisperest olup fakirin,
miskinin hakkını vermezse, bu servet sahibine bir vebal olup bu tür
ve benzeri kazanma ve harcamalardan ötürü ki bir nimet-i ilâhî
olan onca servetin her bir zerresi ukba âleminde aleyhine şehadet
eden şahitler olarak ve cehennem malzemeleri olarak zuhur eder. Bu
tip insanlar da cehennemin vârisleridirler.
Kuran’ın
pek çok ayetleri bu ve benzeri konuları açıklayıp bizleri
haberdar eder:
“…
Ve o kimseler ki, altın
ve gümüşü yığıp toplarlar da onları Allah yolunda sarf
etmezler, artık onları acıklı bir azab ile müjdele. O günde ki
bunların üstü cehennemin ateşinde kızdırılıp onunla alınları,
yanları ve arkaları dağlanır. İşte bu kendi şahıslarınız
için hazine haline getirdiğinizdir, artık toplayıp
biriktirdiğinizin tadını tadınız –denilir-.” 3
Demek
oluyor ki Cenab-ı Hak’ın bu ism-i şeriflerinin de, diğer esması
gibi hem zâhir, hem bâtın, hem dünya hem de ukba hayatına
tecellisi caridir. Denilebilir ki Yüce Allah her kula bu ismi ile
tecelli etmiştir, fakat her kulun bu tecelliden hisseleri farklıdır,
kimine az, kimine çok, kimine de bir başkasından miras kama
yoluyla mülkünden muvakkaten tasarruf hakkı tanımıştır. Her ne
yolla vasıl olursa olsun mühim olan o vasıl olduğu serveti kulun
en güzel şekilde tasarruf etmesidir. Şunu unutmamalıdır ki, alıp
verilen her nefes gibi ihsan olunan her maddî manevî servet, hiçbir
zerresi zayi olmadan sahibine lehte veya aleyhte şahitlik edecektir.
Ve bu fani varlık adeta toprağa atılan tohumlar misali zamanı
gelince takdir edilen anda her biri bâkî, ya cennet ya da cehennem
meyveleri olarak sahibine iade edilecektir ve ebedî mirasçılar
olarak insanlar da bu şekilde cennet veya cehennemden hissesini alıp
hak ettiği yere vasıl olacaklardır. Böyle olması bir kanun-u
ilâhî, bir sünnetullahtır. Mümine düşen o ki, elindeki mal,
mülk, servet hatta hayatının yegâne sahibi maliki ve sonunda
vârisinin ancak Allah Teâlâ olduğunu bilerek kendisinin bir
emanetçi konumunda olduğunu kabul edip bu emanetleri esas sahibine
mâlik-i hakiki Rabbin rızası istikametinde kullanıp ebedi
nimetleri kazanmaya ve Rabbin rızasını kazanmaya vesile eylemeye
say-u gayret etmesidir. Bu suretle cennetlere vâris olması umulur.
Her
konuda olduğu gibi ve diğer esma-i ilâhînin tecellisinde olduğu
gibi El-Vâris isminin tecellisi de peygamberlere ve bilhassa Yüce
Efendimiz (s.a.v)’e zuhuratı doruk noktasındadır. O, asli vatan
darüsselâmların vârisi, öncüsüdür. Evet, o Sultan-ı Enbiya,
Nebiyy-i Zîşan, Habib-i Kibriya ki, makam-ı mahmudun sahibi, sekiz
cennetin vârisidir. Bu, Yüce Allah’ın bir ikramı, ihsanıdır.
Peygambere yakınlıkları nisbetinde ve peygamberlerin görevinden
hisse alıp emr-i bil maruf, nehy-i anil münkerle vazifeli, ihlâslı
mürşid-i kâmiller ki, bunlar da veraset-i enbiyadırlar.
Yüce
Mevlâ’nın kelâmı Yüce Kur’an-ı Azîmüşan ki, en büyük
bir Allah ve peygamber mirasıdır. Hâlık Teâlâ bu mirası önce
Peygamberimiz (s.a.v)’e sonra da hususî kullarına bir emanet
olarak bahşetmiştir. Peygamberlerden sonra bu kudsî emanete sahip
çıkan, gönül verip anlamak, yaşamak ve başkalarına tebliğ
etmek için cehd-ü gayret eden hakiki dostları, Resulullah âşıkları
ki, bunlar da nasipleri kadar bu servetten hisseyâb olmuşlar, manen
aç, susuz olanlara bu Kuran nimetinden aldıkları manevi gıdalarla
ruhları, gönülleri beslemişler ve yollarını bu nur ile
aydınlatmışlardır ki, bu zümre de Hak Teâlâ’nın bahtiyar
kulları, peygamber vârisleri, veraset-i enbiyadırlar.
Bu
hakiki, sermedî mirastan, servetten hisseyâb olmayan, duyup
duygulanmayan, bu kudsî mirasa değer vermeyen, kıymetini
bilmeyenlere de ne kadar acınsa azdır. Zavallılar, faniyi bakiye
tercih ederler ki, mücevherlere göz yumup cam parçalarıyla
oyalanmaya benzer, deniz arkaya atıp seraba koşmaya benzer.
Bu
anlatılanlar da servetin, mirasın manevi yönüdür ki, Kuran,
Peygamberimiz (s.a.v)’e, Tevrat Musa (a.s)’a, İncil İsa
(a.s)’a, Zebur Davud (a.s)’a her şeyin özünü, var oluş
gayesini anlatan Mevlâ’nın birer mirasıdır. Peygamberlerin
beyanları, fiilleri, ahlak ve vasıfları, sözleri de ümmetlerine
bıraktıkları en büyük ve en değerli birer mirastır. Aklı olan
bu mirastan bol bol istifade edip yararlanmaya çalışır. O
veraset-i enbiyalar ki, bu peygamber mirasından bol bol pay
almışlar, o uğurda canla başla çalışmışlar, sevilmişler,
sevmişler. Özellikle bu Hak dostları, Efendimiz (s.a.v)’in hali
ile hallenmiş, boyasına boyanmış, Mevlâ’nın izni ile yine o
Yüce Mevlâ’nı takdir etiği kadar bu miras-ı Resulullah’dan
pay almışlar ve bu aldıkları servetten talep eden taliplere
istekleri, istidatları, kısmetleri kadar ihsan etmişlerdir
biiznillah. Bu da konunun ayrı bir yönüdür ki, en güzel miras ve
bu mirasın varisleri en değerli kullardır. İşte bu nevi miras
ki, ebedi âlem, ebedi, sermedi mirasın özünü teşkil eden
unsurlar ve adeta tohumlar mahiyetindedir denebilir. Bu konu ile
ilgili pek çok ayetten birkaç misal vererek hakikati anlamaya
çalışalım:
Müminun
Suresi 1–9 ayetlerde müminlerin vasıfları beyan olunmuş olup
10. ve 11. ayetlerde müminlerin Firdevs cennetinin varisleri olduğu
beyan edilir:
“İşte
asıl bunlardır vâris olanlar” 4
“Onlar
ebedi kalacakları Firdevs cennetlerine vâris olanlardır.” 5
Bu
ayetler açık bir beyanla darüsselâm Firdevs cennetlerine vâris
olacak olanlardan bahsederek bu zümrenin vasıflarının neler
olduğunu anlatıyor, bu verasetin yol ve ahkâmı da daha evvelki
ayetlerde açıklanmış oluyor.
“İman
edip de iyi işler yapanlar gelince, onlar için yaptıklarına
karşılık olarak varıp kalacakları cennet konakları vardır.
(İşte bunlar cennetlerin vârisleridir.)” 6
El-İnsan
sure-i celilesinde de insanın yaratılışı ve yaratılış gayesi
ve hikmeti anlatılarak iman edip iyi işler yapan itaatkâr
kullardan bahisle, dünya hayatında Mevlâ’nın muvakkaten
mülkünden servet verdiği, bu serveti Hak yolunda rıza-i ilâhiye
dairesinde sarfeden, faydalanan kullarının, bu tür harcamalarının
ve itaatlerinin karşılığı olarak cennet yurtlarıyla
ödüllendirileceği ve o yurtların hakiki vârisleri olacaklarının
haberleri sunulur ki, Kur’an-ı Azimüşşan bu hakikatleri
bildiren haberlerle doludur. Bunlardan İnsan Suresi’ndeki
haberlerden birkaçı şöyledir:
“Şüphesiz
biz ona doğru yolu gösterdik, ister şükredici olsun, ister
nankör.” 7
“Doğrusu
biz, kâfirler için zincirler, demir halkalar ve alevli ateş
hazırladık.” 8
6
ve 7. ayetlerde ise cennetin keyfiyetinden bahsedilerek, nimetleri
anlatılarak, bu nimetlere vusul yollarına değinilir.
“O
kullar verdikleri sözü yerine getirirler”9
Bu söz, Rabb’ül Âlemin’e elest bezminde verilen kulluk sözü
olup her türlü doğruluğu, dürüstlüğü içine alır.
“Onlar
kendi canları çekmesine rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire
yedirirler.” 10
Bu ayette infak ehli, cömert ve isar ehli müminlere işaret edilir
ve bu şahısların halis niyetine işaretle;
“Biz
size Allah rızası için yemek yediriyoruz, binaenaleyh sizden ne
bir ücret, ne de bir teşekkür, bir karşılık beklemiyoruz” 11
“Biz
sert ve belâlı bir günde Rabbımızdan (O’nun azabına
uğramaktan) korkuyoruz, derler.” 12
buyrulur.
Yani
bu yaptığımız yardımları, infakı Hak rızasını kazanmak ve
azab-ı ilâhiden korunmak için yapıyoruz diyerek maksatlarını
ifade ederler ki, böyle saf bir niyetle Mevlâ’nın ihsan ettiği
serveti, yine Mevlâ’nın ebedî ihsan ve ikramına nail olmak
umuduyla ve azabdan, cezadan, her türlü belâ ve musibetten korunma
temennisi ile fisebilillah harcarlar, hem de kendi canları çektiği
halde en güzellerini başkalarına, ihtiyaç sahiplerine vermeyi
tercih ederler.
“İşte
bu yüzden Allah onları, o günün fenalığından korur, yüzlerine
parlaklık, gönüllerine sevinç verir.” 13
“Sabretmelerine
karşılık olarak onlara cenneti ve oradaki ipekleri lutfeder.” 14
13–21
ayetlerde bu cennetlik müminlere ikram edilecek cennet nimetleri ve
cennetin keyfiyeti beyan edilir.
“Ne
yana bakarsan bak, sonsuz, sınırsız, yığınla nimet ve ulu bir
saltanat görürsün.”15
Böylece
bu bahtiyarların nasıl bir mirasa vasıl oldukları ve cennet
yurtlarının takdire şayan hakiki varisleri oldukları anlatılır.
“Onlara
şöyle denir: Bu sizin için bir mükâfattır, sizin gayretiniz
karşılığını bulmuştur.” 16
Bunlar
ve benzeri pek çok ayet-i kerimelerden anlaşılan o ki, şu dünya
hayatında maddî ve manevî, insana verilen nimetler, servetler,
Mevlâ’nın lütf-u ilâhîsi olmakla beraber bir imtihan
vesilesidir. Yüce Allah peygamberle vasıtası ile yaratılış
gayesini ve bunca ihsan edilen nimetlerin, servetlerin nasıl
tasarruf edileceğini, hakkın, batılın, kârın, zararın neler
olduğunu açıkça bildirmiş, yollarını beyan etmiş olup insana
seçme hakkı tanımıştır. İnsan iradesini ya hayra yönlendirir,
Mevlâ’nın da külli iradesinin desteğiyle hayırlarda muvaffak
olur biiznillah. Böylece Hakk’ın rızasını kazanarak cennet
yurtlarının vârisleri kervanına katılır.
Veyahud
da hak ve hakikate kalbini, kafasını, gözünü, kulağını kapar,
bu peşinen verilen fani servetin geliş hikmetini düşünmez,
vereni unutur veya hesaba katmaz, mal peşine düşer, haram-helâl
gözetmeksizin mal, servet yığar, kul haklarına tecavüz eder, bu
uygunsuz yollarla kazanılan serveti yine uygunsuz yollarda sarf
eder, diğer dini vecibelerini dahi yerine getirmez ki, bu görüşte
bir insanın imanı yoktur veyahud da fasık dairede yerini almış
bir zavallıdır. Nefsi hevasının kulu olup necaset hükmündeki
haram yollu serveti ve insanı hor, hakir, seviyesiz konuma düşüren
gayri meşru harcamaları, cennetlere vâris olmaya, şan ve şerefe
nailiyata, ebedi saltanata tercih etmiş olup, bu zümrenin de kendi
arzu ve tercihleriyle cehennem vârisleri olduklarına dair pek çok
ayet vardır.
“Gerçek
şu ki, siz çabuk geçen dünya hayatını ve nimetlerini seviyor,
ahireti bırakıyorsunuz.” 17
“O
gün zalimlerin özür dilemeleri hiçbir fayda sağlamaz, artık
lanet te, kötü yurt ta onlarındır” 18
İşte onlar cehennemin vârisleridir.
Mearic
Suresi 14–16 ayetler cehennemin evsafını ve ehl-i cehennemin
durumunu beyanla şöyle devam eder:
“İmana
sırtını dönüp haktan yüz çeviren, bir de servet toplayıp
yığan ve hayırda harcamayan o ateşi kendisine çağırır.” 19
“Gerçekten
insan cimri olarak yaratılmıştır.” 20
“Servet
sahibi olunca pinti kesilir.” 21
Bu
ayetlerde geçen “cimri yaratılmıştır, pintidir” beyanlarında
insan nefis yönü ile öyle olmaya meyyaldir denmek istenmiştir.
Mevlâ’dan dileriz, bizleri cehenneme mirasçı olmaktan koruyup,
cennet mirasçısı azizlerden eylesin. Âmin.
1
Araf:31
2
Mü’minûn:11
3
Tevbe:34–35
4
Müminun:10
5
Müminun:11
6
Secde:19
7
İnsan:3
8
İnsan:4
9
İnsan:7
10
İnsan:8
11
İnsan:9
12
İnsan:10
13
İnsan:11
14
İnsan: 12
15
İnsan:20
16
İnsan:22
17
Kıyame:20–21
18
Mümin:52
19
Mearic:17–18
20
Mearic:19
21
Mearic:21
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder