El-Mun’im,
nimet veren, nimeti halk eden, nimetin hakiki sahibi, maliki
anlamlarına gelir ki Mevlâ’nın sıfat-ı uzmâsı ve ism-i
ilâhîsidir.
Diyebiliriz
ki, nimet maddî ve manevî olmak üzere iki ana kaynağa ayrılır.
Nimet-i ilâhî ki cümle mahlûkatı üzerinde tecelli etmiş olup
zerreden sistemlere kadar Yüce Mevlâ’nın nimet-i uzmasını
görmemek bir cinnettir, bu ancak mecnunluk olabilir. Kur’an’ın
ifadesi ile görür olduğu halde kör, duyar olduğu halde sağır,
aklı olduğu halde bir mecnunluk ifadesidir. Evet, maddî manevî
bunca nimetin hakiki sahibini, mün’imi hakikiyi bilmemek olsa olsa
Kur’an’ın ifadesiyle “summun-bükmün-umyün” güruhudurlar.
Başka bir ayette ise onlar behaim (hayvanlar) gibidirler, belki
ondan da beter denilerek bu durumdaki insanların hayvanlar gibi
hatta daha da aşağı, seviyesiz, değersiz varlıklar olduklarına
dikkat çekilir.
O
Yüce Rahman-ı Rahîm ki, o Rezzak-ı Kerîm ki yarattığı cümle
mahlûkatın içerisinde insana apayrı bir yer, değer vermiştir.
Cenab-ı Hak, kâinatı bizim için, bizi de O’na kulluk edelim
diye yarattığını buyurur ki hem insana verilen değeri bildiren,
hem de insanın mesuliyetini açıklayan ne muazzam bir mesajdır.
Nimet-i
ilâhî asla sayılara hesaplara gelmez. İnsan sadece şahsına
verilmiş olan nimetleri birazcık düşünecek olsa bunca nimetlerin
şükrünü eda edemeyeceğinin şuuruna erer. Şöyle bir nebzecik
kendimize nazar ettiğimizde nasıl bir nimet-i uzma bahşedilmiş
olduğunu görürüz. Göz, kulak, el, ayak, dil, dudak, beynimiz,
sinir sistemimiz, aklımız, iç organlarımız, dolaşım sistemimiz
yani damarlarımız, etimiz, derimiz vs. maddesi ve manası ile
muazzam bir şaheser. Düşünülürse, değil göz, kulak, kirpiği,
kaşı dökülse yerine koyacak bir kuvvet bulamaz insan. Öyle bir
nimet ki birbiriyle uyum içinde, yerli yerince. Gözü yaratan Yüce
Allah, onun görebilmesi için ışığı yaratmış, kulağın
yararlı olması için sesi halk etmiş ve bunlar vasıtası ile
dünya ve ukbasına ait meseleleri kavrayabilmesi için aklı
yaratmış, meramını anlatabilmesi için dil, dudak ve ses telleri
denilen cihazlara konuşabilme istidadı vermiş. Sesi yaratmış,
gözü, kulağı, aklı, dimağı yaratmış. Her bir nimetin
içerisinde binlerce nimet derc etmiş, nimet içinde nimet, lütuf
içinde lütuflarla serfiraz eylemiştir. Yeter ki kul, kadr-i
kıymetini bilsin. Bu peşinen verilen nimetlerle ebedi nimetleri
kazanacak ticaret yapsın.
İnsanı
yaratıp hayatını murad eden Mevlâ, bu hayatın takdir edilen
zamana kadar devamı için ihtiyacı olan her şeyi halk edip emrine
musahhar eylemiş. Cümle kâinat ve içindeki cümle canlı cansız
her şeyin insanlar için yaratıldığını bildiren Mevlâ hiçbir
şeyi abes yaratmamıştır, her zerrenin dahi kendine has vazifesi
vardır. İnsanoğlu nankör olmayıp birazcık düşünse aklı
sönmedi, vicdanı ölmedi ise bunca nimet-i ilâhînin insan için
var olduğunu görecektir. Havadaki arıdan denizdeki balığa,
karadaki koyun, inek, at, deve ve pek çok mahlûkun kula hizmet
ettiğini ve Yüce Allah’ın bu mahlûkatı vasıtası ile
nimetlerini bol bol, çeşit çeşit sunduğunu gün ışığı gibi
görüp idrak edecektir. Bir kurtçuğun eliyle kullarına ipekler
sunduğuna şahit olacaktır.
Arz,
sema, ay, güneş, hava, su, bunca çeşit çeşit lezzetleri,
faideleri ile nebatat, gökten inen yağmur velhasıl her şey insan
için ve insanın yararına sunulmuş, emrine musahhar kılınmıştır
ve hizmet etmektedirler. Tüm kâinat ve içindekileri adeta bir
sofra gibi kullarına takdim eden Yüce Mevlâ karşılık olarak ne
istiyor? Sadece teşekkür. Böyle Kerîm Rabbına karşı cimrice
davranıp teşekkür etmeyi dahi akledemeyen nankörlere ne demeli
acaba?
Bu
söylenenler hatırlatma babından birkaç işarettir. Değilse
nimet-i ilâhî asla saymakla bitmez. İnsan denen beşerin buna asla
gücü yetmez, ne hakkıyla idrak edebilir, ne de idrak edebildiği
kadarını ifade etmeye takat getirebilir. Bunu yapmaya fıtratı da
elvermez çünkü sınırlı akılla sınırsız nimet de
fehmedilemez, insan ancak istidadı, imkânları, aklı, mantığı
yettiği nisbette nimet-i ilâhîyi görür, anlar, zaten insan
istidadı nisbetinde bilmekten, idrak etmekten sorumludur.
Bir
nebzecik zahir nimetlerde hayalimizi gezdirdikten sonra, Yüce
Mün’im’in manevî nimetlerine de nazar edelim. Bu manevî
ummanlardan bir katrecik de olsa anlayıp anlatabilmek çok ciddi bir
iştir. Manevi nimetler öyle bir deryadır ki, ne diller
anlatabilir, ne de kalemler yazmaya muktedirdir. Kudsî nimet-i
ilâhîyi anlamakta ve anlatmakta kalem de aciz kalmıştır. Batına
ait olan nimet-i ilâhî ruhla ilgili olup ruh-u sultanîye ait
nimetlerdir. Cesedi işler, yaşar hale getiren ruhtur, öyleyse
cesedin ruha bakan yönü daha çok ehemmiyet teşkil ediyor
denilebilir. Bu ruhla ilgili mesajlar ki Rabb’ül âlemin’in
kelamı ceset kanalı ile esas ruhadır. Cesetle birleşmiş fakat
ruhun malzemeleri diyebileceğimiz hisler, vicdan, akıl, fikir, pek
çok manevi nimetler vardır. Madde ve manası ile kemale erip
varoluş hikmetinin zuhur etmesi için bazı şeylere ihtiyaç vardır
ki o da ayrı bir nimet deryasından sunulan ilim, irfan, Kur’an,
iman, idrak ve bunlara vuslat için takdir edilen sebepler, kelâm,
kalem, okuyup yazmak, peygamberler ve varisleridir ki saymaya takat
getiremeyeceğimiz manevi nimetlerdendir. Hakkı, batılı
algılayabilmek, amelde muvaffakiyet, sevgi ve nefret hisleri ayrı
ayrı nimet-i ilâhîdirler ki her bir nimetin içinde pek çok
nimetler gizlidir ve pek çok nimetleri beraberinde getirirler.
Ya
ukba nimetleri? Kur’an-ı Azimüşşan bu nimetlere geniş yer
vermiş olup ukbaya ait çeşitli nimetlerden haberler sunar, iman
edip salih amel işleyenlerin karşılaşacağı nimetlerden bahisler
eder ve bu nimetlerin keyfiyetini anlatır.
Mun’im-i
hakiki enva-i çeşit nimetlerle donatmıştır, hem kâinatı hem de
bilhassa insanları. İnsanın dünyasına ve ukbasına ait
ihtiyaçlarını ve bu ihtiyaçları olan nimetlere vasıl olma
yollarını da nimetlerle donatmıştır ki adeta o Yüce Mün’im’in
nimetleri namütenahidir. Bu nimet deryasında birkaç örnek verecek
olursak ki, başta insanın akıllı oluşu gelir. Akıl nimeti ki
başlı başına en büyük nimetlerden olup pek çok nimetleri
özünde cem etmiş bir ihsan-ı ilâhîdir. Kuvvet, sevgi, nefret,
istek ve isteksizlikler ve bunların bir ölçü çerçevesinde
oluşları da birer nimettir. Mesela sevgi ve nefret bizatihi birer
nimet-i ilâhî olmakla beraber yerinde kullanılmazsa insanın
lehine verilmiş olan bu duygular maazallah aleyhine rol alır. İşte
bu ölçüyü Yüce Mevlâ Kur’an-ı Kerîm’inde, Resulullah
(s.a.v) de sünnet-i seniyyesiyle bildirmiştir. İnsan diğer
mahlûkat gibi sorumsuz değildir, bu hislerini de sorumsuzca
kullanmaya hakkı yoktur. Çünkü insana bir cüz’î irade
verilmiştir, ruh ve nefis verilmiştir ki imtihan etmeyi murad eden
Yüce Allah öyle takdir etmiştir. İşte insan bu his ve
taleplerinin peşine düşerken Yüce Yaratıcı’nın bildirip
beyan ettiği ahkâma göre kendini sınırlandırmak zorundadır.
Ancak o zaman bu ve benzeri nimetler namütenahi nimetlerin zuhuruna
sebep olacaktır. Nefret ve isteksizlik de birer nimet-i ilâhîdirler,
yeter ki yerinde kullanılsınlar. Mesela insana hassaten mümine
yaraşan odur ki her bir günahtan, cürümden, kötü vasıflardan,
yolsuzluk ve edepsizlikten, şeytanî sıfatlar, münafıklık, kâfir
sıfatları gibi mümini zillete düşürecek hal ve karakterden
velhasıl cümle kötülüklerden nefret etsin. İşte verilen bu
nefret hissini bu şekilde cürme karşı kullanırsa ne mutlu. Bu
his de sahibinin batıldan uzaklaşmasına, manevî kirlerden
temizlenmesine ve manen temiz kalmasına, günahtan korunmasına
sebep teşkil etmiş oluyor ki, bir çelik zırh gibi cümle
kötülüklerden, süfliyattan korunmasına vesile olur. Görülen o
ki bu iki nimeti bahşederken Mevlâ, pek çok hikmet, menfaat ve
maslahatlara vesile ve pek çok kirlerden, zillet ve tehlikelerden de
korunmaya vesile kılmıştır.
Efendimiz
(s.a.v) “Kişi sevdiği ile beraberdir” buyurarak sevgiye ne
güzel bir ölçü getiriyor. Diğer bir açıdan baktığımızda
ise çeşitli nimetlerle, taamlarla doyuran Mevlâ, bu yiyip içmeye
de bir sınır koymuş ki, bu da yine hislerin vasıtasıyla oluyor.
İnsan doyduğunu bilmese, sürekli yeme içme ihtiyacı hissetse hiç
düşündük mü hali nice olurdu? Çeşitli rızıklarla
rızıklandırması O’nun bir nimeti olmakla beraber, doyduğumuzu
bildirmesi de ayrı bir nimetidir. Uyku ve uyanıklık da benzerdir.
Uyku da uyanıklık da birer nimet olmakla beraber bu ikisinin ölçülü
olması da bir nimet-i ilâhîdir. İnsan hep uyusa veya hiç uyumasa
hali nasıl olurdu? Bu nimetlerin içinde yaşarken bunların
kıymetini insan yeterince anlayamıyor. Üst üste birkaç gün
uyuyamasak veya tam tersi birkaç gün uyanamasak bu nimetlerin
değerini daha iyi anlarız. Uyutan da Allah (c.c), uyandırıp
hayata döndüren de Allah (c.c)’dır şüphesiz.
Hasan
Basrî (r.a) Rabbına hamd ve senalarını arz ederken şöyle der:
“Beni
insanlık nimeti ile yaratan Rabbim, insanlık nimeti ile bırakmayıp
İslâmlık şerefi ile şerefyâb kılan Allah’ım, sana hamd-ü
senalar olsun.”
Bu
konu ile ilgili pek çok ayet-i kerimeler vardır. Bunlardan birkaç
örnek verelim:
“Yeryüzünü
size bir döşek ve göğü de bir bina kılan, gökten su indirip,
onunla size rızık olarak çeşitli toprak ürünleri çıkaran
O’dur. Öyleyse kendinizi bilip dururken Allah’a eşler
koşmayın.” 1
“O,
istediğiniz şeylerin hepsinden size verdi. Eğer Allah’ın
nimetini sayacak olsanız, sayamazsınız. Şüphesiz ki insan çok
zalimdir, çok nankördür.” 2
“Sağmal
hayvanlarda da sizin için elbette bir ibret vardır. Size onların
karınlarından fışkı ile kan arasından, içenlerin boğazından
kolaylıkla geçen duru bir süt içiriyoruz.” 3
“Allah
sizi hiçbir şey bilmediğiniz durumda annelerinizin karnından
çıkardı, size kulaklar, gözler ve gönüller verdi ki
şükredesiniz.” 4
“Rabbiniz
lütfundan arayasınız diye sizin için denizde gemileri yürütendir.
Şüphe yok ki O, size karşı çok merhametlidir.” 5
“Andolsun
ki biz, Âdemoğullarını üstün şan ve şeref sahibi kılmışızdır.
Onları karada ve denizde (binit üzerinde) taşıdık, onlara güzel
ve temiz rızıklar verdik, onları yarattıklarımızın birçoğundan
cidden üstün kıldık.” 6
“O
gün, mülk Allah’ındır. O aralarında hükmünü verecektir.
Artık iman edip salih ameller işleyenler nimet
cennetlerindedirler.” 7
“Görmedin
mi, Allah yerde olanları ve emriyle denizde akıp giden gemileri
sizin hizmetinize verdi. Göğü de izni olmaksızın yerin üzerine
düşmekten O tutuyor. Şüphesiz Allah çok şefkatlidir, çok
merhametlidir.” 8
“Ey
iman edenler! Rükû edin, secde edin, Rabbinize ibadet edin, hayır
işleyin ki umduğunuza eresiniz.” 9
Bu
ayetteki haber de ayrı bir nimettir ki kurtuluş yollarını,
sebeplerini bildiriyor:
“Erkek
veya kadından her kim mümin olarak iyi amel işlerse, ona güzel
bir hayat yaşatırız. Şüphesiz, onlara mükâfatlarını,
yapmakta olduklarının en güzeliyle vereceğiz.”10
“Allah’tan
korkanlara söz verilen cennet şöyledir: Altından ırmaklar akar.
Yemişleri ve gölgeleri süreklidir. İşte Allah’tan korkanların
sonu budur. İnkâr edenlerin sonu ise ateştir.” 11
“İşte
onlar için belli bir rızık vardır.” 12
“Türlü
meyveler vardır. Onlar saygın kimselerdir.” 13
“Nimet
cennetlerinde.” 14
“Karşılıklı
tahtlar üzerinde.” 15
“Onlara,
pınardan doldurulmuş kadehler dolaştırılır.”16
“Kitabı
sağından verilen: “Alın, okuyun kitabımı. Çünkü ben
hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum.” der.” 17
“Hesabımla
karşılaşacağımı zaten biliyordum” demesi iman etmiş olup
ahiret yurdunun mevcudiyetine ve hayatının hesabını vereceğine
inanmış, bu inançla yaşamış, verilen nimetleri yerli yerinde
kullanmış akıllı bir mümin olmasındandır. O mümin ki,
kurtuluş beratı, rıza müjdesi, cennetle serfiraz mesajlarını
bildiren kitabının sağından verilmesini adeta sevinç
çığlıklarıyla etrafına haykıracaktır. O mümin ki dünyada
verilen sevgi nimetini en güzel şekilde değerlendirmiş, Rabbını
sevmiş, Resulünü sevmiş ve tüm resulleri, salihleri sevmiş,
dini, diyaneti, Kur’an’ı, imanı ve Rabbın sevdiği, değer
verdiği şeyleri sevmiş, ilm-i ilâhîyi, marifetullahı, ibadet ve
taatı, infakı ve hizmeti sevmiştir. Velhasıl Rabbın sevdiği
kulları sevip saygı duymuş, hükmünce amil olma gayreti ile
yaşamıştır ve böylece Rabbının huzuruna yüz akı ile
gitmiştir. Defteri sağından verilmiş, beratını, takdim edilen
cennet pasaportunu alıp melekler etrafında hizmete hazır vaziyette
ukba nimetlerine nail olmuştur. Nimet-i uzmaya nailiyet öyle bir
saadet ki anlamak, anlatmak bizi çok aşan bir meseledir. Hakk’ın
rızasına nailiyet, sevgisine, övgüsüne, izzet ve ikramına
nailiyet, huzur ve saadet, o selâm yurtlarında dostlarla hemdem
olma, arşın gölgesinde olmak gibi çeşit çeşit nimetler…
Arşın gölgesi nasıl bir güzelliktir, tahayyül edemiyoruz.
Efendimiz’in memnuniyeti, havzının başında buluşma, şefaat-i
uzmasına nailiyet, cennet sultanları üstadlarımız ve Hz. Aişe,
Hatice, Fatıma, Zeynep, Ümmü Gülsüm ve diğer annelerimiz, Hz.
Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Hasan, Hüseyin Efendilerimiz, sahabe-i
güzin ve ehl-i beytle buluşma, darüsselâm yurtlarındaki
–Kur’an’ın ifadesi ile- nereye baksan rahmet deryası, nimet,
mutluluk, huzur… O âlem ki sınırsızdır, nimet-i ilâhî de
orada sınırsızdır.
“Artık
o, hoş bir yaşam içindedir.” 18
“Yüksek
bir cennettedir.” 19
“Ki
o cennetin meyveleri sarkmıştır.” 20
“Geçmiş
günlerde işlediklerinize karşılık, afiyetle yiyin, için.” 21
“O,
geceyi, gündüzü, güneşi ve ay’ı sizin hizmetinize verdi.
Yıldızlar da O’nun emrine boyun eğmişlerdir. Şüphesiz bunda
aklını kullanan bir toplum için ibretler vardır.”22
Bu
ayetlerden de anlaşıldığı üzere Allah’ın nimetleri
namütenahidir ve bu gerçeği başka bir sıfatla ifade etmek
imkânsızdır. Böyle namütenahi nimetler ile serfiraz eden
mün’im-i hakikiye karşı kulun tutumu nasıl olmalı, işte bütün
mesele buradadır, mühim olan bu sırrı kavrayabilmektir. Bir
ayet-i kerimede “Şükredin, nankörlük etmeyin” buyruluyor.
Diğer bir ayette ise “Şükreder nankörlük etmezseniz elbette
nimetimi arttırırım” buyrularak nimetin devamı ve
ziyadeleşmesinin kulun şükrü nisbetinde olacağı işaret
edilmiştir.
Şükür
kısaca hâlî, kalî, fiilî olmak üzere üçe ayrılır ki, bu
konu ile ilgili açıklamalar Eş-Şekûr başlığı altında
tafsilatlı olarak mevcuttur.
Kısaca
şükür iyiliğe karşı iyilikle karşılık vermek olup nankör
olmamaktır. Allah’ın bizim iyi olmamıza, teşekkürümüze,
Zatını, sıfatını, sevdiklerini, değer verdiklerini sevip değer
vermemize, ibadet ve taatimize hiç ihtiyacı yoktur. Kulun bütün
bunlara kendisinin ihtiyacı vardır. İster şâkirinden olsun,
ister nankörlerden, insan ne yaparsa kendine yapar. Sünnetullah ve
takdir-i ilâhî ki, kul peşinen verilen nimetleri Rabbin bildirdiği
istikamette kullanır, itaatli, saygılı, edepli olursa bu nimetler
bakiye dönüşecektir. Her nefes ahirette baki meyveler verecektir.
Her bir güzel amel, söz, ibadet, taat hatta halis niyet, güzel
ahlak, karakter sahibi olan kul, Rabba karşı şükran hisleriyle
dolup bu güzellikleri kendi nefsinden bilmeyerek Rabbin inayeti,
ihsan-ı ilâhîsi olarak telakki edip bu minnettarlığını hâli,
kali, fiili ile isbat eder. İşte bu nimet içinde nimetler bir gün
olur cennet nimetleri olarak karşısına çıkar. Bu şâkir kul
ödül üstüne ödüllerle ödüllendirilip şeref ve tazime nail
olur. Ve azizler, saidler, dostlar, şâkirler kervanına dâhil
edilir. Dileriz Rabbımızdan, biz ümmet-i Muhammed’i şâkirinden
eylesin, nankörlerden olmaktan muhafaza buyursun. Âmin.
1
Bakara:22
2
İbrahim:34
3
Nahl:66
4
Nahl:78
5
İsra:66
6
İsra:70
7
Hac:56
8
Hac:65
9
Hac:77
10
Nahl:97
11
Ra’d:35
12
Sâffât:41
13
Sâffât:42
14
Sâffât:43
15
Sâffât:44
16
Sâffât:45
17
Hâkka:19–20
18
Hâkka:21
19
Hâkka:22
20
Hâkka:23
21
Hâkka:24
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder