El-Mukaddim,
Allah-ü Zülcelâl’in esma-i ilâhîsinden, istediğini öne alan,
ileri geçiren manasında bir ism-i şerifleridir.
Allahü
Teâlâ cümle mahlûkatı yaratmıştır fakat bu mahlûkat
içerisinde eşref-i mahlûkat dediği insana ayrı bir yer vermiştir
ve ayrı bir hususiyet bahşetmiştir. Bu hususiyetlerden başta
geleni insanların dini ve dünyevi mevzularda kiminin kimine üstün
olmasıdır. Tabi böyle olmasında pek çok hikmetler vardır.
Bilindiği üzere Hakk’a davet umumidir. Fakat davete icabet
etmeyenler olduğu gibi icabet edenler arasında da ciddi
farklılıklar vardır. Davete icabet edenleri Yüce Mevlâ
imanlarının, ihlâslarının derecelerine göre, ciddiyet ve
amellerinin derecelerine göre El-Mukaddim ismiyle tecelli ederek hak
ettikleri, layık oldukları kadar öne geçirip manen ilerleteceğini
bildirir.
Cümle
esma-i ilâhîlerde olduğu gibi bu ism-i ilâhîye en ziyade mazhar
olanlar peygamberlerdir. Başta Efendimiz (s.a.v) olmak üzere cümle
nebi ve resullerdir. Onlardan sonra peygamberlerine yakınlıkları
derecesinde ümmetleridir. Bu ism-i şerif diğer esmada olduğu gibi
hem zahirî hem batınî tecelli etmektedir.
Yine
bu ism-i şerif diğer mahlûkatta da tecelli eder ki, onlarda da
birbirinden farklılıklar söz konusudur. Taş, toprak, madenler,
sular vs.de hep kalite farkları olduğu gibi meleklerde dahi
farklılıklar vardır, bazısı bazısından öndedir. Meselâ
mukarreb melek olarak anılan dört büyük melek Cebrail (a.s),
İsrafil (a.s), Mikail (a.s), Azrail’in (a.s) pek çok meleğin
önünde oldukları gibi, diğer melekler arasında da farklılıklar
söz konusudur. Böyle olmasında pek çok sebepler, hikmetler olduğu
şüphesizdir.
Bu
farklılıklar bazı durumlarda mahlûkatta cebren olmakla beraber
bazılarında ise sebeplere binaen öne geçmeler olmuştur. Kâinata
bakıldığında ekseri şeyde El-Mukaddim isminin tecellisini
müşahede ediyoruz. Mesela dağların bazısı bazısından daha
yüksek, aynı cins madenin farklı kaliteleri mevcut, toprak bazı
yerlerde verimli bazı yerlerde çorak, bazı yerlerde kumsal vs.dir.
Hayvanların da kendi cinsleri içinde ele alındığında hem cismen
hem de konumları itibariyle aralarında farklar görülür, bazıları
diğerlerine amirdir. Bal arılarının kimi kraliçe, kimi işçidir.
Karıncaların da kendi aralarında farklılıklar vardır. Her
mahlûkta Allah’ın El-Mukaddim isminin tecellisini müşahede
etmek mümkündür. Nasıl ki atla merkebin, kuzuyla hınzırın bir
olmadığı gibi kâinatta her şey hem kendi cinsleri arasında hem
de diğer cinslerle kıyaslandığında ayrı bir değere sahiptir.
Nebatatta da durum aynıdır.
Bazı
mahlûkat ve nebatatta insanoğlunun bazı müdahalelerine binaen
daha kaliteli ve verimli bir neticeyle karşılaşabiliyoruz. Buradan
da anlıyoruz ki, bazı diğer esmada olduğu gibi El-Mukaddim de hem
cebren hem de sebepler vasıtasıyla tecelli etmektedir.
Bizim
sorumluluğumuz, cebren birbirinin fevkinde oluşların sebebini
araştırmaktan ziyade –ki bunda pek çok hikmetler vardır- her
şeyin bizim için bizim de Rabbimize kulluk etmemiz için yaratılmış
olma sırrını keşfetmektir. Bunun için peşinen verilen aza ve
cevahirimizi, madde ve manamızı, cismimizi ve ruhumuzu yüceltme
yollarına başvurarak ahsen-i takvim sırrını kavrayabilmek
gerekir.
الَّذِي
خَلَقَ
الْمَوْتَ
وَالْحَيَاةَ
لِيَبْلُوَكُمْ
أَيُّكُمْ
أَحْسَنُ
عَمَلًا
وَهُوَ
الْعَزِيزُ
الْغَفُورُ
“O
ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü
ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.”1
Allah
insana cüz’î irade verip onu ihtiyarı ile baş başa bırakmıştır
ki imtihan etmeyi murad etmiştir.
“Gerçek
şu ki, biz insanı katışık bir nutfeden (erkek ve kadının
dölünden) yarattık; onu imtihan edelim diye, kendisini işitir ve
görür kıldık.”
2
Evet,
göz, kulak, dil, akıl gibi cihazlar biiznillah hakkı batılı
ayırt edip ahsen ameller işleyerek insanın öne geçme, manen
ilerleme yeteneğine sahip olduğuna işaret eder. Haktan yüz
çevire
nin de manen gerileyeceği, zillete düşeceği
sünnetullahtır.
Allah
Zülcelâl maddî ve manevî farklılıkların, önde olma, arkada
kalmaların bazı sebeplerini beyan eder.
“Herkesin
yaptıkları işlere göre dereceleri vardır. Rabbin onların
yaptıklarından habersiz değildir.”
3
“Sonra
bu Kitap'ı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere miras
bırakmışızdır. Onlardan kimi kendine yazık eder, kimi orta
davranır, kimi de, Allah'ın izniyle, iyiliklere koşar. İşte
büyük lütuf budur.”
4
“Rabbinizden
bir mağfirete; Allah'a ve peygamberlerine inananlar için
hazırlanmış olup genişliği gökle yerin genişliği kadar olan
cennete koşuşun. İşte bu, Allah'ın lütfudur ki onu dilediğine
verir. Allah büyük lütuf sahibidir.”
5
Allah
kullarını hayırda yarışa davet ederek öne geçmelerini ve
böylelikle lütuf ve ihsanının nailiyatını müjdeliyor. Bunlara
ve benzeri ayetlere kulak verip hayırda yarışanlar elbette ki
El-Mukaddim ism-i ilâhîsinin tecellisinden nasibini alıp öne
geçenlerden olacaklardır biiznillahi Teâlâ.
“Herkesin
yaptıklarına göre dereceleri vardır. Allah, onlara yaptıklarının
karşılığını verir, asla kendilerine haksızlık yapılmaz.”
7
Pek
çok ayetler bu hususa ışık tutar. Manen ilerlemenin yolları,
Kur’an-ı Kerîm’in ahkâmı, ikaz ve uyarıları ile ve ibretli
kıssaları ile bildirilmiştir. Maddî yönü ile fakir niceleri
vardır ki, manevî yönü ile ileri, rehber, lider, mürşid ve
mürebbi konumundadırlar. Onların önderlikleri sadece dünyada
oldukları süre zarfında değil, ahirete irtihallerinden sonra da
devam etmektedir. O Hak dostları Mevlâ’nın El-Mukaddim isminin
tecellisinden nasibini almış bahtiyarlardır. Gün geçtikçe
onların rehberliğine ihtiyaç duyuluyor, onlar her daim saygı ile
yâd ediliyorlar ve onların örnek hayatları bize ışık tutuyor.
Müminler her geçen gün bu rehber-i sadıkların kıymetini daha
iyi anlıyor ve eserlerinden faydalanmaya çalışıyorlar. Adeta bir
antika meta gibi onların ulviyetleri müminlerin gönüllerinde
artıyor. Veysel Karanî, Bayezid-i Bistamî, Bahaeddin Nakşibend,
Mevlânâ vs. ve vazifeyi onlardan devralıp müminlere özellikle
müntesiplerine ışık tutan rehberler kervanı ki, Rabb’ül
Alemin’in pek çok esması gibi El-Mukaddim ism-i şerifinin
tecellisine de mazhar olmuşlardır.
Herkes
bilhassa her mümin iman edip üzerine düşen kulluk görevini ifada
ne nisbette cehd-ü gayret gösterirse, o nisbette imanı, ihlâsı,
aşk ve şevki, haşyet ve takvası artar ve amal-i saliha, ahlâk-ı
hamide sahibi olur biiznillah ve El-Mukaddim isminin tecellisine
mazhar olur. Şöyle bir misal verecek olursak, diyelim bir film
çevriliyor, kimine hükümdarlık, kimine kapıcılık, kimine de
başka roller veriliyor. Burada herkes verilen rolü en güzel
şekilde oynamakla mükelleftir. İşte Kur’an-ı Kerîm’de, Mülk
Suresi’nde şöyle buyruluyor:
“O
ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü
ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.”
İnsanların
mizacı, zekâsı, fıtratı aynı değildir. Yüce Mevlâ’nın
kullarına tecellileri ayrı ayrıdır. Ne kapıcı rolünde olan
hükümdarlıkla mükelleftir ne de hükümdar, kapıcı gibi
davranmakla sorumluluktan kurtulabilir. Mevlâ şu dünya hayatında
kullarını birbirine benzer fakat farklılıkları olan istidatlarda
yaratmıştır. Kimse kimsenin aynısı olmadığı gibi kader
planındaki durumları da farklıdır. İşte insan, fıtratına
konan istidatlarını inkişaf ettirip Yüce Allah’ın kendisine
takdir ettiği kadar terakki etmekle mükelleftir.
Yukarıdaki
örnekte olduğu gibi herkes hükümdar olmaz, herkes mürşid veya
mürebbi de olmaz, âlim olmaz fakat her mümin kendi konumunda
terakki eder. Kapıcı olan kendi konumundakilerin arasında
ilerleyebilir.
Maddî
yönde de çalışıp kazanma yolları bildirilmiştir, herkes
çalışması, idraki, kabiliyeti, dürüstlüğü, gayreti
nisbetinde hakkında takdir edilen şeye vasıl olur biiznillah.
İstisnalar kaideyi bozmaz, bazen olur ki, insan çok çalışır,
dürüsttür, fakat çalıştığının karşılığını alamaz yani
maddeten ilerleyip öne geçemez veya işlerinde, derslerinde pek
muvaffak olamaz. Böyle olmasında da bilinmeyen pek çok hikmetler
vardır, o kişi için öyle olması hayırlıdır diyebiliriz. Fakat
genel itibariyle sebeplere yapışan, çalışıp çabalayan
kimseleri Allah muvaffak eder ve ilerletir. Bu durum bir okuldaki
talebede, sanatkârda, bilim adamında, ziraatçıda vs. aynıdır.
Ve bu durum fertler, cemiyetler, milletler, devletler arasında
kendini gösterir. Görülen o ki genellikle çalışan devletler
ilerlemiş olup diğer pek çok devletler üzerinde hâkimiyet
kurmuştur. İşte Avrupa, Amerika vb. ülkelerin teknolojide ve
maddî imkânları ile ne kadar önde oldukları malumdur. Allah
Adl’dir, herkese çalışıp hak ettiğini nasip eder. Kâfir,
mümin, münafık gözetmeden dünyaya ait çalışmaların
karşılığını boşa çıkarmaz ve çalışanı öne alır. Tabi
fani şeyleri pek ehemmiyeti olmasa da onlar da insanların yararına
sunulan birer nimet-i ilahidirler.
Müminin
maddî ve manevî yönden diğer insanlardan, inanmayanlardan önde
olması gerekir. Aslında miskinlik kâfir sıfatıdır. Müminin
daima çalışkan olması gerekir ki, müminler her bakımdan
küffarın önünde olsunlar, zillete düşmesinler. Maddî ve manevî
ilerlemek ruhla ceset gibidir, bunları birinde ileri diğerinde geri
olmak adeta ruhsuz ceset gibidir. Bu durum her ne kadar her fert için
söz konusu olmasa da yani bazı fertler her ne kadar maddî
ilerlemeye değer vermese, itibar etmese de istisnalar bu gerçeği
değiştirmez. Bu geri kalmışlığı bir topluma, bir millete
atfedecek olursak o millet, devlet çökmeye, zillete, başka
ilerlemiş devletlerin hâkimiyeti altına girmeye mahkûmdur. Onun
için zamanın şartları ilerleme açısından neyi gerektiriyorsa o
yollara tevessülle, bilim ve teknolojide ilerlemenin gereklerini
yapıp maddî yönden de terakki etmeye gayret etmek müminin
vazifesidir. Bir Hak dostu: “Bugün Avrupa uçak sanayi yapıyorsa,
sen atom sanayi yapmakla mükellefsin” diyerek müminin
sorumluluğuna ölçü getiriyor. Mevlâ kullarının önüne maddî
manevî nimetlerini sermiş ki kullar bu nimetlerden istifade etsin.
Yüce Allah mümin kulunun, daima hem zahiren hem de batınen
küffarın, fasığın, facirin önünde olmasını talep eder.
O
Allah-ü Azimüşşan ki, maddî ve manevî çalışan, gayret
gösteren herkese dilediği nisbette semeresini verir ve bu
El-Mukaddim ismi ile tecelli eder. Çalışanları, çalışmayan
miskinlerin önüne geçirir. Ukbada da durum hemen hemen aynıdır.
Orada da dereceler, makamların farklı olacağını Yüce Mevlâ
Kur’an-ı Kerîm’de bildiriyor. El-Mukaddim ismi hem
cennetliklere hem de cehennemliklere değişik keyfiyette tecelli
edecektir. Dileriz Rabbımızdan hem dünyada hem de ukbada Ümmet-i
Muhammed olarak bu El-Mukaddim ismi ile tecelli ederek bütün güzel
hasletlerde öne geçenlerden eylesin. Yine Rabbimizden dileriz,
millet olarak, devlet olarak maddî ve manevî ilerlemeyi nasip
eylesin. Cümle Ümmet-i Muhammed’e uyanıklık, iz’an
bahşeylesin, maddede ve manada bizi öncülerden kılıp
ilerlememizi ihsan buyursun. Âmin.
Bu
hususta kula düşen bir vazife ise, ferasetli olup günlük
hayatındaki işlerinde en elzem olanını öne geçirmektir, dünya
meşgalelerine dalıp en elzem olan ukba vazifelerini arkaya
atmamaktır. Önce dünya sonra ukba dercesine faniyi bakiye tercih
etme gafletine düşmemelidir. Ne yazık ki bugünün müslümanı
ekseriyetle bu yanılgının içinde bocalıyor. Dünya istikbali
endişesiyle pek çok ciddi zorluklara katlanılıyor ve bu mesele
her şeyin önüne geçiyor. Ukba istikbali endişesinin maalesef
geri planda kaldığı müşahede ediliyor. Lüzumsuz şeylerle
iştigal edip zaman öldürürken en lüzumlu olan, asli vatanımız
için bir kurtuluş reçetesi ve aynı zamanda Rabbimizin sayısız
nimetlerine karşı bir şükran borcumuz ve O’na kurbiyyet
vasıtası olan namaz ihmal ediliyor. Evlâtların dünyevi
istikbalini düşünüp bu talebin tahakkuku için gereken pek çok
sebeplere tevessülü öne alırken o ciğerpare yavruların asıl
istikbali olan manevîyatı için yapacakları arkaya bırakılıyor.
Hele şu asırda istisnalar hariç müslümanların kahir ekseriyeti
bu durumda. Nefis ve dünya, ruhun, ukbanın önüne geçmiş
durumda. Hâlbuki manevîyatı ön plana almak gerekirdi ki hem bunu
yapmak dünyamıza da engel değildir. Peygamberler, Sahabe-i Kiram,
veliler, mürşidler, Hakk’a gönül verenlere baktığımızda
onların hayatlarında manevî değerlerin ön planda olmasının
dünya hayatlarına engel olmadığını, bilakis daima huzurlu bir
hayat yaşamış olduklarını görürüz. Hatta peygamberlerden
hükümdar olanlar da vardır ki, Yüce Mevlâ maddenin manaya engel
olmadığını böylece ispat etmiştir. Nice mürşid-i ekmeller
yaşamış olup hem dünya tahsili hem de ukba tahsili görmüşler
ve böylece insanlığa örnek olmuşlardır.
Şuurlu
bir mümin hem kendi namına hem de ailesi, evlatları namına
manevîyatı ön plana almalı, daima önce Allah’a kulluk şuuru
ile ubudiyet vazifesini gözetmelidir. Niyette ve fiiliyatta hep
manevî mesuliyet duygusu önde olan kulunu elbette Yüce Allah
El-Mukaddim isminin tecellisiyle destekleyecektir. Kim de dünyevî
ve nefsî isteklerini ön plana alırsa, o yönde çaba sarf edip
manevî hayatına ait sorumlulukları arkaya atarsa Yüce Allah ona
El-Mukaddim isminin tecellisiyle dünyevi arzularına ulaşmayı
nasip eder. Fakat şu var ki, birinin kârı, diğerinin zararı
büyük olur.
“Her
kim bu çarçabuk geçen dünyayı dilerse ona, yani dilediğimiz
kimseye dilediğimiz kadarını dünyada hemen verir, sonra da onu,
kınanmış ve kovulmuş olarak gireceği cehenneme sokarız.” 8
“Kim
de ahireti diler ve bir mümin olarak ona yaraşır bir çaba ile
çalışırsa, işte bunların çalışmaları makbuldür.”
9
“Hepsine,
onlara da bunlara da (dünyayı isteyenlere de ahireti isteyenlere
de) Rabbinin ihsanından (istediklerini) veririz. Rabbinin ihsanı
kısıtlanmış değildir.” 10
“Baksana,
biz insanların kimini kiminden nasıl üstün kılmışızdır!
Elbette ki ahiret, derece ve üstünlük farkları bakımından daha
büyüktür.” 11
6
Mü’minûn:61
7
Ahkâf:19
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder