Allah Teâlâ'nın aydınlık, parıltı, parlaklık manalarına gelen bir ism-i
şerifidir. Her çeşit zulmetin zıddıdır. Kur'an-ı Kerîm'de nurla ilgili bir çok
ayetler mevcuttur. İman, Kur'an, İslâmiyet ve peygamberler -aleyhimüsselam-
velhasıl zulmeti def eden şule, ışık anlamlarındadır.
Nur, dünyevi ve uhrevi olmak üzere iki çeşittir. Dünyevi olanı da kendi
içinde ikiye ayrılır, biri envâr-ı ilâhiyeden inkişaf eden nurdur, akıl ve
Kur'an gibi; ikincisi görmekle hissedilir ki, nurlu cisimlerden ibarettir, güneş,
ay ve yıldızlar gibi.
Uhrevi nur, "Mümin erkeklerle mümin kadınları, önlerinden ve
sağlarından, (amellerinin) nurları aydınlatıp giderken gördüğün günde,
(onlara): Bugün müjdeniz, zemininden ırmaklar akan ve içlerinde ebedî
kalacağınız cennetlerdir, denilir. İşte büyük kurtuluş budur" [1]
ayet-i kerîmesinde beyan edilen nurdur. Âlemin manen aydınlığına sebep olan Hz.
Peygamber S.A.V.'e de Nur denir.
Allah (c.c), güneşi maddi âlemimize faydalı olması, tehlikeleri
göstermesi için bir nur olarak bahşettiği gibi, manevi âlemimize de yine
faydalı şeyleri sezmek ve tehlikeli şeyleri görmek için iman nurunu ihsan
buyurmuştur. İman bir nurdur. İman nuru, Kur'an, hadis nuru, marifetullah nuru,
ilim nuru, esma-i ilâhî nuru, Habib-i Zîşan (s.a.v)'ın nuru, şeriat nuru,
tasavvuf nuru ve dolayısı ile müminin salih amellerinin nuru, tefekkür ve irfan
gözüyle elde edilen nur, bu ve benzeri nurlar akıl nuru ile birleştiğinde
biiznillah insanın maddesini de manasını da nurlandıracaktır.
Aklı göze benzetecek olursak, Kur'an ve iman onun ziyasıdır. Nasıl ki
ışık olmadan göz göremezse ve ışıktan yararlanmak için de mutlaka göz lazımsa,
yani bu iki nurun birleşmesiyle maksat hasıl oluyorsa; aynı bunun gibi zahir ve
batın nur-i ilahi'nin tecellileri ile de tehlikeleri görüp tedbir alarak,
faydalı, değerli şeyleri de görerek, sezerek dünya ve ukba zulmetinden korunmak
mümkündür biiznillah.
Nurlu bir hayat, nurlu bir ölüm, nurlu bir berzah, nurlu bir mahşer,
nurlu bir sırat ve neticede nurlu âlemlere, asli vatanımıza, nurlu cennetlere
vasıl oluruz inşallah.
Nurlu ameller nuru çeker; nursuz ameller de zulmeti çeker. Efendimiz
(s.a.v), bir hadis-i şeriflerinde ümmetini nasıl tanıyacakları sorulduğunda
cevaben "Onları nurlarından tanıyacağım. Abdest uzuvları pırıl pırıl
parlayacak. Bir de alınlarında secdenin nuru parlayacak." buyurmuşlardır.
Her bir salih amel, her güzel vasıf, her güzel ahlak, Rabb'ül âlemin'e
duyulan saygı ve tazim, zikir, şükür, ilim ve irfan, velhasıl Rabb'ül âlemin'in
razı olacağı her türlü değerli amel ve niyetler nuru çeker, Mevlâ'nın nur
isminin zuhuratına sebebiyet verir. Ve umulur ki bu nurlar zinciri, sahibini
nurlu cennetlere, nurlu mekânlara çeker de hakikat tahakkuk eder biiznillah.
Böyle olacağını Rabbimizin ayetlerinden, Efendimiz (s.a.v)'in nurlu beyanlarından
öğreniyoruz.
"Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah'a dönün. Umulur ki
Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter. Peygamberi ve Onunla birlikte iman
edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere
sokar. Onların önlerinden ve sağlarından (amellerinin) nûrları aydınlatıp gider
de, "Ey Rabbimiz! Nûrumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü sen her
şeye kadirsin" derler." [2]
"Mümin erkeklerle mümin kadınları, önlerinden ve sağlarından,
(amellerinin) nurları aydınlatıp giderken gördüğün günde, (onlara): Bugün
müjdeniz, zemininden ırmaklar akan ve içlerinde ebedî kalacağınız cennetlerdir,
denilir. İşte büyük kurtuluş budur." [3]
"Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve
size apaçık bir nur indirdik." [4]
Bu ve benzeri birçok ayetten anlaşılıyor ki, Kur'an insanlar için bir
nurdur, bununla beraber ayette de geçtiği gibi salih ameller ve baştan beri
izaha çalıştığımız pek çok nur membaları, kulları nurlandırmak ve nurlu âlemlere
nurlarla gidebilmemiz için Mevlâ'nın ayrı bir lütf-u ilâhîsidir.
"...Gerçekten size Allah'tan bir nur, apaçık bir kitap geldi.
Rızasını arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür ve onları iradesiyle
karanlıklardan aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yola iletir." [5]
Yukarıdaki ayet-i kerîmede Yüce Mevlâ, Kur'an'ı nur olarak tanıtıyor.
Kur'an'dan evvelki devir olan cahiliyye devrini de zulmet devri olarak nitelendiriyor.
Devir hangi devir olursa olsun, Kur'an'ın aydınlatmadığı bir hayatın karanlık
olduğu apaşikar anlaşılıyor bu ayetlerden.
Zulmeti ve zulmette olup olmadığımızı nasıl tespit edeceğiz? Bunun
cevabını, yani nelerin zulmet olduğunu yine ayet ve hadislerin ışığıyla fark
edeceğiz. Nasıl ki gecenin karanlığında tehlikelerden korunmamız için ışığa
ihtiyacımız varsa, o ışıkla zararlı şeyleri görüp tedbir alır ve ihtiyaçlarımız
olan yararlı şeyleri de temine say edersek; aynen bunun gibi Kur'an, iman,
sünnet, akıl, ilim nurları ile zulmetin, günahların akıbetimizi nasıl bir
tehlikeye atacağını, azaba sebebiyet vereceğini ve bunların neler olduğunu
rahatlıkla görüp idrak ederiz biiznillah.
Allah'ın nurunu irfan ehli şuna benzetirler ki, elektrik enerjisi mevcut
iken nasıl yararlanmak için bir düğmeye basmak gerekiyorsa, Allah'ın nuru da
bütün âlemleri kaplamıştır ve ondan da faydalanmak için düğmeye basmak gerekir.
"Allah, göklerin ve yerin nûrudur..." [6]
ayeti bunun ispatıdır. Bu nuru, kâinatı kendisi için yarattığı, her şeyi emrine
musahhar kıldığı insan için lutfetmiş ve envâr-ı nurunu insanın emrine musahhar
kılıp faydasına sunmuştur. Bu envâr-ı nurdan yararlanmak için insana düşen
sadece düğmeye dokunmak; ferasetle görüp, düğmeleri tespit edip nurların
zuhuruna çalışmaktır.
İmana, şalter diyebiliriz, imana çok dikkat etmek gerekir. Şalter kapalı
ise hiçbir yere elektrik gitmeyeceği ve başka düğmelerin arızalı olmaması fayda
vermeyeceği gibi, imanın olması ve sağlam olması gerekir. Bundan sonra diğer
düğmeler kontrol edilir ve arıza varsa giderilir. Şalter yani imanın
sağlamlığından emin olununca bütün evi aydınlatmak için bütün düğmelere basmak
gerekir, yani imanın gereği mükellef olduğumuz ayrı ayrı düğmeler misali bütün
ilahi emirleri birer ubudiyet vazifesi olarak algılayıp uygulamak gerekir.
Namaz, oruç, infak, ilm-i ilâhî, esma-i hüsnanın her bir tecellisi,
güzel ahlak, Rabb'e teslimiyet, emirlere riayet, yasaklardan ictinab, sünnet-i
seniyyeye ittiba, sabır, şükür, zikir, cihad ve Allah (c.c)'ın değer verip
bildirdiği daha pek çok güzellikler adeta ayrı ayrı birer düğme gibi, bizden
dokunurcasına cüz'i bir fedakârlık bekliyor. Biz eğer bu kadarcık külfete
katlanır, nurlarının inkişafının zuhuruna gayret edersek, umulur ki hayatımız
da, memadımız da, ukbâmız da nurun alâ nur olacaktır. Böylece bizi de, bize ait
âlemleri de nurlandıracağını Rabbimiz haber veriyor.
Nasıl ki Halık ismi ile halk etti, nasıl ki Hayy ismi ile hayat
bahşetti, nasıl ki Rabb ismi ile bedenimizi ve ruhumuzu terbiye etti, nasıl ki
Basir ismi ile görme, Semi' ismi ile işitme, Kelâm ismi ile konuşma gibi birçok
esmasının tecellileri ile bizi kuşattı; nur arayan, nurlanmak isteyen ve
nurlanmaya sebebiyet verecek amellere tevessül ederek anlatılan nurların peşine
düşenlere de Nur ism-i şerifi ile tecelli ederek o kullarının üstünde nurlarını
tamamlayacaktır inşallah. Rabbimizden niyaz ederiz, bizi de bu nurlu zümreye dâhil
eylesin. Âmin.
Nurun zıddı zulmettir, zulmet aşikârdır. Kur'an'dan, peygamberden,
dinden, diyanetten, ilimden, irfandan bîhaber yaşamak, nursuz bir hayat zifiri
karanlıktır, bunun adı zulmettir. Bunu da yine Kur'an-ı Kerîm'de muhtelif
ayetlerde Rabbimiz bildiriyor:
"Allah, kullarına bir zulüm dileyecek değildir" [7]
"Onlara Allah zulmetmedi; fakat onlar kendilerine
zulmediyorlar" [8]
Adem a.s.'ın
münacatında, "Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik"[9]
demesi yapılan hatanın nefse zulüm olduğunu gösteriyor. Yunus a.s. da günah
işleyip kendine zulmettiğini ikrar ediyor: "...Nihayet karanlıklar içinde:
"Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben
zalimlerden oldum!" diye niyaz etti"[10].
Peygamber Efendimiz S.A.V., Hz. Ebubekir Efendimiz R.A.'a öğrettiği bir duada “ظَلَمْتُ نَفْسِى ظُلْمًا
كَثِيرًا ” [11]
diyerek her bir hatanın nefse zulüm olduğunu bildiriyor.
Demek ki, gerek cehalet, gerek gaflet gerekse beşeriyet icabı işlenen
günahlar insanın kişinin kendisine yapmış olduğu birer zulüm oluyor. İman yoksa
veya arızalı ise, o insan bütünüyle zulmet içindedir, nurdan eser yoktur, çünkü
şalter kapalı. İman mevcut olduğu halde gaflet, cehalet ve nefsin aldatması
sonucu insan yine kendine çok zulmeder. Dileriz Mevlâ'dan, zulüm yollarını
kapatıp nur yollarını açmayı, nurun inkişafına sebebiyet verecek düğmeleri
tespit edip o düğmelere basarak madde ve mânâ nurlarına kavuşup nurlarla
bezenmeyi nasip etsin. Âmin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder