El-Mâni’,
Allahü Teâlâ’nın esma-i hüsnasından olup, bir şeyin meydana
gelmesine müsaade etmeyen manasında bir ism-i ilâhîsidir.
Mâni,
Türkçemize de girmiş olup “bir şeyin yapılmasını önleyen
şey, engel” manasında kullanılır.
El-Mâni’
ism-i şerifinin insan ve kâinat üzerindeki tecellileri,
menfaatleri ve hikmetlerini bir nebze anlamaya gayret edelim.
İnsanlara
baktığımızda görüyoruz ki, fıtratı icabı nefsanî ve ruhanî
yani maddi ve manevi diyebileceğimiz pek çok iyi ve kötü
arzularımız vardır ki, biri bitmeden birkaç tanesi uç gösterir.
Hatta aynı anda birçok istekler birden kendini hissettirir.
Yaşadığımız müddetçe bunlar ne biter, ne tükenir. Biz
insanlar olarak, bu arzularımızı elde etmek için çalışır
dururuz. Her arzumuz bir takım sebeplere, sebepler de El-Mâni’ ve
El-Muti’ olan Allah’ın emr-ü fermanına bağlıdır. Kul,
sebebe tevessül eder, Allah Teâlâ da dilerse isteyenlerin
isteklerini verir. Kulun isteği doğrultusunda gereken sebeplere
tevessülü adeta birbirine kenetlenir, maksat hâsıl olur. El-Muti’
ism-i şerifinin manası budur. Yani kulun isteğini vermeyi murad
ettiyse Mevlâ El-Muti’ ismiyle tecelli eyler, o isteği zuhur
eder.
Allah
Teâlâ bazı isteklere de müsaade etmez. O zaman tevessül edilen
sebepler kısır kalır, mahsul vermez, kul ne kadar çalışıp
çabalasa da, gereken sebeplere yapışsa da arzusuna nail olamaz.
Çünkü Allah Teâlâ o şeyin meydana gelmesini takdir etmemiş
olup El-Manî’ isminin tecellisiyle o sebeplere tecelli etmiş olup
engellemiştir.
Mesela
bir mülk almaya teşebbüs edilmiş, gereken sebeplere tevessül
edilmiş, zahiren hiçbir engel kalmamış farz edelim. Allah
Teâlâ’nın El-Manî’ isminin zuhuruyla akla hayale gelmeyen
engeller çıkar da o arzumuza nail olamayız. Bunun gibi hayat boyu
benzeri hadiselerle sık sık karşılaşırız. Öyle hadiseler olur
ki, talebimizin peşine düşeriz, sebeplere yapışırız ve “ha
oldu, ha oluyor” derken bir de bakarız ki son an çok cüz’î
bir sebepten dolayı bütün planlarımız bozulmuş olup elimiz boşa
çıkar. Bunların sebebi nedir? Çünkü o işin henüz vakti
gelmemiştir, vakti gelince yeniden canlanır. Bu takdirde Cenab-ı
Allah, El-Muahhir isminin hükmünce muamele buyurmuştur. El-Muahhir
isminin tecellisi ile o iş, takdir edilen zamana ertelenmiştir.
Çünkü O, her şey için bir vakit tayin etmiştir. Hiçbir şey
vaktinden evvel meydana gelmediği gibi vakti gelince de bir lahza
arkaya kalmaz. Yahut o iş mukadder değildir ki, bu takdirde de
El-Manî’ isminin hükmü zuhura gelir. Çünkü Allah’ın ezelde
yazdığı olur, yazmadığı ise olmaz. Kişi, Allah’ın izni
olmadıkça gayret edip uğraşmakla velev ki ehliyet ve liyakati
olsa bile istediği vakit istediği mevkie atlayamaz. Veya istediği
gibi servet sahibi olamaz. Tedbir ile kader ne değişir ne de
bozulur. Kaderin hükmü ancak teşebbüsten sonra anlaşılır. Eğer
Allah Teâlâ kulun muradını verecekse edecekse teşebbüsü
üzerine onu ihsan eder. Arzusunu kabul etmeyecekse, teşebbüs ve
tutulan sebepler akim kalır. Fakat biz insanlar isteriz ki her
istediğimize nail olalım. Arzularımız yerine gelince sonunu
düşünmeden seviniriz. Fakat öyle sevinip neşelendiğimiz şeyler
olur ki, sonunda “keşke bu işim olmasa idi” deriz, maddi veya
manevi yaralar alırız. Bu hususta kul herhangi bir isteğinin
sonunun hayırlı olup olmayacağını düşünmeden o isteğinin
yerine gelmesi için elinden geleni yapıp, “Ya Rabbi, hakkımda
hayırlı ise muvaffak eyle, değilse sonu şer olacak bir şeyden
beni koru” demesi gerekirken sırf kendi hisleri istikametinde
gidip isteğinde ısrar ederse “ille de olsun” derse, Mevlâ
dilerse kulun bu ısrarlı ricası üzerine El-Mutî’ ismi ile
tecelli eder de arzusu yerine gelir. Eğer arzularımız yerine
gelmezse -hamlığımızdan olacak ki- canımız sıkılır, hatta
bazen sert konuşur, taşkınlık halleri gösteririz. Bazen
sebeplere takılırız, su-i zanlar, gıybetler gibi kul haklarına
dahi sebebiyet verecek hadiseler ortaya çıkar. Bu ve benzeri
davranışların tek kaynağı cehalettir, ilm-i ilahiden,
marifetullahtan mahrumiyetin neticesidir. Allah Teâlâ
isteklerimizin bazısını verir, bazısını da vermez. Vermediği
zaman muhakkak ki bir hikmeti vardır. İnsanın ekseri isteklerine
kavuşabilmesini Cenab-ı Hak bir takım sebeplere bağlamıştır. O
sebepleri yaratan da yine Yüce Allah’tır. Bu bir Allah kanunu,
sünnetullahtır ki, kul sebeplere tevessül etmekle mükelleftir.
Onun ötesinde kulun bir dahli yoktur. Allah diler, muvaffak eder,
yaratır. Diler, akim bırakır. Her ikisinde de hikmeti vardır.
Başka türlü izaha imkân yoktur. Aklın ve naklin ittifakıyla şu
yüce hakikatler tespit edilmiştir:
1)
O Yüce Allah ki kulun istediğinden haberdardır.
2)
Kulun istediği o şeyin cinsinden hazinesinde namütenahi mevcuttur.
3)
Bunu istediği zaman kuluna ulaştırmaya kadirdir.
4)
Allah Teâlâ kendisinden bir şey istenenlerin en zengini en
merhametlisi, en kerimi en cömerdi ve en kuvvetlisi olduğu gibi, en
hakîmidir, her işinde pek çok hikmetler vardır. Bu hikmetlerin
bazısı anlaşılsa bile pek çoğu sırdır. İnsan pek çok şey
karşısında idrakte acze düşmekte ve hayretten öteye
gidememektedir ki, hayret verici olaylar karşısında kul dilinden,
gönül âleminden “Sübhanallah Allahu Ekber” der.
Şimdi,
arzularımıza nail olamayışımız veya arzu etmediğimiz şeylerin
başımıza gelmesindeki bazı hikmetlere ışık tutan ayet ve
hadislerden bir kısmını inceleyelim:
“Hoşunuza
gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin için daha
hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için
daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah
bilir, siz bilmezsiniz.”
1
Bu
ayet-i kerimeden anlaşılan odur ki; insanın hoşuna gitmeyen nice
hadiseler vardır, tahakkuk eder ve neticesinde fayda hâsıl olur.
Nice istekleri de vardır, onun için çabalar hâlbuki onun için
hiç de hayırlı değildir. Kula düşen, hislerine kapılıp da
ısrar etmek yerine hayırlı olup olmadığını bilmediği için
sebeplere yapışıp takdiri Allah’a bırakmaktır. Çünkü Allah
kuluna asla zulmetmez ve Allah kulları hakkında daima hayır murad
eder. Kulunu bol bol ödüllendirmek, günahlardan arıtmak,
rahmetine, ikramına, fazlına nail etmek için dünyada bir arzusunu
yerine getirmeyebilir. Zaman olur kul hasta olur, şifa talep eder
fakat Mevlâ kulunun daha çok ecir kazanması için hemen talebini
yerine getirmez, El-Muahhir ismi devreye girer ki kulun şifa talebi
takdir edilen zamana ertelenir. Eğer o hastalık ölümüne sebep
olacaksa, Mevlâ öyle takdir etti ise, o arzular, temenniler,
başvurulan çareler tesirsiz kalır. El-Manî’ ism-i ilâhîsinin
tecellisiyle maddî manevî sebepler akim kalır. En güzeli, en
hayırlısı Allah’ın takdiridir. Kulun da en itibarlısı,
takdire şayan olanı, kendi arzularına nailiyattan ziyade Allah’ın
takdirine rıza gösterenidir.
“Andolsun
ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden
biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber! ) Sabredenleri
müjdele !”
2
Bu
ayette bildirilen imtihan vesilelerini ve benzerlerini kimse yaşamak
istemez fakat istenmese de başa geleceğini bildiriyor Mevlâ. Ve bu
başa gelen şeylerin bir hikmetinin olduğunu, imtihan vesilesi
olduğunu ve sabredenlerin imtihanı kazanarak pek çok ebedi
nimetlere erdiğini, Hak Teâlâ’nın övgüsüne, rızasına
mazhar olma gibi büyük sürprizlerle karşılaşacağının
müjdesini vermesini Yüce Allah kelamullah ile Resulü’ne
bildiriyor. Bir Hak dostunun dediği gibi takdir ediyor, kulu için
tedbir alıyor.
Efendimiz
(s.a.v) buyururlar:
“Gıyabi
olarak din kardeşi aleyhindeki dedikodulardan, din kardeşini
müdafaa eden kimsenin, kıyamet günü ırz ve şerefini korumayı
Allahü Teâla üzerine almıştır.” 3
Bu
hadisten anlaşılan o ki, din kardeşinin aleyhinde yapılan
dedikoduya mani olanı Allah Teâlâ takdir ediyor ve onu
ödüllendireceğinin müjdesini veriyor. Bu hadis-i şerif, bu
konuyla ilgili pek çok hadisten yalnızca biridir.
Bu
hususta kula düşen o ki; hayırlı olan amellerde muvaffakiyet için
gereken sebeplere ciddi tevessül edip kalen, halen, fiilen çalışmalı
ve ısrarla Mevlâ’dan yardım talep etmeli ki, bunlar ibadet-i
taat, ilm-i ilâhî, güzel ahlak sahibi olma, marifetullah,
muhabbetullah, haşyetullah, ihlâs ve kuvvetli iman, ittika gibi
Kur’an-ı Azimüşşan’da bildirilen, Mevlâ’nın kulunun
üzerinde görmeyi talep ettiği fıtratın gayesi olan manevi
güzelliklerdir. Nefsî haz ve arzulara gelince, bunların da
ihtiyaca binaen hayırlı olduğunu ve yararlı olacağını
düşündüğümüz arzularımız için de kalen, halen, fiilen
sebeplere yapışılır, Mevlâ’dan yardım talep edilir. Fakat her
şeye rağmen Mevlâ nasip etmezse yani El-Manî’
ismiyle tecelli eder, istediğimiz olmaz, görünüş itibariyle
elimiz boşa çıkarsa o zaman “Rabbim hakkımda böyle takdir
etti, çalıştık, çabaladık, her sebebe başvurduk fakat mukadder
değilmiş, bunda da şüphesiz pek çok hikmetler vardır” demeli
ve tasalanmamalı Hakk’ı halka şikayet etme bedbahtlığına
kalkışmamalıdır. Diğer bir yönü ise nasıl ki Allah-ü
Zülcelâl kulunu bazen uhrevî nimetleri kazandırmak için, bazen
de temizlemek için veya imtihan etmek ve akabinde ödül üstüne
ödüllendirmek için veya bazen de o talep edilen zahiren cazip olup
fakat sonu felaket getireceğinden dolayı kulunu korumak için her
istediğini vermiyor. Bu durumda insan da nefsinin her talebinin
peşine düşmemelidir. İyice düşünüp taşınmadan nefsinin her
arzusunu yerine getirmeye kalkışanlar sonunda birçok mevzuda çok
pişman olmuşlardır. Telafisi mümkün olmayan zararlara, hüzünlere
yerini terk etmiştir. Öyleyse Mevlâ kulda bu ismini de görmek
ister ki, nefsin olur olmaz her isteğine cevap vermesin, El-Manî’
isminin tecellisiyle nefs-i emmaresine mani olsun, kalbine esen
kibir, ucub, riya, sum’a, hased gibi kötü vasıfları kalbde
karargah kurmasına mani olmaya gayretle beraber dilinden çıkacak
her olumsuz kelama karşı da adeta El-Manî’ isminin nurunu
muhafazaya çalışsın.
Evet,
El-Manî’ ism-i ilâhî ki; kalb, kafa, el, ayak, dil, dudak, göz,
kulak gibi cümle aza-i cevahirimizde tecellisi elzemdir. Biiznillah
bu ismin tecellisi ile bu cevahirimizden sadır olacak tehlikelere
mani oluruz ki, bu da ancak Mevlâ’nın inayeti, tevfiki ile
olacaktır. Mevlâ’dan talebimiz o ki, maddi manevi tehlikelere ve
hassaten imanımıza, maneviyatımıza zarar verebilecek her şeyden
korusun. Fiilen, halen, kalen nefislerimizden veya dışımızdan
çeşitli yollarla gelebilecek bütün şerlerden, zararlardan
koruyup, El-Manî’ ismiyle mani olmasını yine Yüce Mevlâ’dan
niyaz ederiz.
Bu
konunun diğer bir yönü ise şudur ki; nasıl ki Rabbimiz bize
talep ettiğimiz halde bilmediğimiz sebeplerden dolayı her
muradımızı vermiyor, adeta bizim için tedbir alıyorsa, bizler de
zararlı olduğunu bildiğimiz hususlarda evlad-ü ıyalimize, dost,
ahbab gibi en azından yakınlarımıza her istediklerini vermeyip
onların yersiz, faidesiz veya zararlı taleplerini reddedelim.
Gözlerinin yaşına, küsme, darılmalarına, menfaatlerimizin
kesileceğine asla aldırış etmeden, bizim fark ettiğimiz, onların
ise farkında olmadan cahilane talep ettikleri şeyleri adeta zehir
ikram edercesine vermeyip, El-Manî’ isminin tecellisiyle mani
olalım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder