El-Hakk,
Allahü Zülcelal’in yüce isimlerinden bir ismi şerifidir. Hakk,
doğru, gerçek, asla şek ve şüphe olmayan dosdoğru gerçekleri
içerir.
Mevlâ’nın bir ismi şerifi Hakk’tır, verdiği her haber haktır, Kur’an haktır, Resulullah (s.a.v) haktır ve Adem (a.s)’dan Efendimiz (s.a.v)’e kadar gelmiş peygamberler haktır. Onlara inzal olunan kitaplar haktır. Cennet, cehennem haktır, mizan haktır, mahşer haktır, meleklerin mevcudiyeti haktır. Kaza ve kader haktır, kıyametin vukuu, kabir – berzah hayatı haktır. İnsanoğluna hayatının hesabının sorulacağını ve bu suali herkesin cevaplandırma mecburiyetinde olup hayatında işlediği her amelin, söylediği her kelâmın gizli, aşikâr, küçük, büyük, iyi veya kötü yaptığı her şeyin önüne çıkacağını ve ona şahitlik edeceğini Yüce Mevlâ haber veriyor ki; haktır.
Velhasıl
Allah Vahid’dir, Ehad’dır, Samed’dir, İlâh’tır, ondan
başka ilâh yoktur, bu haktır ve yine o Allah ki, bütün esması
ile Hakk’tır. Âlim O’dur, Kerîm, Rahman, Rahîm O’dur. Semî,
Basîr, Mütekellim O’dur. Vedûd, Hâlik, Hayy, Kayyum ve
bildirilen tüm esması ile beraber, sayılara gelmeyen, idrak
edemediğimiz cümle isimleri ve sıfatları Hakk’tır.
Kur’an-ı
Kerîm Hakk’ın kelamıdır. A’dan z’ye bütün mesajları,
bilgileri haktır. Yüce Resulullah (s.a.v)’ın beyanları da
haktır.
Kur’an-ı
Kerîm’de hakkın ve batılın neler olduğunu yüce Mevlâ açıkça
bildiriyor. Emirleri yerine getirme sorumluluğu hak olduğu gibi
nehiyleri yani yasakları terk edip yasaklanan her şeyden uzak olmak
gerektiği haberi de haktır. Kullara düşen yönü ise hakkı hak
olarak kabul edip, hakka gönül verip, hakka uymaktır ve haktan
–doğrudan- ayrılmamaya özen göstermektir. Özü, sözü, ameli
hak olmaktır.
Hakkı
yaşayana ‘sadık’ denir. Özde, sözde ve amelde doğruluğa
‘sıdk’ denir. Bu ayet-i kerimede Yüce Allah, Müslümanları
imanlarında, verdikleri sözlerinde ve dinlerinde gerek niyet gerek
söz gerekse davranışlarında dürüst kimselerle birlikte olmaya
çağırmaktadır.
Sadıkların
başında Efendimiz (s.a.v) gelir. Sonra Sahabe-i Kiram hazeratı ve
o yüce kervanı takib eden Hakk dostları, mürşid-i kâmiller
gelir. İşte Allah bu ayette, bu yüce kervana davet ediyor ki,
böylece kuluna iki cihan saadeti bahşedecektir.
Hak,
batılın, yanlışın zıddıdır. Hakka gönül verip hakkı
yaşayanlara Hakk erleri denir. İşte insan üzerinde Mevlâ’nın
görmek istediği en azami sıfatı olan Hakk, adeta müminin can
damarı gibidir. Nasıl ki can damarına bir zarar isabet edince ölüm
sinyalleri verdirir veya ölüm zuhur ederse, müminde de Hakk sıfatı
olmazsa maneviyatı ölür maazallah. Yüce Allah kulları hakka
davet ediyor, bu davete icabet eden kurtulur, etmeyen ise batıla
sürüklenir, kahrı perişan olur. Hak ve batıl her olayda kendini
gösterir.
Müminin
özü, sözü ve amelinin hak olması, hak olmayan herhangi bir şeye
inanmaması, hak olmayan herhangi bir şeye sahip olmak için gönlünü
kaydırmaması, doğru olmayan herhangi bir arzuyu kalbinde
barındırmaması ve kalbde asla batıla yer bırakmayıp hep hakla
dolup taşması ki, kalbin hakla dolması durumunda o kalbin saffeti,
doğruluğu bütün uzuvlarda kendini gösterir. Kalbdeki hakka gönül
vermişlik nisbetinde sözlerinde ve amellerinde doğruluk, istikamet
ve adalet, ittika ve pek çok güzellikler zuhur eder. Halk arasında
dahi doğruluğu tasdik edilir, “O söyledi ise doğrudur”
sözüyle Yüce Mevlâ kullarına da onun doğru ve özünün,
sözünün hak olduğunu tasdik ettirir.
Kâfirlerin
Efendimiz (s.a.v)’i peygamberlikten önce vasıflandırdıkları
Emin (Muhammed’ül Emin), emniyet edilen, doğru, hak anlamlarına
gelir. Hakkın zıddı ise haksızlık, batıldır. Yalan, iftira,
zulüm, başkasının malına, canına, ırzına kastetmek, velhasıl
bütün kötülükleri içine alır.
Şu
bir hakikattir ki, insan haktan uzaklaşması nisbetinde batıla
dalar, daldığı nisbette felakete gider. Evet, cennet haktır, hak
edenler gidecektir. Cehennem de haktır, oraya da yine hak edenler
gidecektir. Nasıl ki çalışkan, itaatli, prensipli, saygılı bir
talebe hem takdir, hem de diplomayı hak ediyor ve alıyorsa, zıddı
olanlar da bunları hak etmedikleri için mahrum kalıyorlarsa; kimin
neyi hak ettiğini en güzel bilen ve adaletli olan Yüce Allah
herkesi hak ettiği şeyle karşılaştıracak ve herkese hak
ettiğini takdim edecektir. Cenneti hak edene cenneti, cehennemi hak
eden cehennemi takdir edecektir.
“O
gün ki herkes kendi nefsinden dolayı mücadelede bulunur ve herkese
yaptığının karşılığı tamamen ödenir ve onlar zulme
uğratılmazlar.” 2
Allah
hakkı, İslâm’ın, Kuran’ın hakkını gözetmek başlıca
vazifemiz olmakla beraber, kul hakkını gözetmek ve hakkı
geçenlere mukabelede bulunmak da ayrı bir vazifemizdir. Başta
Resul-i Zişan’ın hakkı gelir ki, biz ümmeti için bu mirası
bırakma yolunda ne çileler çekmiş, yaşadığı örnek hayat ile
bize Kur’an ahlakı ve sünneti öğretmiş ve biz ümmetinin
hidayeti, günahlarının affı için yalvarmış, gözyaşları
dökmüş, muzdarip olmuştur. Bir hadislerinde “Ümmetimin derdi
beni bitap düşürdü” diyerek kederini izhar etmiştir. Evet,
hakka uymayan, haktan taviz veren, hata, kusur, gaflet içerisinde
yüzen ümmeti için tasalanıyor bu yüceler yücesi Nebî. O,
“Ümmetî, ümmetî” nidalarıyla dünyada ve ukbâda ümmetini
dilerken, onun kurtuluşu için çırpınırken, acaba Yüce Resul’ün
sünnetine uymayış, haliyle hallenmeyiş ve bu gafletimiz ile
halimiz nice olur?
Kuran’ın,
İslâm’ın, ümmet-i Muhammed oluşumuzun haklarını düşünüp
de mesuliyetle ne kadar harekete geçtik? Aklımızın hakkını
verebildik mi? Ve dolayısı ile bütün uzuvlarımızın, zaman,
mekân ve bize hizmet eden cümle varlıkların haklarını gözetmede
ne derece temkinli olduk? Ana-baba hakkı, hoca hakkı ve hele bir
mürşide bende olduysak onun hakkını –ki öz babanın hakkından
daha çok olduğunu bildiriyor âlimler- verebildik mi? Mürşidin
hakkı, talimatlarını dinleyip verdiği emirlere saygılı olup
itaat etmekle olur. Mürşide karşı edebe, teslimiyete, itaate,
saygıya ne derece riayet edebildik? Diğer yandan kul hakkının
geçmesine sebebiyet veren pek çok yollar var, öğrenip dikkat
edebildik mi? Mevlâ, şirk ve kul hakkından başka günahı
dilediğimden affederim diyor. Ve birçok ayet-i kerimede
ana-babasının hakkına riayet etmeyenin ibadet ve taatinin kabul
olmayacağını bildiriyor. 3
Evet,
Hakk kelimesinin diğer bir yönü de bu ve daha pek çok hakları
içine alır. Velhasıl her şeyi Allah (c.c) kulları için halk
etmiş ve kullarına hakkı, batılı bildirmiştir. Hakk konusundan
çıkan ders şudur ki, Allah kulunda bu ismini görmek istiyor ve
kula düşen hakka kulak verip, hakkı kabul edip hukukullaha saygılı
olması ve hakka uyup itaat etmesidir. Hak belli, batıl belli; kulun
bunları öğrenip hayatını hak istikametinde yürütmesi tek
kurtuluş çaresidir. Reçete hak olan Kur’an-ı Kerîm’dir ve
Resulullah (s.a.v)’e ittibadır.
Bir
defasında Peygamber Efendimiz (s.a.v)’de bir değişiklik
seziliyor. Vücudunda ani bir çöküş, derin bir hüzün emareleri
gören ailesi ve yakınları sebebini soruyorlar. Cevaben, “Beni
Hud Suresi ihtiyarlattı” 4
buyuruyor.
“Artık
emrolunduğun gibi dosdoğru ol ve tevbe etmiş seninle beraber
bulunmuş olanlar da. Ve haddi aşmayın, şüphe yok ki, O, yapmakta
olduğunuz şeyleri hakkıyla görücüdür.” 5
Zaten
O istikametteydi, hiçbir mevzuda haktan zerre kadar ayrılması
düşünülemezdi. Fakat Allah ü âlem işin ehemmiyetini bildirmek
için Yüce Mevlâ Resulünün kanalıyla ümmet-i Muhammed’i
uyarıyor olmalı idi, ama o hassas insan nasıl etkilenmişti. Bir
de dönüp kendimize bakabilsek, meseleyi ne kadar ciddiye aldığımızı
görmek için.
Nebe
Suresi de (Nebe:21–26) cehennemin keyfiyetini anlatıyor, ümmetinin
bu azaba duçar olabileceği endişesiyle “sanki bel kemiğim
kırıldı” diyerek kederi izhar ediyor.
Bir
ömür haktan ayrılmayan o Yüce Resul, doğruluğun timsali Yüceler
Yücesi Efendimiz’e salât ü selam olsun. Rabbimizden dileriz,
Hakk erlerinden eylesin. Âmin.
İslâm’ın
özü haktır, hakkı bildirir, hakkı ilan eder, hakkı savunur,
hakkı önerir. İslâm başlı başına hakkın tercümanı ve hakka
davettir. Ciltler dolusu kitap yazılsa yine hak olan kelam bitmez.
Rabbimizden niyazımız feraset ihsan eylesin, hakkı hakkıyla
anlama, yaşama ve bu hususta başkalarını aydınlatmaya bizleri
muvaffak kılsın inşallah.
Hz.
Ömer (r.a)’den bir misalle mevzuu bağlayalım. Hz. Ömer’in
adaleti, dürüstlüğü, hak ve hukuka nasıl itina ettiği herkesçe
malumdur. Halife seçildiğinde cemaate : “Eğer ben haktan
ayrılırsam, beni doğrultacak kim var içinizde?” şeklinde bir
soru yöneltiyor. İçlerinden bir sahabi kalkıp, “Ey Ömer, sen
haktan ayrılırsan şu kılıcımla ben seni doğrulturum” deyince
koca Ömer derin bir nefes alıyor. “Elhamdülillah Allah’ım,
ben eğrilir haktan ayrılırsam beni doğrultacak kardeşlerim var”
diyor.
Bir
defasında oğlu bir suç işliyor, İslâm hukukuna göre kırbaç
cezasına çarpılıyor. Baba Ömer hem vuruyor, hem ağlıyor,
görenler babalık şefkatinden zannediyorlar. Hz. Ömer sebebini
anlatıyor; babalık şefkatinden dolayı hafif vurmak korkusu ile
hızlı; fazla hızlı oluşu sebebiyle hakkı çiğnememek için
yavaş vurmuş olabileceğinden ağladığını söylüyor. Rabbimiz
kıssalardan hisse aldırsın.
Efendimiz
(s.a.v)’in hak üzere münacat ve tazarruları:
“Sübhaneke
ma abadneke hakka ibadetike Ya Mabud
Sübhaneke
ma arafnake hakka marifetike Ya Maruf
Sübhaneke
ma şekerneke hakka şükrüke Ya Meşkûr
Sübhaneke
ma zekernake hakka zikrike Ya Mezkûr”
Şu
bir gerçektir ki, hiçbir varlık, hatta peygamberler dahi, Hakk’ın
hukukuna hakkıyla riayet edemedikleri gibi, Hakk’ın bahşetmiş
olduğu bunca nimetlerinin de hakkıyla şükrünü eda edemezler.
Bilindiği üzere peygamberlerden de zelleler sadır olmuştur
beşeriyet icabı. Hele hele biz zayıf kullar, şükürlerden
aciziz. Tek ümidimiz Rabbül âlemin’in engin merhameti. Hakkına
riayet edemediğimiz sayısız hakları karşısında O’nun bizi
engin merhameti ile yargılayacağını ümid ediyoruz.
Kur’an-ı
Kerim’de diğer esma ve sıfatları gibi Mevlâ’nın Hakk ismi
ilahisini de görüyoruz. Pek çok ayet-i kerimede “ …
Yaptıklarınızı Allah hakkıyla bilir” buyurarak Hakk ismini
ilan ediyor.
Cümle
mevcudatın ahvalini, yararlarını, zararlarını, zahir ve
batınını, cümle eşyanın keyfiyetini, hikmetini, ilmini hakkıyla
bilen ancak Allah’tır (c.c).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder