El-Bâtın
da Allah’ın ism-i ilâhîsidir. Zahiri olduğu gibi batını da
yaratan Yüce Allah’tır. Bâtın; gizli, görünmeyen demektir.
Allah’ın zâtı bizce bâtındır, görülmez, bilinmez.
Allah Yüce Kitabında haberdar etmiştir ve İhlâs Suresinin son ayetinde “Allah birdir, benzeri, eşi, ortağı yoktur” der. Yani Allah, idrak ettiğimiz, bildiğimiz, gördüğümüz hiçbir şeye benzemez. Zatî yönü ile bilinmez ve hiçbir şeye benzemez olduğuna iman ediyoruz, elhamdülillah. Diğer yandan, sıfatlarında, fiiliyatlarında, yarattıklarında da zâhir yönünün yanı sıra bâtın yönü de vardır ki; zâhirin içine bâtın adeta gizlenmiş durumdadır. Meselâ bir elektrik akımı var fakat görülmez. Zâhirî sebeplere tevessül edildiğinde görüyoruz ki bir enerji mevcut ve bu enerji ile büyük işler yapılıyor, pek çok faydalar sağlanıyor. Bu enerjiyi ancak madde planında, zâhirde eserleriyle tanıyoruz, bu demek oluyor ki o akımın enerjisinin mevcudiyetini çeşitli cihazların yani kalıpların durumuna göre anlıyoruz. Bakıyoruz, ışık olup aydınlatıyor veya suyu buz haline getiriyor, koskoca makineleri çalıştırıyor velhasıl bu gizli nimet-i ilâhî ki gizli olduğu kadar da eserleriyle aşikârdır, El-Bâtın olan Yüce Allah’ın bu isminin tecellisindendir denilebilir.
Buna
mukabil pek çok bâtın varlıklar vardır ki, biz bunları
eserlerinden bilir, tanırız fakat asıl keyfiyetlerini asla
bilemeyiz. O varlıkların nasıl bir varlık olduğunu hakkıyla
Yüce Hâlık bilir. Ruh nasıl bir varlıktır, akıl, cümle
canlılardaki kuvvet, kâl (konuşma, söz), gönül, hisler
bilinmediği gibi iç içe bunca nimet-i ilâhîlerin sırrını
anlamak dahi mümkün değildir. Meselâ çiçeğin içindeki bal
hüzmeleri, otun içindeki süt, yemyeşil ağacın içindeki ateşin
mevcudiyeti, çekirdeğin özünde koskoca bir ağacın cinsi,
programı ve o çekirdeğin, o ağacın var oluşundaki rolü ki, tüm
bunların ve benzeri bâtınî şeylerin keyfiyetini hakkıyla bilen
ancak Bâtın olan Mevlâ’dır.
Hassaten
insanın bâtın yönü çok mühim olup üzerine düşen bâtınî
meselelerde bilgi sahibi olmalı ki; çünkü batınların ıslahı,
selâmeti zarûrîdir. Bu, meselenin hususî bir yönüdür ki,
insanları ilgilendiren en önemli bir meseledir. İnsanın en büyük
meselesi Hakk’a kulluk olduğuna göre bu kulluk da hem zâhir hem
bâtın olmak üzere iki varlığın birleşmesi ile bir bütün olur
ki; her iki yönü ile de ciddi bir meseledir. İnsan zâhirinden
olduğu kadar bâtınından, bâtınından olduğu kadar da
zâhirinden sorumludur ve her iki yönüyle de hesaba çekileceğini
Allah haber vermektedir. Bu hususla ilgili bazı ayetler şöyledir:
Allah
Teâlâ’nın hem zâhir hem bâtınlara vakıf oluşunu bildiren
pek çok ayetler vardır. Bunlardan bazıları da şöyledir:
“Şüphesiz
ki Allah sözün açık olanını da gizli olanını da bilir. Hem
sizin gizlediğiniz şeyleri de.” 4
Bütün
gizliliklerin ortaya çıkacağını haber vererek şöyle diyor
Kur’an:
“Biz
kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye
hiçbir şekilde haksızlık edilmez. Yapılan iş bir hardal tanesi
kadar dahi olsa onu adalet terazisine getiririz. Hesap gören olarak
Biz herkese yeteriz.” 6
Bu
ayet-i kerime açık bir ifade ile bildiriyor ki; Allah Teâlâ hem
Zâhir hem Bâtındır ve aynı zamanda ayetin içinde yer aldığı
gibi Adl’dir. Yani yapılan zâhir ve bâtın amelleri, halleri
bilen Allah, kıyamette bunları açığa çıkaracağını, isterse
hardal tanesi kadar olsun gizli hiçbir şey kalmayıp madde ve mânâ
adına her yapılan iş, söz, niyet, hâl, ihlâs, günah veya sevap
adına her şeyi mizana koyacağını ve adliyle karşılık
vereceğini bildirir ki, O, Zâhirdir, Bâtındır, O’nun ilmi her
şeyi kuşatmıştır.
Bâtın
ism-i ilâhîsinin kul üzerindeki diğer bir yönü ise insanın
kaderi hakkında bir bilgiye sahip olamayışı ve başına ne
geleceğini bilemeyişidir. Hiçbir kul geleceğine dair kesin hüküm
yürütemez, çünkü biraz sonra bile başına ne geleceğini, nasıl
bir olayla, durumla karşılaşacağını asla bilemez. Nice insanlar
vardır ki, sapasağlam, ölüme sebebiyet verecek hiçbir durum söz
konusu değilken aniden ecel gelip çatıyor. Ani hastalıklar, ani
kazalar, hiç tahmin edilmeyen nice olaylarla karşılaşıyor
insanoğlu. Hepsi de El-Bâtın ism-i şerifinin gereği olarak
gizlenmiştir.
Bazı
hadiseler vardır ki, bunların hayır mı şer mi olduğu bilinemez,
gizlidir. Ne zaman, nerede ve ne durumda öleceğini hiç kimse
bilemez. Bu dünyanın bir imtihan dünyası olması hasebiyle Mevlâ
kulunu değişik olaylarla, takdir ettiği zaman ve takdir ettiği
şekilde imtihan edecektir, fakat imtihanın nasıl zuhur edeceği
asla bilinemez. Ancak takdir edilen zaman gelince anlaşılır.
Hasan
Basrî Hz., Rabia’tül Adeviyye’ye evlenme teklifinde bulunuyor.
Bu teklifi götüren kişiye Rabia’tül Adeviyye diyor ki, “Bazı
suallerim olacak, eğer bunlara olumlu cevap verirse eh düşüneyim,
değilse asla ben kendime bu soruları soruyorum da bir cevap
bulamıyorum. Bu yüzden korku, endişe içerisindeyim. Bende böyle
bir dert varken nasıl evlenmeyi düşünebilirim?” Ve sorularını
şöyle sıralıyor:
“1-Ben
imanlı mı öleceğim, imasız mı?
2-Kabirde
Münker ve Nekir meleklerinin suallerine cevap verebilecek miyim
yoksa veremeyecek miyim?
3-Sıratı
selametle geçebilecek miyim yoksa geçemeyip cehenneme mi
yuvarlanacağım, hâlim nasıl olacak?
4-Mizanda
sevaplarım mı yoksa günahlarım mı ağır basacak?
5-Beratımı
alacak mıyım yoksa alamayacak mıyım?
6-Cennete
girebilecek miyim ve Rabbimin cemâlini görme bahtiyarlığına
erebilecek miyim yoksa mahrum mu olacağım?
7-Cehennem
azabına duçar olmayacağıma garantisi var mı, yok mu?
İşte
bunlar ve kesin sonucunu bilemediğim pek çok mesele ile ben ızdırap
içinde kıvranırken nasıl olur da böyle bir şey düşünürüm?
Bu sorularıma tatminkâr cevap verirse ne âlâ, değilse asla”
diye haber gönderince o zât-ı muhterem de: “Bu suallerin
cevabını yalnız Rabbim bilir. Ben nasıl bilirim ki?” diyor.
Bunlar ve benzeri gaybi meseleleri ancak Allah-ü Azimüşşan bilir
ki, peygamberler de olsa bildirilenin dışında bir şey bilemezler.
Bâtın
isminin diğer bir yönü ise şudur: İnsanların kalplerinde
gizledikleri, dışarı hiç sızdırmadıkları niyetler, haset,
kin, ucub, gibi pek çok şey vardır ki; insan kendisi bilse de
başkaları bilemez. Ancak bunların eserleri zahire çıkar da amele
yansırsa o zaman bilinir. Evet, bunlar kalbde gizli kaldığı
sürece ancak ve ancak Yüce Hâlık tarafından bilinir ki; işte
Bâtın ism-i şerifinin tecellisi ile gizlidir. Manevî yönden
kulun kazandığı günah ve sevapları ne derecedir, o ameller nasıl
bir keyfiyetle zuhur edecek, kabirde, sıratta, mahşerde, mizan
başında durumu nasıl olacak, kesin olarak asla ve asla hiç kimse
tarafından bilinmez. Bunlar hep bâtındır. Allah belli bir süreye
kadar kulun dünyasına ve ukbasına ait pek çok meseleyi
gizlemiştir yani gelecekte başına gelecek ve karşılaşacağı
durumu gizlemiştir.
Kâinattaki
tecellisi ile yine orada da Bâtın isminin cilvelerini görüyoruz
ki, meselâ yağmurun ne zaman ve ne kadar miktar yağacağı
herkesçe meçhuldür. Arzda kuraklık mı olacağı, yoksa rahmet mi
ineceği, mahsulün bol mu yoksa kıt mı olacağı bilinmediği gibi
semavî, arazî felaketlerin, kasırga, sel gibi afetlerin olup
olmayacağı, nerede nasıl bir felaketin zuhur edeceği kimse
tarafından bilinmez, ancak el-Bâtın olan Yüce Allah bilir ki;
O’na göre zâhir ve bâtın aynıdır. O’nun için fark yoktur,
fark bize göredir. Şu arzın üzerini ve üstünde yaşayan cümle
varlıkların ahvaline şahit olan Mevlâ arzın içindeki ahvale de
şahittir, ilminden hiçbir şey gizli kalmaz.
Diğer
bir yönden bakıldığında görüyoruz ki; Bâtın ism-i şerifi
pek çok hikmetlere merci şöyle ki, eğer madde ve mânâya ait her
şey açık seçik bir şekilde zuhur etseydi o zaman imtihan diye
bir şey olmazdı, herkes gördüğüne inanırdı ve imanlı olmak,
imansız olmak diye bir şey söz konusu olmazdı. Hâlbuki iman
meselesi en büyük meseledir. Bakara Suresi’nde Yüce Allah imanın
tarifini yapıyor, şöyle diyor: “ الَّذِينَ
يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ
”
“Onlar gaybe iman
ederler.” İşte esas mesele buradadır, imanın geçerli olması
için gabya iman şarttır, “Lâilâhe illallah” diye başlayan
tevhid dini, “o Allah ki, ondan başka ilâh yok” haberine
inanmaktır, o görmediğin Allah’a inanmakla başlayan din
anlayışı o Allah’ın ilâh olduğuna inanıp kabul etmeyi şart
koşar. Ve yine o Kur’an ki, o Yüce Allah’ın kelâmıdır.
Kur’an zâhir de olsa sahibi Yüce Allah gaibtir, bir ayet-i
kerimede buyurur: “…Gözler O’nu görmez, fakat O, gözleri
görür.” 7
Melekler bize gaibtirler. O Kur’an-ı Kerîm ki mesajlarından pek
çoğu bizce gaibtir, ahirete ait pek çok haberlerin mesajlarını
sunan Kur’an bu göremediğimiz fakat bildirilen haberlere harfiyen
inanmakla imanın geçerli olacağının da haberini veriyor ki, çok
ciddî bir mevzudur. Amelin faidesi ancak imanla olur, iman
noksanlığı en güzel amelleri dahi faidesiz bırakır. Başlarda
da denildiği gibi pek çok hikmetlere binaen Allah (c.c) her şeyi
açık seçik insanların nazarlarına arz etmeyip gizlemiş fakat
haberdar etmiştir.
Kula
düşen ise Yüce Rabbinden gelen bir habere tam bir imanla iman
etmesi yani inanıp kabul etmesi ve bu hususta hiç şek ve şüpheye
düşmemesidir. Evet, Allah’ın zâtını görmüyoruz fakat
eserleri zâhirde; başta insanın kendi varlığı ki, bu muhteşem
eser sahibinin şehadetine yeter. İnsan ferasetle şu kâinat
sarayına bir nazar etse o gayb ve bâtına olan inancı, zâhire ola
inancından farklı olmayacaktır. Her sanat sanatkârın, her nakış
nakkaşın eseri olup bu zâhir sanat ve nakış, bâtındaki
sanatkâr ve nakkaşın şahididirler ki asla kendi kendilerine
olmadıkları ve olamayacakları nasıl da açık bir beyan, kesin
bir hükümse aynen bunun gibi şu kâinat sarayının da bir
yapıcısı var ve bir idare edip yöneteni var. Gizliliği kadar
açık herşey O Hâlık’ın şahididirler. Bir mahlûk varsa onu
var eden bir Hâlık’ın var olduğu muhakkaktır. Bu Hâlık’ına
mahlûkat şahitse ve görüyormuş gibi inanıyorsak yine bu yüce
Hâlık’ın gönderdiği Resulü (s.a.v) vasıtasıyla ve Cebrail
(a.s) vasıtasıyla haber verdiği cümle haberlere de şek ve
şüphesiz inanıyoruz ki, bu Kur’an, Yüce Rabbimizin kelâmıdır,
beyanıdır. Tüm bunlar bir yönü ile bâtın olmasına rağmen,
eserleri, haberleri ile zâhirdirler. Rezzak Allah’tır, merzuk
kuldur. Eğer bir rızık, bir merzuk varsa muhakkak bu rızkı ve
merzuku var eden, halk eden olması gerekir. İşte sanatla sanatkâr
misali her şey o kadar açıktır ki, her zâhir, bâtının nişanı,
şahidi, tellalı konumundadır adeta. Ukbaya ait haberlerin her ne
kadar zahirde nişanları olmasa da –ki yine kısmen vardır- onlar
da o âleme gittiğimizde açıkça nazarlara arz edilecektir. Yine
Kur’an’ın ifadesiyle “O gün arz olunacaksınız, sizden
hiçbir şey gizli kalmaz.” 8
buyrulmuş. Ve benzeri pek çok beyanlar, verilen haberlerin zamanı
gelince zâhir olacağını bildirir.
Cennet
ve cehennem bizce gaib ise de kısmen onların da nişanlarını
görüyoruz. Bir tarafta cennetvârî manzaralara şahit olurken,
diğer taraftan cehennemvârî manzaralara da şahit oluyoruz ki; her
varlık, her hadise, her manzara kısmen o bizce gaib olup fakat
haberini aldığımız şeylerin zâhirdeki habercileri, simgeleridir
diyebiliriz.
“Şüphe
yok ki müminler ile Yahudilerden ve Hıristiyanlar ile sabiîlerden
10
herhangi kimseler Allah Teâlâ’ya, ahiret gününe iman edip salih
amellerde bulunmuş olurlarsa, onlar için Rableri katında
mükâfatlar vardır. Ve kendilerine asla korku yoktur. Ve onlar
mahzun da olmayacaklardır.” 11
“Ve
bir günden sakının ki, o günde kimse kimseden yana bir şey
ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, hiç kimseye şefaat,
aracılık fayda vermez, onlar için yardım da gelmez.” 12
“Fakat
onları, gelmesinde şüphe edilmeyen bir gün için topladığımız
ve hiçbir haksızlığa uğramaksızın herkese kazandığı şeyler
tastamam ödendiği zaman hâlleri nice olur.” 13
İşte
gayb ile ilgili haberlerden bir kaçı ki Kur’an gaybî haberlerle
doludur. İşte Allah’ın Ez-Zâhir ve El-Bâtın esmasının
tecellileri ki, cümle mevcudatta ve kelâmında, ilminde, cümle
sıfat ve esmasında yer almış, rol oynamıştır. Allah bizlere
dinde derin anlayış nasip eylesin. Âmin.
1
Hadid:3
2
Bakara:227
3
Rad:9
4
Enbiya:110
5
Müminun:19
6
Enbiya:47
7
En’am:103
8
Hakka:18
9
Teğabün:18
10
yıldızlara tapanlar
11
Bakara:62
12
Bakara:123
13
Âl-i İmran:25
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder