Settâr, örten, kapatan manalarına gelen bir ism-i ilâhîdir. Allah,
Settâr’dır, Settâr-ul zünûb’dur. Yani günahları örten, setredendir. Tevvâb
ism-i şerifi ile tevbeleri kabul eden, Afüv ism-i şerifi ile affeden, Gaffâr
ism-i şerifi ile merhamet eden O Rahmân, Rahîm, çok merhametli Yüce Mevlâ
Settâr ism-i şerifi ile de ayıp ve kusurları, dolayısıyla günahları örtüp
setredeceğini bildirir.
Her ism-i şerifleri gibi bu ism-i şerifleri de hem kâinatta ve hem de
insanlarda tecelli etmiş veya insanlar her esmâda olduğu gibi bu ism-i ilâhîden
nasibini alabilecek istidadda yaratılmışlardır. Meselâ bu ism-i şerifi ile
Allah kulların ayıp ve kusurlarını örtüyor, kul da diğer kulların ayıp ve
kusurlarını örtebilir. Bunu yaptığı nisbette bu ism-i şerifin tecellisini
üzerine çekmiş olur. Bu hususta ne nisbette güçlü ise, o nisbette yararlanır.
Diğer bir yönü ise; Mevlâmız mahlûkatın cismini kendilerine has örtülerle
örtmüştür. Meselâ insanın vücudunu deri ile örtmesi, meyveyi kabukla örtmesi,
ağacı kabukla örtmesi, yumurtayı kabukla, kuşları tüylerle, diğer hayvanları
çeşitli postlarla örtmesi vs. kâinatta Settâr tecellisinin çeşitleri çoktur.
Bu konunun diğer bir yönü ise, takva ve tesettür ile ilgili ayetlerde
bildirilen setretme yani örtünme mevzuudur. Bir ayette mealen “Ey Âdemoğulları!
Size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise
yarattık. Takva elbisesi... İşte o daha
hayırlıdır. Bunlar Allah'ın ayetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar (diye
onları indirdi).”[1]
Buyrulmuştur ki; takva Allah korkusudur ve elbisenin cismi koruduğu gibi Allah
korkusundan dolayı günahlardan sakınmak da ruhu, kalbi ve tüm azaları günahtan
korur. Zâhir örtüye gelince Yüce Mevlâ’nın çok büyük bir nimet-i ilâhîsi olan
örtünme ki, bu nimetin hakkına riayet etmek gerekir, aksi takdirde vebali büyük
olur. Biz Müslümanlar olarak her meselede olduğu gibi bu hususta da
arzularımıza göre bir şekil uygulayamayız. Hele hele kâfirden gelip nefislere
mal edilen moda denilen felaketi hiç mi hiç tatbik edemeyiz. Nedir moda? Biz
Müslümanların kendine has, İslâm’ın vakarını koruyacak, şehvet kamçılayıcı
değil, vakar ve asalet aksettirici kıyafetler tercih etmemiz gerekir. Efendimiz
(s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde bir zaman geleceğini ve kadınların giyinik
fakat çıplak olacağını, onların cennete giremeyip hatta kokusunu bile
duyamayacağını buyurur.[2]
Bu ifadesiyle içini gösteren ince elbiselere ve de vücut hatlarını belli eden
dar giysilere işaret buyurur. Acaba
pantolonlar, dar ve mahrem yerine kadar yırtmaçlı etekler, tül gibi çoraplar
nasıl Settâr ismi ile bağdaşır? Mevlâ emrediyor, “setret” diyor. Bu
kıyafetlerin Allah’ın rızasına mı kâfirin modasına mı uygun olduğunu vicdanlara
soralım.
Bir başka yönüyle ele alacak olursak, toprağa atılan her bir tohumun
yine toprakla örtülmesi gerekiyor ki, istenen hâsılat elde edilsin. Evet,
Settâr ism-i şerifinde pek çok hikmetler, maslahatlar bulunur ki ferasetle
bakıldığında bu hikmetlerden kısmen de olsa Yüce Mevlâ’nın bu ism-i şerifi ile
kullarına sunduğu lütf-u ilâhîsi anlaşılır. Settâr ism-i şerifinin madde ve
mânâda rolü büyüktür. Bazı misallerle anlamaya çalışalım. Zahirde olan her şey
genelde örtülüdür, insanda cismi örten derinin yeri ne kadar önemli ise,
hayvanda cismi örten kürkün yeri o nisbette önemlidir. Nebatata baktığımızda da
onların kabuklarla örtülmüş, adeta ambalajlanmış vaziyette olmalarının büyük
önemi olduğunu görüyoruz. Karpuzdan buğdaya kadar bütün nebatatın kendine has
örtülerle örtüldüğünü görüyoruz. Aynı zamanda burada Hafîz ism-i şerifinin
tecellisini de görmekteyiz; her türü, kendisine gereken en doğru örtülerle
örten Rahman, Hafîz ismiyle de korumuş oluyor. Bu iki ismin mevcudat üzerindeki
rolü birbirini tamamlayıcı mahiyettedir denebilir.
Diğer bir yönü ise toprağın bağrına atılıp yine toprakla örtülen
şeylerde görülüyor ki, duruma ve gereğine göre Settâr ism-i şerifi rol alıyor.
Şöyle ki, bir ölü toprağa gömüldüğünde dışarıya zarar vermeyecek şekilde toprak
onu bağrına basıp gereken muameleye tabi tutuyor ki, Settâr olan Mevlâ böylece
bu hususta da onu setretmiş oluyor.
Başka bir yönden bakacak olursak; toprağın bağrına atılan bunca tohumlar
belli bir süre orada kalıp bu süre içinde geçmeleri gereken gelişim sürecini
tamamladıktan sonra O Settâr olan Yüce Allah, sanki kısmen kapalı olan kapıyı
Fettâh ismi ile aralayıp o rüşeymin dışarı çıkmasını sağlıyor ve böylece o
setrettiği ruşeymi, arzda yerini alıp takdir ettiği nimeti lutfetmesi için pek
çok ism-i şeriflerinin tecellisine mazhar ederek kemâle erdiriyor. Onu başta
insanlar olmak üzere pek çok canlıların menfaatlerine sunuyor. Bir ağacı
birazcık tefekkürle temaşa edecek olsak, pek çok esmâ-i ilâhînin tecellilerine
şahit olacağız. Tohumla başlayan ve cinsine göre kemâle ermiş bir rızıkla
vazifesini ifa eden ağaç, ferasetle bakıp düşünen insana ibret dolu mesajlar sunar.
Meselâ bir hurma çekirdeği; çok sert bir kabuğun bağrına gizlenmiş tohumcuk
toprağın bağrına atılıyor ve Settâr ism-i şerifinin tecellisiyle evvela
kabukta, sonra da toprakta setrediliyor ve aynı zamanda Hafîz ism-i şerifinin
tecellisi ile de hıfzediliyor. Yüce Yaratıcı Hayy ism-i şerifi ile tecelli
ediyor ve o sert kabuğun içindeki sırlı tohumcuk hayat buluyor, canlanıyor.
Cenab-ı Hak, Hâlık ism-i şerifinin tecellisiyle halk etmemeyi murad ettiği o
tohumcuğa hayatiyet bahşediyor, Fettâh ismi ile yollar açıyor. Rezzâk ism-i
şerifi ile rızıklandırıp, Rab ism-i şerifi ile büyütüp geliştiriyor. Musavvir
ism-i şerifi ile tecelli edip, ona kendi cinsine has bir şekil veriyor, Kayyum
ismi ile ayakta tutuyor. Kerîm olan Mevlâ bol bol ikramlarda bulunup kullarının
rızık ve menfaatleri için onu meyvelerle donatıyor.
Pek çok hadisatı ve nimet-i ilâhîyi benzeri tefekkürlerle
değerlendirebiliriz. Bu tefekkürler, ibret dolu sırlı âlemden ferasetimiz
nisbetinde ibretler alıp Yüce Yaratıcı’ya karşı sorumluluklarımızı bir nebze de
olsa arttırmamıza sebep olur. Çekirdeğin içindeki sır hazinesi gibi insanın
mizacına, fıtratına konmuş nice gizli hazineler mevcuttur. Nasıl ki o çekirdek
gereken ameliyeye tabi tutulunca Mevlâ’nın esmasının tecellilerine makes olup
kemale ulaşıyorsa, beklenen hâsılat elde ediliyorsa, insanın mahiyetine derc
edilmiş gizli tohumcuklar da tesbit edilip gereken muameleye tabi tutulduğunda
şüphesiz biiznillah her biri bizim yararımıza birer çınar olacaklardır. İnsanın
nefis çekirdeğinde gizlenmiş tohum misali pek çok hayırlar, güzellikler,
sırlar, manevî mücevherler, nice kıymet biçilmez karakterler, istidadlar,
faktörler vardır. İnsanda melekleri geride bırakacak yeteneklerin tohumları
mevcuttur fakat bir sırdır, gizlidir, Settâr ism-i şerifi ile kısmen örtülüdür,
Hafîz ismi ile de korunmaktadır. İnsana cüz’î iradesini kullanmak ve bu gizli
hazineye vakıf olup inkişafına çalışmak düşer ki hurma örneğinde olduğu gibi
Mevlâ, insanda setredilmiş o tohumcukları inkişaf ettirsin ve hurma
çekirdeğinde olduğu gibi her bir tohumcuktan ayrı ayrı cennet hazineleri zuhur
etsin.
Bundaki hikmet şudur; mademki Mevlâ kâinat kitabının okunmasını
emrediyor, kâinatta her şey bizim hem maddi hem manevî yararımıza sunulmuş,
öyleyse kula yaraşan olup biten bu muazzam olaylardan ders almaktır. Bir
hadis-i şerifte “toprak gibi ol” derken Efendimiz (s.a.v) bu şifreli beyanları
ile pek çok sırların inkişafına dikkati çekiyor. Demek istiyor ki; düşünen her
akl-ı selim kul, kısmen de olsa topraktaki sırlarla kendisi arasındaki ilişkiyi
kurar ve bu hikmetli beyandan dersler çıkarır, yeter ki şifreyi çözebilmek için
aklını biraz zorlasın. Kul, Mevlâ’nın lutfettiği irade gücüyle gayret ettiğinde
yine Mevlâ’nın takdir ettiği kadar Fettâh ism-i şerifi devreye girecek, o
tılsımlı kapılar açılacak, o kapılardan giren akıl, idrak, Alîm ism-i şerifiyle
buluşup hissesini alacak Allahu âlem. Biraz o kapıyı zorlayalım, inşallah
birazcık olsun aralanır da ibret dolu sırlardan bir nebzecik olsun yararlanırız.
Evet, ölüleri ve tüm zararlı maddeleri toprağa gömünce bakıyoruz ki,
bağrına basıyor ve kendi içinde hazmediyor. Dışarıya en ufak bir kötü koku veya
zarar verecek sızıntı dahi çıkmıyor. Efendimiz’in “toprak gibi ol” beyanını bu
yönüyle de ele alacak olursak şöyle yorum yapmak isabetli olsa gerek: Nasıl ki
toprak bunca ölüleri kâfir mümin demeden, hayvan leşi demeden veya pislik
demeden atmadan içinde saklıyor ve etrafa hassaten insanlara zarar vermelerine
engel olup bu yönüyle de cümle canlılara yardım ve lütufta bulunuyorsa, “Ey
insan, toprağa bak da ibret al” diyor adeta, “senin de mayan toprak unsurundan
müteşekkil, toprak gibi istidadın kuvvetli, işte istidadlarını geliştirirsen
sendeki yeteneklerle sende cennet hazineleri yetişir. Cehenneme sebebiyet
verecek o lâşeler gibi türlü türlü pislikler misali ahlak, karakter ve şeytani
sıfatları; kalb, vicdan, akıl, idrak toprağında zararsız hale getirirsin. Cümle
mezmum sıfatlarını, helal dairesi dışında olan tüm arzularını, huylarını varsa
daha evvel işlediğin günahları, onlara da tevbe kezzabı dökerek hepsini kalp
toprağına bir daha dışarıya çıkmamak üzere göm.” Gün gelecek göreceksin ki
onlar, cümlesi orada çürümüş, yok olmuş e o cennet hazineleri dediğimiz güzel
vasıflara, değerli amellere, güzel vasıfların gelişip canlanması için adeta
gıdaya dönüşmüş. Gübrenin toprakta bir ameliyeye tabi tutulup yararlı bitkilere
gıda olması ayet-i kerimedeki şu ifadeye misaldir: “Ancak
tevbe eden, inanıp yararlı iş işleyenlerin, işte Allah onların kötülüklerini
iyiliklere çevirir. Allah bağışlar ve merhamet eder.” [3]
Kalbi bir arza benzetecek olursak, kula düşen, bu arz toprağına ekilip hâsılat
elde edilecek tohumları iyi tespit edip bol bol faydalı cennet tohumları ekmek,
bu tohumların inkişaflı ve semereli olması için gerekli sebeplere başvurmaktır.
Bu şekilde uyanık davranan bir kula Mevlâ şüphesiz ki esma-i ilâhisi ile
tecelli edip inkişafını lutfedecektir. Efendimiz’in nurlu beyanlarından “dünya
ahiretin tarlasıdır” buna açık bir delildir.
İkinci olarak da arz, nasıl ki yararlı şeyleri yüzüne çıkardığı halde
zararlı şeylerin en ufak bir kötü kokusunu dahi sızdırmıyor hatta onu da
yararlı hale getiriyorsa işte insan da dışarı çıktığında zararı olacak her
sözü, günaha sebebiyet verecek arzuları, kul hakkına dolayısıyla insanların
arasında pek çok günah ve huzursuzluğa sebebiyet verecek işleri, sözleri, kendi
adına veya başkası adına saklanması icab eden meseleleri dışına
hissettirmemelidir. Başa gelen sıkıntılar ve benzeri Allah’ın sır kalmasını
murad ettiği şeyleri sineye çekmek, ifşa etmemek gerekir ki, işte “toprak gibi
ol” ikazından bir nebzecik bir şeyler sezip Settâr isminin tecellisinden
nasiplenmiş olalım.
Diğer bir yönü de şudur; Mevlâ yüzümüzün karasını yüzümüze vurmuyor, hep
örtüyor, setrediyor. Biz imanlı kullarına da ayet-i kerimelerinde kusurları,
ayıpları örtücü olmamızı öğütlüyor. Biz de kıyamette Cenab-ı Hakk’ın bizim
kusurlarımızı örtmemize vesile olmasını ümid ederek kulların kusurlarını
örtmeliyiz. Allah Settâr’ul zünub’tur, ayıp ve kusurları örtendir. Öyle ise
mümine düşen, örtülmesi gereken durumlarda daima örtücü olmalı ki, bu ism-i
şerifin tecellisine mazhar olsun. Mahşerde Mevlâ’nın huzurunda, cümle enbiya,
evliya, melekler ve tüm insanların önünde yüz kızartıcı amellerin ortaya
dökülmemesi, o gün mahcup, perişan olmak için, o çirkin hayat tablomuzun rezil
rüsva olacak filmimizin setredilmesi için Settâr ism-i şerifi ile irtibatımızın
çok kuvvetli olması yani O’nun tecellisine mazhar olmamız gerekir ki, olumsuz
yanlarımız setredilsin.
Bizler gereken sebeplere yapışırsak, diğer esma-i ilâhîde olduğu gibi bu
ism-i ilâhînin de tecellisine Rabbimiz bizleri mazhar eder inşallah. Ümid
ediyoruz, ukbada Settâr, Rahîm, Kerîm, Afüv, Vedûd, Râfi’, Selâm gibi esmâ-i
ilâhîsi ile tecelli edip korktuklarımızdan emin, umduklarımıza nail eyler.
Ya Rabbi kalbimizi hakikate aşina eyle. Lutfetmiş olduğun istidad ve
yeteneklerimizi rızan istikametinde inkişaf ettirip esmâ-i ilâhin ile tecelli
eylediğin bahtiyar kullarının zümresine dâhil eyle. Hak yolunun yolcuları kıl,
Hak yolda ilerlememize engel teşkil eden zahir batın bütün manileri aradan
kaldır, sırların inkişafını nasip eyle. Kalb toprağımıza gömülmesi, örtülmesi
gereken olumsuzlukları da kalbimize gömüp dışarı sızmamasını lutfeyle ve o
zararların yarara dönüşmesini ihsan eyleyip “seyyiatlarını haseneye
dönüştürürüz” tebşirine mazhar olanlardan eyle. Âmin. Bihürmet-i seyyid’il
mürselin velhamdülillahi Rabbi’l âlemin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder