El-Hamid,
Allah-ü Zülcelâl’in esmâ-i ilâhisinden bir ism-i şerifleridir.
El-Hamîd, ancak kendisine hamd-ü sena olunan, bütün varlığın
diliyle biricik övülen anlamlarına gelir.
Hamd, ihsan sahibi
büyüğü övmek olup, tazim fikri ve teşekkür kasdı ile meth-ü
sena etmektir. Her mevcudat hal diliyle olsun, kal diliyle olsun
Allah Teâlâ’yı tesbih ve takdis etmektedir. Bütün hamd-ü
senalar O’na mahsustur. Hamdle, şükürle kendisine tazim ve
ibadet olunacak tek veli nimet ancak O’dur. O’nun karşısında
kimse hamd ve tazim edilmeye layık olamaz. Çünkü hamd-ü senayı
icab ettiren bütün kemâlât O’ndadır. Her nimetin Mevlâ’sı
da ancak O’dur. Fatiha-i Şerif’te “Elhamdülillahi Rabbil
âlemin” diyerek hamdın âlemlerin Rabbı olan Yüce Zâtına
mahsus olduğunu beyan ediyor kullarına. O Kur’an-ı Azimüşşan
ki hilkatimizin gayesini bildiren, dünyaya geliş sırrını
açıklayan ve Yaratıcımızı, bizi yaşatıp cümle
ihtiyaçlarımızı ihsan eden Rabbimizi tanıtan Hak kelâmıdır,
rahmet deryası olup faniden bakiye geçişi ve asli vatanımızı,
saadet ve şekavetin sebeplerini, saidliğin ve şakiliğin neler
olduğunu anlatır. Adeta zulmet içinde kalmış cismimize, kalb ve
kafamıza bir nur olarak gelmiştir ki bir ayet-i kerimede
“Yuhricuneküm minezzulümatı alennur” beyanları ile zulmetten
nura çıkardığını bildirerek Kur’an’ın nur, Kur’an’dan
mahrum bir hayatın ise zulmet (karanlık) olduğunu bildirir. Devir
hangi devir olursa olsun, asır hangi asır olursa olsun kim ki
Kur’an’dan uzak bir hayat yaşıyor, o manen zulmette kalmış
bir zavallıdır.
İşte
Yüce Mevlâ başta besmele-i şerif ile Rahman ve Rahîm olduğunu
bildirip ümmü’l kitap adı verilen Fatiha-i Şerif’te
“Elhamdülillahi Rabbil âlemin…” “Hamd, âlemlerin Rabbi,
din gününün Mâliki Allah’a mahsustur” diyerek kuluna bir yol
yön tayin ediyor ve Yüce Allah muhatab aldığı kuluna bir edep,
saygı öğretiyor.
O
Kur’an ki nur kaynağıdır, Hakk’ın kelâmıdır. Biz kullar
ancak Kur’an sayesinde Resulullah (s.a.v) vasıtası ile Rabbimizi
tanırız. O Kur’an sayesinde zararlıyı, faideliyi, yanlışı,
doğruyu, hakkı, batılı öğreniyoruz. O Kur’an sayesinde
kurtuluş ve selameti, tehlikeyi öğreniyoruz. O Kur’an sayesinde
Rabbimize nasıl bir kullukta bulunacağımızı öğreniyoruz. Akıl
ki, çok büyük bir nimet-i ilâhî olmasına rağmen vahyin nuru
olmadan doğruyu bulamıyor. Aklı göze benzetecek olursak, gözün
işe yaraması için nasıl ki ışığa ihtiyaç varsa, ışık
olmaksızın gözün bir fonksiyonu yoksa aynen bunun gibi aklın
yararlı olması için de Kur’an’a ve Kur’an’ın ziyasına
ihtiyaç vardır. Bir Hak dostunun dediği gibi akılla nakil izdivaç
edecek ki bereketli mahsül elde edilsin. Kur’an bir vadide, akıl
bir vadide kaldığı müddetçe insan Rabbini tanımaktan mahrum
olup asla dar’üs-selâmlara yol bulamaz ve “Elhamdülillah
Rabbim” diyemez. Bu durumda olanları Kur’an haber vererek elim
akıbetlerini bildirir.
O
Allah ki, Mâlik’ül mülk’tür, Rezzâk-ı Kerîm’dir. O Allah
ki, Mün’im-i hakikidir. O Allah ki, Tevvâb’dır, Gafûr’dur,
Raûf’tur, Rahman’dır, Rahîm’dir, hamd O’na mahsustur.
Şüphesiz ki O’ndan başka hamda layık olan ve hakkı olan
yoktur. Peygamberler ve Efendimiz Resulullah (s.a.v) ki, o Yüce
Mevlâ’nın has, değerli, hususi kullarıdır ve Mevlâ’nın biz
kullarına birer nimetidirler. Hak kelâmının tebliğcisidirler ki
Yüce Mevlâ’dan aldıkları nurlu mesajlarla insanlara ışık
tutmuş, yaşayarak da örnek olmuşlardır. Bilhassa Efendimiz
(s.a.v) hal, kal, fiiliyatıyla canlı bir Kur’an modeli olmuştur
ki, Hz. Aişe (r.a) O’nun ahlakından sorulduğunda “O’nun
ahlakı (huluku) Kur’an’dı” diyerek ne güzel tariflemiştir.
Kula
düşen o ki, Yüce Mevlâ’nın azamet-i kibriyası, bunca nimet-i
uzması, lütuf ve ihsanları karşısında Rabbi Rahimine hali,
kali, fiili teşekkür ve minnetlerini arz edip o yüce şanına
yakışır senalarla da yine hamd ve senasını beyan etmelidir.
Hamdı
da şükür gibi üçe ayırmış âlimler, kavli, fiili, hali olmak
üzere üç kısımdır.
1.Kavlî
Hamd: Cenab-ı Hak, kendisini nasıl sena ettiyse ve hamdını
enbiyasının lisanlarında nasıl icra ettiyse lisanın öyle hamd-ü
sena etmesi ki, bunlardan bazıları şöyledir:
“Sübhanallahi ve
bihamdihi”,
“Sübhanallah
velhamdülillah”,
“Sübhanallahil
azîm”,
“Semi
allahü limen hamde”,
“Elhamdülillahillezi
tevaza-a küllü şey’in li azametihi, velhamdülillahillezi küllü
şey’in li izzetihi, velhamdülillahillezi haza-a küllü şey’in
limülkihi, velhamdülillahillezis tesleme küllü şey’in li
kudretihi”
(Hamd
ederim Allah’a ki, her şey O’nun azameti önünde küçük
kalmıştır. Hamd ederim Allah’a ki, her şey O’nun izzeti
karşısında zelildir. Hamd ederim Allah’a ki, her şey O’nun
mülk-ü saltanatına boyun eğmiştir. Hamd ederim Allah’a ki, her
şey O’nun kudretine teslim olmuştur.)
Peygamber
Efendimiz Rabb’ül âlemin’e tevazu içerisinde şöyle nida
etmiştir:
“Lâ
uhsi sene-e aleyke ente kemâ eteyte alâ nefsike”
(Ben
Seni layık olduğunca sena edemem, Sen kendini nasıl sena ettiysen
öylesin)
Ayet-i
kerîmede “Elhamdülillah deyin ve Allah’a gücünüz yettiği
kadar itaat ve ittika edin” emri celili mucibince gücümüz
yettiğince hamd-ü sena etmekle mükellefiz.
2.Fiili
Hamd: Allah’ın rızasını umarak ve ancak O’na teveccüh ederek
bedenî ibadet ve hayrata devam etmektir. İnsana lisanı ile hamd
etmek ne şekilde vacibse her bir uzvuyla hamd etmek de öylece
vacibtir. Kul hangi durumda olursa olsun Cenab-ı Hakk’a hamd
etmekle mükelleftir. Nebi (s.a.v) “Elhamdülillah alâ külli hal”
buyurmuşlardır ki “her hal için Allah’a hamd olsun”
demektir. Kulun Allah’a hamd etmiş olması için her bir uzvunu ne
için yaratıldı ise o şekilde, Allah’a kulluk ve O’na kurbiyet
yolunda şer-i şerifin beyan ettiği vech ve istikamette kullanması
lazımdır. Kulun bu vazifeleri ifada nefsi hazlarını tatmin gibi
süfli bir arzusu bulunmamalıdır. Her bir uzvunu her nevi
süfliyattan, günah kir ve lekelerinden korumalıdır.
3.Hali
Hamd: Ruh cihetiyle yapılan hamddır ki ilmi ve ameli kemâlât ile
muttasıf olmak, ahlakı aliyye ile ahlaklanmaktır. İnsanlar
hassaten müminler ahlak-ı aliyyeyi kendilerine ahlak edinmekle
memurdurlar ki bu ahlak ölçülerini peygamberler birer birer tavsif
ve tarif etmişlerdir. Kulun hamdi Allah’ı bildiği ölçüde
kıymet kazanır. Evet, kişi ne nisbette marifetullaha vakıfsa o
nisbette hamd edebilir ki, kısaca maddi ve manevi bütün nimetleri
ister vasıtasız olsun akıl, mantık, siret, suret, cümle azalar
gibi, yer, gök, hava, güneş vs. gibi, ister vasıtalı olsun
mesela insanlar eliyle ihsan edilen nimetler gibi, bunların
hepsinden dolayı yine ancak O’na hamd-ü sena edilir ki, hamd-ü
senaya müstehak ancak O’dur. Her şey O’na aittir, veren de
verdiren de O Yüce Hâlık Teâlâ’dır. O’nun izni olmaksızın
insan hiçbir şeye malik olamaz. Bu ve benzeri şuurun kalbde hakim
olmasıyla ki gönülden gele gele tüm zerreleriyle içten sessiz
sedasız Raab’ine hamd ve sena duyguları ile dopdolu olmaya hali
hamd denebilir.
Fiili
hamd ise hal ve davranışları ile Alah’ın rızası istikametinde
olmasıyla Rabbine hamdını ispatlamasıdır. Kali hamd ise başlarda
da belirtildiği üzere dili ile içindeki şükran hislerini ve
hissettiği ölçüde azamet-i ilahi karşısında hayret ve
hayranlık duyguları ile Zât-ı uluhiyetine layık kelimelerle
duygularını ikrar etmesidir ki Yüce Rabbimiz bu hususta nasıl
hamd edeceğimizi beyan etmiştir.
“İman
edip hayırlı işler yapanların son duaları “Âlemlerin Rabbi
ola Allah’a hamdolsun” cümlesidir.”1
Bu
ayet-i kerîmede Allah (c.c) hali, fiili, kali hamd edenlerden
bahsediyor. Çünkü ayette önce “iman edenler” diye bahsediyor,
sonra “hayırlı amel işleyenler” buyuruyor. İman etme en büyük
ihsan-ı ilâhîdir ve bu nimete mazhar olan hakiki mümin elbette
gönül âleminde bütün zerreleriyle deruni hamd ve sena edip bu
hislerini amele geçirmeye say edecek yani minnettar olduğu, hamd
ettiği Rabbinin buyruklarına saygılı olmayı kendine borç
bilecek ve Yüce Mevlâ o kulunu inayeti ile destekleyecek ve güzel
ameller, hayırlı işler yapmaya muvaffak edecektir. Kul bu tür
nimet-i ilâhînin karşısında hali, fiili hamd etme şuuru,
istidadı verip hayırlı işler yapmakta muvaffak kılan Rabbine
kali hamd ederek ayette beyan edildiği üzere “Âlemlerin Rabbi
olan Allah’a hamd olsun” diyerek hamd-ü senasını ilan
edecektir. Her mevzuda olduğu gibi bu mevzuda da fiili ve kavli
hamdın derecesi hali hamdın kuvveti nisbetindedir. Kul kalben,
ruhen, fikren marifet-i ilahide ne nisbette derinleşirse ve ne
nisbette etkilenir heyecan duyarsa o nisbette hali Hamdi, yani kalb
ve ruha ait hamd kuvvet bulur ve bu hali hamd ne nisbette ise, fiili
ve kali hamd de o nisbettedir denebilir.
Aşağıda
geçen ayet kula hamdı telkin etmektedir:
“Ve kulilhamdülillahi”2
(De ki Allah’a hamd olsun)
Hamdla
şükür arasında fark vardır. Her ne kadar bu iki terim birbirine
benzer mana taşısa da aynı değildir. Bir nebze anladığımız şu
ki:
Şekur
ism-i şerifinde gördüğümüz üzere şükür kulun, mün’imi
yani hakiki nimet vereni bilip maddi manevi bütün nimetlerin
yaratıcısı ve ihsan, ikram edicisi Allah-ü Azimüşşan’a
teşekkür etmesi, minnettar olup bu minnettarlığını hali, fiili,
kali şükürlerle ifade etmesidir. Hamd ise yine Mevlâ’nın
nimet-i uzması, sonsuz bunca ikramı ve ihsanlarını, rahmet ve
mağfiretini idrak edip şükran hisleriyle dolup taşmakla beraber
bunca baş döndürücü, insanı hayretten hayrete düşüren
hadiseler ve sanat-ı ilâhî karşısında Allah’ın azameti,
kudreti, hâkimiyeti karşısında “Sübhanallah” diyerek Allah’ı
ululamaktır. Bir hücreden koskoca bir insanın var oluşu, bir
tohumcuktan koskoca bir ağaç ve tonlarla meyvenin zuhuru, bunca
varlık, mahlûkat, şu dünya küresi ve içindekiler, görmediğimiz
fakat kısmen haberini aldığımız cimle kâinatın mevcudiyeti ki
Yüce Allah’ın kudretinin, azametinin, her şeye kadir-i mutlak
oluşunun nişanıdır. İşte insan bu muazzam şeyler karşısında
hayretten hayrete düşerken ve Hakim olan Aziz olan Yüce Allah’ın
“her şeyi sizin için, sizi de bana kulluk edesiniz diye yarattım”
mesajı karşısında yerini, değerini ve sorumluluklarını
anlayacaktır. Evet, kalbi ölmedi, vicdanı sönmedi ise, o Rabb-i
Rahîm’ine bütün zerreleri ile kali, hali, fiili hamdını yerine
getirerek o yüceler yücesi şanı yüce Kâdiru Hakîm Hâlık
Teâlâ’yı “Sübhanallah”, “Allah-ü Ekber”, “Sübhanallahi
ve bihamdihi” diyerek anacaktır ki hamdını ikrar etmesi kulluğun
muktezasıdır.
Alla
Teâlâ zatında Hamîd’dir, sıfat e esmasında Hamîd’dir.
O’nun kimsenin hamdına asla ihtiyacı yoktur. O haddi zatında
mahmud ve hamd-ü senaya müstehaktır.
İnsan
iyilik gördüğü insanlara teşekkür eder fakat hiçbir zaman
kimse kimseye hamd edemez, hamd yalnız ve yalnız Allah’a
âlemlerin Rabbına mahsus bir vecibedir. Sübhaneke allahümme ve
bihamdik.
Kula
düşen o ki, nankörlerden ve basireti kör olanlardan olmasın.
Bunca baş döndürücü sanat-ı ilâhî ve akıllara durgunluk
veren hikmetli olaylar ve bunca nimet-i uzma karşısında hissiz
kalıp behaim gibi yaşamasın ki maazallah Kur’an böylelerine
onlar behaim (hayvanlar) gibidirler, “summun, bükmün, umyün
fehüm la yerciun” diyerek ruhen, manen sağır, kör, anlayışsız
olduklarına işaretle “halekal insane fi ahseni takvim sümme
radednahü esfele safilin” diyerek en güzel surette, fıtratta
yaratılıp kemâle erme istidadına sahip olan, Rabbın değer verip
muhatap aldığı ve “cümle kâinatı senin için yarattım”
dediği değerli insan bu farkı idrak etmeyip hayvanlar gibi nefsi
hesabına bir hayat sürerse böylelerinin esfel-i safilinde yer
alacaklarını tafsilatıyla Kur’an beyan eder.
1
Yunus:10
2
İsra:111
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder